İşaretlerin İzinde — Emirdağ’dan Kelime Kelime Bir Yolculuk: Seherde Açılan Kapı

Salahattin ALTUNDAĞ

(Emirdağ’dan gelen bir mektubu kelime kelime okuyarak; mânayı açan işaretleri, bugüne bakan yönleri ve küçük adımları arıyoruz.)

Bir şehrin sabah ezanından önceki sükûneti gibi bu satırlar: hava henüz koyu, rüzgâr ürkek; fakat ufkun kenarında, görünmez bir ışık ipliği sessizce sökülmeye başlamış. Emirdağ’dan yükselen o ses:

Anlamasında zahmet çekeceksiniz, zekâvetinize güveniyorum.

Seherin kilidine bırakılmış ince bir anahtar gibidir. Az konuşur, çok îmâ eder; zira bazı hakikatler kalabalık cümlelerle değil, işaretlerin parmak izleriyle anlaşılır. Söz biter, gönül devreye girer; işaret, içimizde yavaşça büyüyen bir anlam kıvılcımına dönüşür.

Bugünden itibaren, Muazzez Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî’nin Emirdağ Lâhikası-I’de,[1] Meyve Risalesi’nin Dördüncü Mesele’sine yaslanarak kaleme aldığı mektubu kelime kelime okuyacağım. Niyetim tartışmayı çoğaltmak değil; birlikte tefekkür etmek. Bu sohbeti önce kendim için yapıyorum; istifade etmek, payına düşeni almak, sonra kendi yoluna katmak isteyen herkese kapı açık. Okumayı bir yarışa değil, bir yoldaşlığa çevirmek niyetindeyim.

Ne yapacağız? Önce metinden küçük bir kıvılcım seçeceğiz: bazen tek bir kelime, bazen bir cümle, kimi zaman bir paragrafın yalnızca bir omzu. Sonra o kıvılcımı üfleyip mânâsını açacağız; imkân oldukça günümüzün tecrübeleri ve bulgularıyla tartacağız; nihayet avuç içine sığacak küçük ve uygulanabilir adımlar önereceğiz. İlerleyişimiz takvimle değil, Muazzez Üstadımızın nefesiyle olacak: bazen bir kelimenin nabzını dinleyeceğiz, bazen bir cümlenin omuzlarına eğileceğiz; kimi zaman da bir paragraf birkaç haftaya yayılacak. Hızımızı biz değil, metnin açtığı mânâ derinliği tayin edecek.

Bu yolculuğun eşiğinde bir sual duruyor: Merakımızı nereye yatırıyoruz? Dün “radyonun mâlâyâniyatı” idi; bugün aynı gürültü parmaklarımızın ucunda: bitmeyen bildirimler, sonsuz akış, çoğalan dağınıklık. Geniş daire yüksek sesle çağırır; dar daire —kalbin, evin, yakın vazifenin— sesi kısılır. Peki sesini duyurması gereken hangisi? Bizi ayakta tutan, günün sonunda “yerine değdi” duygusunu veren, hangisinin peşinden gitmektir?

Üstad’ın işaretleri burada rehber: arı milleti ve üzüm salkımına baktırır; küçük şeylerde saklı, hayretle karışık büyük huşû ânlarını fark ettirir. Siyasî sarhoşluğa mesafe koymamızı ister; çünkü bu baş döndürücü hâl kalbin terazisini bozar, aklın ayarını kaçırır. Yeis her an kapı aralığından sızmak ister; o vakit iki âyet kapı olur, karanlığa karşı iki kanat açılır. Bu metinleri okurken amacımız “haklı görünmek” değil; huzurla hakka yakın bir çizgide kalmaktır.

Sözün tonu önemlidir. “Aziz, sıddık kardeşlerim!” diye başlayan bir mektup, okurunu baştan onurlandırır; azizliğini hatırlatır, doğruluğunu çağırır. Böyle bir hitap, okuma eylemini bir yükselişe çevirir: Kıymetli olduğumuzu kabul ettikçe, kıymetli olanı seçmeye meylederiz. Doğruluğa davet edildikçe, gönlümüz hakikate sadakatle hizalanır. İşte bu yüzden “kelime kelime” okumak bir riyazettir: gereksizi ayıklar, gerekli olana yer açar.

Şunu baştan söyleyelim: Takvimle değil, metinle hareket edeceğiz. Bir paragraf bazen birkaç haftaya bölünecek; “çabuk bitirmek” değil, derin görmek hedefimiz. Zira hakikat aceleyi sevmez. Tohumun ağaca çevirdiği sabır neyse, metnin zihne çevirdiği sabır da odur. Az sözle çok mânâ almak, küçük bir pencereden büyük bir ufka bakmayı öğrenmektir.

Okumak yalnız kafaya değil, kalbe de dairdir. O yüzden yazılar, yalnız tahlil değil; duâ kıvamında bir dikkat, amel kıvamında bir küçük adım da taşıyacak. “Bugün bu hakikatin benden istediği tek değişiklik nedir?” diye soracağız. Belki yalnızca bir bildirim kapatılacak, belki on dakikalık bir tefekkür defteri açılacak, belki birine incitmeyen bir söz söylenecek. Küçük, ama biriktiğinde istikamet olan adımlar…

Sizden ricam şu: Bu metinleri bir müsabaka gibi değil, bir sohbet gibi okuyun. Bir kelimeye takılırsanız, onunla oturun; bir cümlenin gölgesinde üşürseniz, üzerine bir hırka gibi düşünce sarın. Ben de öyle yapacağım. Bu yüzden her yazı, üç hediye niyetine gelecek: açıklık — muradın berraklığı; istikâmet — karışık zamanda yön; amel — bugün atılacak küçük adım.

Yolun başındayız. Bir metni değil, bir bakış disiplinini okuyacağız: kısa ama yoğun; az sözle çok mânâ. Seher gibi ağır ağır açılan bu kapının eşiğinde, sabırlı olalım. Tefekkürü seven akıl gibi dikkatli, sükûneti seven kalp gibi mütevekkil olalım. Şimdi anahtar avucumuzda: kapıyı yavaşça çevirelim; içeriden gelecek ışığın, bugünkü hâlimize değmesini dileyelim.

Bir sonraki yazı: İŞARETLERİN PEDAGOJİSİ: KISA AMA YOĞUN

“Muhtasar işaretler” neden tesirli? “Anlamasında zahmet… zekâvetinize güveniyorum” bize ne talim eder? Pratikte nasıl okuyacağız?

Yeniden buluşmak duâsıyla, Allah’a emanet olunuz.

[1] Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Emirdağ Lâhikası-I). İstanbul: Envar Neşriyat. s.57.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (6)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.