Bediüzzaman'ın Pusulası: Siyâset Amaç mıydı, Araç mı?

Salahattin ALTUNDAĞ

TARIK ÇELENK’İN BEDİÜZZAMAN SAİD NÛRSÎ VE RİSALE-İ NÛR HAKKINDAKİ DEĞERLENDİRMELERİNE AKADEMİK VE KAYNAKLARA DAYALI BİR CEVAP-7

1. Siyâset ve Tasavvur: Bir Düşünceyi Doğru Anlamanın Anahtarı

Bediüzzaman Said Nûrsî Hazretleri’nin siyâsetle kurduğu çok katmanlı ilişki, özellikle günümüz yorumcuları tarafından sıklıkla indirgemeci (redüksiyonist) biçimde ele alınmaktadır. Bu yazı, söz konusu yorumların içerdiği kavramsal hataları tartışmakta ve siyâset-tasavvur ilişkisi üzerinden doğru bir analiz çerçevesi önermektedir.

a. Kavramsal Çerçeveyi Anlaşılır Kılmak

Bir insanın veya bir hareketin siyâsî duruşunu anlamak için sadece günlük eylemlerine bakmak yeterli değildir. O eylemlerin (praksislerin) arkasındaki daha derin “niyet” ve “dünya görüşünü” kavramak gerekir. İşte “siyâset-tasavvur ilişkisi” tam olarak bu iki katman, yani kişinin eylemlerinin arkasındaki “niyet” ile ona zemin hazırlayan “dünya görüşü” arasındaki bağı inceler:

  • Siyâset: Bir kişinin veya hareketin güncel olaylar karşısındaki duruşu, tercihleri ve stratejileridir.
  • Tasavvur: O kişinin hayata, varoluşa ve her şeyin nihai amacına dair temel inanç sistemidir. Yani onun “büyük resmi” ve “hayat felsefesidir”.

Bunu bir pusulaya benzetebiliriz. Tasavvur, her zaman kuzeyi gösteren pusulanın kendisidir (sabit hedef). Siyâset ise o hedefe ulaşmak için izlenen, arazinin şartlarına göre (konjonktüre göre) değişebilen yoldur.

Bediüzzaman Said Nûrsî Hazretleri’nin düşüncesini anlamaya çalışırken de bu ayrım kritik bir önem taşır. Bediüzzaman Hazretleri’nin temel tasavvuru, “Hizmet-i İmaniye ve Kur’âniye”dir. Bu bağlamda O’nu anlamak için, siyâsî adımlarının bu sarsılmaz inanç sisteminden kaynaklandığını ve sadece bu nihai amaca hizmet eden birer “araç” olduğunu görmek gerekir. Bu ilişkiyi gözden kaçırmak, daha önce de işaret ettiğimiz gibi, kişiyi aceleci, hatalı (indirgemeci- redüksiyonist) ve kişinin yaşadığı çağı ve niyetini göz ardı eden (anakronik) yorumlara sürükler.

b. “Tasavvur” Nedir? Bir Düşüncenin Temeli ve Nihai “Amacı

Tasavvur”, bir kişinin zihnindeki basit bir hayalden çok daha fazlasıdır; onun dünyaya baktığı pencere, yani bir “dünya görüşü”‘dür (Weltanschauung).[1] Bediüzzaman Hazretleri’nin düşünce sisteminde bu tasavvur, yani onun “pusulası”, şu temel sorulara verdiği cevaplarla şekillenir:

  1. Varlığın Anlamı Nedir? (Ontoloji): Kâinatın merkezinde mutlak bir Yaratıcı (Allah cc) vardır. İnsanın bu dünyadaki varlık sebebi ise O’nu (cc) tanımak, O’na (cc) inanmak ve kulluk etmektir. Her şey bu ilâhî amaca hizmet eder.
  2. Doğru Bilgiye Nasıl Ulaşılır? (Epistemoloji): Hakikatin ana kaynağı ilâhî vahiydir (Kur’ân-ı Kerîm ve Peygamberimizin (asm) yolu yani sünnet-i senîyye). “Akıl” ve “kâinat” ise bu ana kaynağı doğrulayan ve insanı ona ulaştıran delillerdir.
  3. Hayatın Nihai Amacı Nedir? (Teleoloji): Bu hayattaki bütün faaliyetlerin en büyük hedefi, dünyevî bir güç elde etmek veya siyâsî bir devlet kurmak değildir. Asıl amaç, insanların imanını şüphelerden arındırıp sağlam bir temele oturtmak ve böylece onların ebedî mutluluğunu (âhiret kurtuluşunu) sağlamaktır. Bu hedef, “iman ve Kur’ân hizmeti”dir.

İşte bu tasavvur, Bediüzzaman Hazretleri’nin tüm eylemlerinin dayandığı temel referans çerçevesidir. Bu, onun düşünce sisteminin sabit ve değişmez çekirdeğidir.

c. Siyâset: Tarihsel Şartlara Göre Şekillenen Bir “Araç

Bediüzzaman Hazretleri’nin siyâsetle olan ilişkisi, her zaman yukarıda açıklanan temel amacın bir fonksiyonu olmuştur. “Siyâset”, bu büyük amaca hizmet eden bir “araç” konumundadır. Araçların ise “zamanın” ve “şartların” (konjonktürün) gereğine göre değişmesi doğaldır.

  1. II. Meşrutiyet Dönemi (Siyâsete Aktif Katılım): O dönemin şartlarında “hürriyet” ve “anayasal düzen” (Meşrutiyet) gibi kavramlar, dönemin sıkı denetim ortamının İslâmî hizmetlerin önünde oluşturduğu engelleri kaldıracak birer fırsat olarak görülmüştür. Bediüzzaman Hazretleri bu kavramları İslâmî temellere oturtarak siyâsetin içinde aktif olarak yer almış, siyâseti iman hizmeti için olumlu bir araç olarak kullanmıştır.[2] Bu dönemdeki siyâsî faaliyetinin yoğunluğu, siyâsetin kendi içsel öneminin bir ölçüsü değil, “hürriyet”in asıl gayesi olan iman hizmetine sunabileceği muazzam potansiyeli görmesinin bir yansımasıydı. Hedef ne kadar büyükse, uygun bulunan aracın da o denli güçlü kullanılması doğaldı.
  2. Cumhuriyet ve Tek Parti Dönemi (Siyâsetten Stratejik Geri Çekilme): Bu yeni dönemde ise siyâset, toplumu keskin bir şekilde kutuplaştıran, çatışmaların merkezi haline gelen bir alana dönüşmüştür. Böyle bir ortamda siyâsete girmek, asıl amaç olan iman hizmetinin de bu çatışmaların bir parçası haline gelme ve saflığını yitirme riski taşıyordu. Bediüzzaman Hazretleri’nin meşhur “Şeytandan ve siyâsetten Allah’a sığınırım”[3] sözü, siyâseti topyekûn bir reddediş değil, o dönemin şartlarında iman hizmetinin saflığını ve bağımsızlığını korumaya yönelik bilinçli ve stratejik bir geri çekilme hamlesidir.

d. Doğru ve Yanlış Yorumlama: Bir Anlama Problemi

Daha önce de vurguladığımız gibi, bazı çağdaş yorumcular bu ilişkiyi değerlendirirken önemli bir anlama hatasına düşmektedir. Bu noktada karşımıza hermenötik (yani yorumlama sanatı ve bilimi) ile ilgili bir sorun çıkar. Problem şudur: “Amaç” ile “araç” birbirine karıştırılmaktadır.

  1. Bütüncül ve Bağlama Sadık Yorum: Doğru yoruma göre, hiyerarşi nettir: Tasavvur (amaç) → Siyâset (araç). Siyâsî adımların gerçek anlamı, ancak kişinin temel dünya görüşü (pusulası) anlaşıldığında çözülebilir. Bu yaklaşım, olayları kendi tarihî bağlamı içinde ve kişinin asıl niyetini merkeze alarak değerlendirir.
  2. İndirgemeci (Redüksiyonist) ve Bağlamından Koparan Yorum: Bu hatalı yorum ise hiyerarşiyi tersine çevirir veya görmezden gelir: Siyâset (asıl amaç) → Tasavvur (amaca hizmet eden kılıf). Bu bakış açısına göre, Bediüzzaman Hazretleri’nin en derin manevî metinleri bile aslında gizli bir siyâsî projenin (“milenyum misyonu”) ideolojik hazırlığı olarak okunur. Bu, metinleri ve kavramları kendi manevî derinliğinden koparıp onlara dışarıdan siyâsî bir hedef yüklemektir. Dinî tasavvur, bu yorumda, siyâsî hedefleri haklı göstermek için kullanılan bir “kılıf” konumuna düşürülür. Bu yaklaşımın temel entelektüel yanılgısı, bir düşünürün en derin manevî ve varoluşsal ufkunu -yani onun eserlerinin “kalbini”- daha yüzeysel ve dünyevî bir kategori olan siyâsetin bir fonksiyonu haline getirmesidir; bu, piramidi baş aşağı çevirmektir. “Yüzeysel algı” tam olarak budur.

e. Sonuç

Siyâset-tasavvur ilişkisi” ilkesi, bize şunu söyler: Bir dinî düşünürün veya hareketin siyâsî eylemlerini doğru analiz edebilmek için, o siyâsetin hangi temel inanç sistemine (tasavvur) hizmet ettiğini ve onun yanında ne kadar ikincil bir konumda olduğunu kabul etmek gerekir. Tarık Çelenk gibi yorumcuların, bu hayatî hiyerarşiyi göz ardı ederek Bediüzzaman Hazretleri’nin önceliği olan manevî ve uhrevî misyonunu, dünyevî bir siyâset projesine indirgeyen yorumları temel bir anlama hatası yapmaktadır. Doğru bir analiz, siyâsete, kişinin temel inançlarının (tasavvurunun) penceresinden bakmayı ve olayları bu prizmadan geçerek anlamlandırmayı gerektirir.

Bu doğru anlayış, günümüzde Risale-i Nûr hizmetiyle meşgul olanlar için de bir pusula görevi görür: Siyâsal gündemlerin ve toplumsal kutuplaşmaların, asıl gaye olan iman hizmetinin önüne geçmemesi gerektiğini ve siyâsetle kurulacak ilişkinin her zaman bu nihai hedefe hizmet edip etmediği süzgecinden geçirilmesi gerektiğini hatırlatır.

Analizimiz, bir sonraki yazımızda ele alacağımız

“2. BEDİÜZZAMAN SAİD NÛRSÎ’NİN SİYÂSÎ DÜŞÜNCESİNDE HÜRRİYET VE MEŞRUTİYETİN İSLÂMÎ TEMELLERİ”

konusu ile devam edecektir. Yeniden buluşmak duâsıyla, Allah’a emanet olunuz.

KAYNAKLAR VE DİPNOTLAR:

[1] Weltanschauung (Okunuşu: Veltanşavunk) kelimesini kullanma nedenimiz:

Weltanschauung, genellikle “Dünya görüşü” olarak tercüme edilir. “Dünya görüşü” kelimesi günlük dilde sıkça kullanılır ve bazen basit bir “fikir” veya “bakış açısı” gibi algılanabilir. Ancak “Weltanschauung”, felsefî bir terim olarak çok daha fazlasını ifade eder:

  • Bir kişinin sadece fikrini değil; varlık, ahlak, bilgi ve amaç hakkındaki bütüncül, sistemli ve tutarlı çerçevesini tanımlar.
  • Bu kelime, “tasavvur”un basit bir hayal veya anlık bir düşünce olmadığını, aksine bir medeniyet veya derin bir düşünce sistemi gibi kuşatıcı bir yapı olduğunu vurgular.

Yani “Weltanschauung” kelimesi, “tasavvur”un anlamını sıradan bir “dünya görüşü” ifadesinden daha güçlü bir şekilde karşılar. Osmanlı düşüncesindeki karşılıkları ise tek bir kelimeyle sınırlı değildir; teorik çerçeveyi ifade etmek için “telakki”, metodolojik ve pratik bir sistemi belirtmek için ise “meslek” gibi kavramlar bu anlam dünyasına işaret eder.

[2] Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Mektubat 61 : Onaltıncı Mektub/BİRİNCİ NOKTA). İstanbul: Envar Neşriyat.

[3] Bu ifade için bkz. Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Mektubat, s. 49; Şualar, s. 371). İstanbul: Envar Neşriyat. Bediüzzaman Hazretleri, bu düsturunu Lahikalar da dâhil olmak üzere eserlerinin birçok yerinde farklı vesilelerle tekrar etmektedir.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.