Şair 'üstün insan' değildir

Ahmet AY

Kalitesi ayrıca tartışılır. Fakat şiir yazmak, hassaten ilkgençlik yıllarında, hepimizin başına gelen birşey. Ramazan manisi düzeyinden 'yağdı yağmur çaktı şimşek' düzeyine, oradan belki daha dişe dokunur şeylere kadar uzanan bir yelpazemiz var. Ama en nihayetinde iyi şeyler yazanlarımızın duygu durum bakımından kötü şeyler yazanlarımızdan daha yüce şeyler yaşamadığını düşünüyorum. Ahengi ayırabilmek/farkedebilmek, kelimelerin ritmini yakalamak, birçok şey içinden oraya yakışanı seçebilmek, bunlar elbette bir tarafıyla Allah vergisi şeyler. Ama sadece bu yeti bizi üstün insan yapmıyor/yapmaz. Çünkü estetik ahlak değildir.

Bunun kendisine meşruiyet arayan bir hastalık olduğu kanaatindeyim. Şairlerin iyiliği için karşısında durulmalı. Nirvanaya ulaşmışlık iddiası ve yeterince anlaşılmamışlık hissi/küskünlüğü çoğunda az-çok var gibi. Halbuki kendileri de çoğu zaman mısralarında ne anlattıklarını tam bilmiyorlar. Hatta bunun nesirle ifadesini, bir yönüyle şiirin yazılana hapsedilmesi anlamına geleceğinden, kendileri de istemezler. Şairlerin şiirlerinde tam olarak ne anlattıklarını nesirle yanına/altına ifade ettiği bir metne şimdilik rastlamadım. Bence gizli kalmak istemelerinin bunda payı büyük. Çünkü kapalı kalmak aynı zamanda çok anlama gelebilmek.

Bir de, yukarıda zikrettiğim, tam olarak ne söylediklerini veya söyleyebileceklerini kendileri de kestiremediklerinden. O an, ahenkli gelen şey, manaların içinden bir mana belki, yakışıp konuluyor. Belki bir ilham dizgini eline alıp yönlendiriyor. Ama şair her zaman yazdığının düşündüğünden fazlası olmasını ister. Mısranın kastedebileceği veya okuyanların çıkarabileceği bütün anlamların mülkünde kalmasını ister. Hapsolmak istemez. Kısıtlanmak istemez. Somutlaşmak istemez. Bu yüzden ne anlattığını kendisi de ifade etmez. Bu beni korkutan birşeydir. En naif ifadesiyle; olmadığın birşey gibi görünme riski, yahut olabileceğin herşey gibi görünme arzusu, ya bir tasannu veya kibirdir.

Bir şair bütün dünyayı şiirle açıklayabilir. Bütün dünyanın şiirden ibaret olduğunu söyleyebilir. Şiirin kemalin özü olduğu iddiasında da bulunabilir. Bir nesir yazarı, hiçbir nesir türünün yazarı, size böyle birşey söylemez. Nesir alçakgönüllüdür. Dünyanın kendisinden ibaret olmadığını bilir. Şiir sekr halindedir çoğu zaman. Abartır. Taşırır. Hayretinin kaynağı budur. Yazdığında garkolduğu gibi yazdığı türde de garkolmuştur. Biraraya geldiklerinde uzun uzun şiirden konuşurlar. Fakat ne konuşurlar? Şiiri bir kalıba sokar mı bu yazdıkları? Bir sistem, bir kaide, bir taş üstüne taş ekler mi şiir bilgisine? Yoksa tarif ettikçe aslında onu yok mu ederler?

"Şiir hayattır. Şiir çığlıktır. Şiir sonsözdür. Şiir bir yaşam tarzıdır. Şiir bir sarhoşluktur. Şiir yağmurdur. Şiir çocukluktur. Şiir bahardır. Şiir önsözdür. Şiir..." Şiirin bu sohbetler sırasında girmediği kılık, tüketmediği tanım, olmadığı nesne var mıdır? Nihayetinde birbirlerini ve beraber yaptıklarını kutsadıkça kendi içlerindeki kastta yükselen elitlerle karşılaşırsınız. Kendi yaptığı puta tapmanın ahirzamancası bir hadise! Ya birbirlerini överler yahut da oturup şiiri överler. Her şekilde kendilerini överler.

Zor bir ahengi yakalayabilme yeteneği, Karun'un, kurşunu altın yapmasından daha ismetli olmamalı. (O ne kadar dalalete müsaitse bu da o kadar müsait.) İlham ile yapılan işler birbirine benziyor. Arının ne kadar övünme hakkı varsa balla bizim de o kadar. Bununla kutsanmak, bununla medihleşmek, bundan bir elitik gurur devşirmek, "Şiir şudur, şiir budur, şiir odur..." demek ve nihayetinde şiiri kırk yamalı soyut bir fistana döndürmek... Buna neden bayılır şairler? Bir de bu şairlerin diğer meslek gruplarını aşağılama temayülü var. Tüccarları, bilimadamlarını, siyasetçileri, matematikçileri, hatta nesircileri bile.

Halbuki herkes kendisine verilen ahenk yetisiyle/yeteneğiyle bir ahenk yakalıyor hayatta. Matematikçinin gördüğü ahenk bir şairden neden geride olsun? Zor bir fizik sorusuyla karşılaştığında gözleri parlayan Zafer isminde bir arkadaşım vardı. Ben onun fizik sorularını çözerken şiir yazmakta yaşadığımız tatmini yaşadığını düşünüyorum. Sırf kelimelerdeki ahengi lütfetmiş diye Yaradan, ondan bir kibir veya üstün insan iddiası çıkarmak insana mı, şeytana mı yakışan bir tavır? Kur'an'ın kendisinin şiir olmadığını özellikle beyanı, bir açıdan da, şairleri toplumun üst sınıfı gibi gören Cahiliye anlayışına uyarı değil midir? 'Şiirin üstün kıldığı' yönündeki iddiaya cevap sayılmaz mıdır? Şunun bugüne verdiği bir ders yok mudur?

Üstelik şiir yazmakla hayatı daha derin yaşıyor da değiliz. Havada uçuyor, suda yürüyor, taşı yumruğumuzla parçalıyor da değiliz. Allah, oyalanacak birşey vermiş elimize işte. Yaşarken sıkılmamamızı sağlıyor. Herkes birşeylerle oynuyor ve oyalanıyor ölüme kadar. 'Üstünlüğünüz ancak takva iledir' diyor Kur'an. Yoksa şiir diye ikinci bir bab mı açıldı?

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.