Said Nursi, dahili muharebeye karşı çıktı

Türkiye Irak Dostluk Derneği Genel Başkanı Mehmet Emin Değer’le yaptığımız röportajın ikinci ve son bölümü…

Röportaj: Dursun Sivri, Foto: M.Emin Benek

 

Kandil, Amerika’nın Türkiye’ye karşı kullandığı bir koz mudur?

 

Kandil’i de bana göre birçok kesim kullanmıştır. Ve halen kullanmak isteyenler vardır. Ve daha sonraki dönemlerde de kullanmak isteyecekler hep çıkacaktır. Bu oyun bitmeyecektir. Yani bu hep olacaktır. Ama şu otuz senelik çatışma zemininde o bölgenin insanı olarak ve hem Irak tarafını hem Türkiye tarafını hem o bölgede yaşayan bir insan olarak şudur;

Türk ve Kürt milletini kolay kolay hiçbir gücün birbirinden ayırması mümkün olmayacaktır. Yani bunun için, ayırmak için çok uğraşılıyor, çok mücadele veriliyor ama bunu mümkün kılacak hiçbir zemin oluşturamıyorlar.

 

Sadece bununla da değil. Birbirine ihtiyaç hissetmiş. Bin senenin birikimi ve tecrübesi var. Bir Kürt vatandaş olarak söylüyorum, Türkiyesiz ve Türksüz bir Kürdü düşünmek bile istemiyorum.

 

Bölgesel politikacıların bazıları niye ayrışmaya vurgu yapıyorlar? Oradan bir çıkarım veya rant mı elde etmek istiyorlar?

 

Bir asırdır yanlış politikaları uygulandı Türkiye’de. Aslında sadece Kürtlere mahsus bir şey değil. Belki Kürtler biraz daha fazla nasiplendiler. Bu demokratik olmayan uygulamalardan inkar politikalarından her kesim zarar gördü.

Fakat bugün devletin geldiği nokta artık devlet kademelerinden, siyaset kademelerinden, hükümet edenlerden devletin bizzat kendisini, devleti temsil eden önemli kuruluş ve kurumlar asırlık yanlış politikalarının hatalı olduğu görülüyor. Bir nevi özür dilemektir bu. Yani bunu itiraf ettiler. Bunun üzerine, sen bunu istedin diye “Ben daha fazlasını isterim!..” gibi bir takım naralar atmak da şımarıklığın bir başka adıdır.

 

Maksimal talepte bulunuyorlar. Bu yüksek talep sorunun çözümünü sabote etmiyor mu? O sorunu üretenlerin üretmesinin devamına bir bahane teşkil etmiyor mu?

 

Gayet tabi. Ben, o tutumu asla tasvip etmiyorum. Barış ve Demokrasi Partisinin bu politikalarını tasvip etmek asla mümkün değildir. Halâ şu var kafalarda:

Evet, bugünün şartlarında bir takım kabul görmüş hatalar, yanlışlıklar söyleniyor ama bunu bir sisteme bağlayıp bir daha bunu yaşamamak, rahatlamak adına bir takım haklı talepler de var. Bunlar henüz tamamlanmış, kabul görmüş ve bitmiş şeyler değildir.

 

 

Zihinler hazır olmadığı için bu ileri düzeyde talepler başka bölgelerde toplumsal tepkiyi de körüklemiyor mu sizce?

 

Asırlık yanlış politikalar ile inkâr politikaları birlikte haksızlığa maruz kalan bir bölge ve incinmiş bir halk var. Açık söyleyeyim. Halk biraz yaralıdır. TRT 6’da bir programa katılmıştım. Bir ramazan iftarında şunu söyledim;

 

Ben, hayatım boyunca müspet manada eğer kabul görülürse Türk milliyetçiliği yaptım. Milliyetçilik değil de vatanseverlik adına Türk milliyetçiliği yaptım ve yapmaya da devam ederim. Bugünden itibaren de devam ederim. Çünkü büyük Türkiye ideali benim için hala hedeftir, bitmemiş bir hedeftir. Ama şunu kabul edelim ki, Türklerin de, Arapların da, Farsların da Kürtlere bir borcu vardır, hakkı teslim etmek adına. İnanan bir Müslüman olarak söylüyorum.

 

Nedir bu borç?

 

Bütün tarihi seyri içerisinde pazarlıksız, hilesiz, tereddütsüz bu ucun sonunda teslim olmuş bu millet ve katkı sunmuş, hizmet vermiş bu millet. Zaman içerisinde çok ciddi manada haksızlığa, bazen zulüm noktasına varan muameleye maruz kalmıştır. Onun için bu ucun sonunda, bu milletin borçları var. Bunu düzeltmek için de çok geciktirmenin bir anlamı olduğuna inanmıyorum.

 

BEDİÜZZAMAN DAHİLİ MUHAREBEYE MÜSAADE ETMEMİŞ

 

Bu arada “Hür Adam” filmi sizin bu düşüncelerinizle ilişkili tezi işliyor diyebilir miyiz? İzlediyseniz orada bazı bölümlerin Kürt-Türk kardeşliğinin işlendiği sahneler var.

 

Bediüzzaman Said Nursi, çocukluğumuzdan takip ettiğimiz ve kitaplarındaki bütün görüşlerinde dâhili muharebeyi netice verecek hiçbir eyleme müsaade etmemiş. İster etnik milliyet adına ister din adına, din adına dahi asla kendi dâhili muharebeyi netice verecek çatışmaya ve hiçbir eyleme müsamaha ve müsaade etmemiş. Ama fikri mücadeleye sonuna kadar destek vermiştir. Kendi düşüncelerini her platformda, mahkemelerde de zindanlarda da haykırarak söylemiştir. Pervasızca söylemiştir.

 

İngilizler İstanbul’u istila ederken haykırmıştır. Ruslara esir iken haykırarak söylemiştir. Güneydoğu’da medrese hocalarına ve tarikat şeyhlerine de tavır koymuştur. Osmanlı’da Sultan Abdülhamit’e ve Sultan Reşad’a da tavır koymuştur. Yeri gelince M. Kemal’e de fikirlerini çok açık ve net söylemiştir.

 

Çok dikkat çekti zaten. Nasıl bacak bacak üstüne atıp bunu söyleyebilir falan, diye.

 

Tabi ben o bacak bacak üstüne attığı olayı bilmiyorum. Ama Bediüzzaman’ın tavrı budur. Bediüzzaman’ı gençliğinden ve çocukluğundan beri takip eden, Tarihçe-i Hayat’ını okuyan, tutumunu bilen ve eserlerini okuyan herkes bu hakkı teslim eder. Kimseye boyun eğip teslim olan bir şahsiyet değildir. “Medenileri galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir” diyor.Kim kaba kuvvete müracaat eder? Sözü olmayanlar. Yani söyleyecek bir sözü kalmayanlar kaba kuvvete müracaat eder.

 

HÜR ADAM FİLMİ SAİD NURSİ’Yİ DOĞRU TANINMASINA VESİLE OLDU

 

Kamuoyunu yanlış bilgilendiren bir kısmı “Hür Adam” filmi ile sanki izale oldu gibi. Aynı şekilde düşünüyor musunuz?

 

Elbette ki düşünüyorum. Hür Adam filmi Türkiye’nin gündemine getirdi Bediüzzaman’ı. Bediüzzaman’ı Şeyh Said ile iltibas ettirenler vardı. Hatta bir kısmı, Nutuk’ta geçen İngiliz Muhipler Cemiyeti üyesi olan Said Molla diye -ki o zatı tanımıyorum- sadece nutukta geçiyor, O’nunla karıştıranlar vardı.

 

Hâlbuki İngilizlere karşı Hutuvvat-ı Sitte eserinde seslenmiş Bediüzzaman.

 

Bilirsiniz, Bediüzzaman İstanbul’un işgali sırasında, İstanbul’da kendisi Daru’l Hikmet-i İslamiye azasıdır. Ve İslam meşihatt dairesinden Anglikan Kilisesi başpapazı 6 sualime karşı 600 kelimeyle cevap istiyor. Kim buna cevap verebilir? Verse verse Bediüzzaman Said Nursi buna cevap verir. Yanlışsa düzeltin. Yanılmıyorsam O da o zaman Sebilürreşad dergisinde matbuat lisanîyle cevap veriyor.

Diyor ki; 600 kelime ile değil, 6 kelime ile de değil, bir tükürükle cevap veriyorum; Tükürün o hayâsız yüzlere!

 

Bence Bediüzzaman’ın İngilizlere karşı bu çıkışından sonra Ankara’nın nazar-ı dikkatini celb etmiştir. Bediüzzaman’ı, O’nun fikirlerinde istifade etmek üzere davet etmişlerdir. Bediüzzaman’ın M. Kemal ile görüşmesi doğrudur. Biz daha çocuk yaştayken öğrendiğimiz ve bildiğimiz bir olay fakat bacak bacak üstüne atıp atmadığı noktasında Bediüzzaman’ın üslubu mudur, değil midir? Onu bilmem.

 

En azından kamuoyundaki yanlış bilgileri bir nebze olsun düzeltme babında gündeme geldi.

 

Sanki Bediüzzaman, M. Kemal’e muhalefet ederken ayrı bir siyaset, ayrı bir devlet edinme, ayrı bir siyasi oluşum içine girme gibi bir düşüncesi yok ki Bediüzzaman’ın. O, fikir dünyasında ve fikrini bütün dünyaya haykırarak. O’nun iman meselesi var.

Yani imansızlık cereyanı var o dönemde. ‘Eğer Abdulkadir-i Geylani, İmam Rabbani, Ahmed-i Faruki gibi zatlar bu zamanda olsalardı, bütün himmetlerini Hakaik-i imaniye’nin takviyesine sarf edeceklerdi’ diyor.

 

 

Bugün insanın gerek bireysel mutluluğu, gerekse sosyal barış noktasındaki değerlerin insanda oturmasıyla ancak sorunun çözülebileceği görüşüne yeni geliyor bugünün bilim dünyası da. Ne düşünürsünüz?

 

Tabi canım. Netice itibariyle %99’unu Müslüman kabul ettiğimiz bir İslam ülkesi bir İslam coğrafyasında ve dinin tarih sahnesinde zaafa uğratılmak istendiği, komünizmin revaçta olduğu bir ortamda inkâr-ı ulûhiyet fikrinin revaç bulduğu bir dönemde Bediüzzaman’ın bir çıkışı var. Onu o şartlar içinde değerlendirmek lazım. Dolayısıyla bu filmi yapanları da tebrik ediyoruz, takdir ediyoruz. İnşallah bu dünyada meyvesini alamasa da ahirette neticesini alırlar. Türkiye’deki Türk insanı güneydoğudaki nahoş olan, hiçbirimizin kabul edemediği, hiçbirimizin tasvip edemeyeceği bir takım nahoş hadiselerle birlikte, insanı biraz sıkıntıya sokan, ızdırap veren belki öfkelendiren hadiselere rağmen batıdaki ve kendini Türk kabul eden kardeşlerimizin de nazar-ı müsamaha ile olaylara yaklaşmaları ve daha farklı bir pencereden bakmaları gerektiğini düşünüyorum.

 

Bugüne kadar otuz senedir bu çatışmada çok çirkin hadiseler cereyan etmesine rağmen, bu millet birbirine düşürülmek istendiği halde bu iki unsur düşünülmediyse, bunu birbirine bağlayan çok güçlü rabıtalar var. Bunlar da yıkılmak isteniyor. Tek başına bütün bu olayları İslam’a havale edelim demiyorum, Allah’a havale edelim, bu iş böyle çözülsün mantığı ile yaklaşmıyorum.

 

DEVLET BEDİÜZZAMAN’IN YÜZ YIL ÖNCE SÖYLEDİKLERİNE YENİ GELİYOR

 

Kolaycılık olmuyor mu?

 

Ama önemli bir değerimizdir, önemli bir çimentomuzdur İslâm. Birbirine bağlayan önemli unsurlardır. Bundan kesinlikle vazgeçmemek lazımdır. Öbür taraftan devlet ve siyaset adamlarımızın da muhakemeli ve muvazeneli bir şekilde olayları teşhis edip, hakkı teslim adına, Bediüzzaman’ın yıllar öncesinde söylediği, çok veciz tabirlerle söylediği devlet o noktaya bugün daha yeni yeni geliyor. Ama tam da gelmemiş sayılmaz.

Diyor ki; ‘Arapça vacip, Türkçe lazım, Kürtçe caizdir’ bu kadar veciz bir lisanla taa o dönemlerde söylemiş. Caizdir, konuşulur, söylenir. Bunda bir beis yok. Kimse bundan endişe etmesin, korkmasın. Fakat yıllarca dil yasaklandı. O dilden başka bir şey bilmeyen insanların kendi dilini konuşmaması yani ağzına gem vurulması. Bugünkü pencereden bakılınca belki herkes gülüyor ama yaşanmış bu. Ben, bu gerçekleri gören bir insanım.

 

HERKES ÜMİTSİZLİĞE DÜŞMÜŞKEN, BEDİÜZZAMAN…

 

İleriye yönelik gelişmeleri nasıl buluyorsunuz? İyimser buluyor musunuz?

 

Hiçbir zaman ümitsizliğe, ye’se, çaresizliğe hayatımızda yer yoktur. Böyle bir şey olması mümkün değildir. İslam dünyasının esaret döneminde Bediüzzaman’ın Tiflis’te Şeyh Sanan Tepesi’inde  Rus polisinin sorusuna verdiği cevap enteresandır, “Ne yapıyorsun?”sualine; “Medresemin planını yapıyorum” diyor. Rus polisi;”Sen ne medresesinden, ne İslam’dan bahsediyorsun? İslam bitmiş parça parça olmuş” diyor.

 

Osmanlı coğrafyası zapt u rapt altına alınmış’ herkesin böyle ümitsizliğe ve çaresizliğe düştüğü bir ortamda, Bediüzzaman;

Kafkas’taki Müslümanlar, Rus askeri rüştiyesinde talim terbiye görüyor. Mısır, İslam’ın zeki bir mahdumudur. İngiliz mekteb-i idadiyesinde ders görüyor. Günün birinde bunlar vazifelerini idame edip, kahraman pederleri olan İslam’ın başına geçecekler ve İslam’ın bayrağını dalgalandıracaklar” diyor. Ve “Ümitvar olunuz şu istikbal inkılabatı içinde en gür seda İslam’ın sedası olacak!”’ demiştir. Bütün bunları da yaşayarak görüyoruz.

 

Yüz sene önce söylemiş.

 

Yaşayarak görüyoruz. Gelinen noktaları görüyoruz. O noktadan bu noktaya gelinmişse bu emareler yok farz edilemez. İstikbalde umutsuzluğa, çaresizliğe düşecek bir şey yok. Türkiye, büyük bir ülkenin adı olacak. Türkiye, Türküyle, Kürdüyle, Lazıyla, Çerkeziyle herkesin kardeşçe yaşadığı bir ülkenin adı olacak. Ve birbirlerinin iyi anlayacaklar, birbirlerini iyi tanıyacaklar, birbirlerini de iyi sevecekler. Buna iman ediyorum, Kürtler de yakın tarihte günü gelecek Türkiye’nin başına gelebilecek en küçük beladan ve musibetten daha çok kendileri elem ve ızdırap çekecekler. Türkiye’nin her meselesinde, özellikle dış meselelerde kendileri göğüslerini siper edecekler. Kürtlerde bu ülkeye ihanet edecek bir anlayışı asla görmem mümkün değildir. Bir takım haksız uygulamalar ve yanlışlıklar olmuştur. Tarihin toz bulutları içinde raflara konulmuş ve birikimi olan bir takım sıkıntılar var. Bunlar kusuldu zaten. Bu, artık deşifre oldu. Bunu artık şalın altına sokamazsınız. Bunu sağlıklı bir şekilde bir düzene bağlamak durumundasınız. Kardeşliği daha güçlendirecek bir rabıtayı bağlamak adına söylüyorum. Ve bu, gerçekleşecektir. Buna mani olacak hiçbir şey yoktur.

 

İdeolojik saplantılardan kurtulduğumuz andan itibaren bunların çözümü kolaydır. Çok basittir. Ben, PKK’nın veya Türk-Kürt bölünmesi noktasında onların getireceği tehdit ve bölünmeden ziyade, devletin birçok kademelerinde bulunan önemli şahsiyetlerin ve bir takım siyasi parti liderlerinin veya siyasetçilerin kolaycı yöntemlerle şuna bölücü, buna bölücü, Türkiye bölünüyor imajını sürekli vere vere zaafa uğratmalarından kaynaklanan bir takım sıkıntılar var.

 

Durup dururken elbette olmuyor ama bir PKK olayı gerçeği var. Kürt hareketini kulağa hoş gelmeyen bir takım üslup ve yöntemlerle dillendirenler var. Ama bir tarafta da bölünmeyi sanki maharetmiş gibi, gündelik hayatın felsefesi haline getirenler de var. Bunlar da zamanla itibarsızlaşacaktır. Bu problem çözülecektir diye inanıyorum.

 

 

Geçtiğimiz günlerde sizinle bir telefon görüşmemizde Irak’a gideceğinizi ifade etmiştiniz. Yeni Döndünüz. İzlenimlerinizi alabilir miyiz?

 

Evet… Mardin Valisinin arabasıyla bir Cuma günü ‘Pazartesi beraber Irak’a gidelim’ davetine icabet ettim. Mardin Valisi ile 30 iş adamı ve mahalli bürokratlarla Dohuk, Erbil, Süleymaniye. Yoldayken Musul Valisinden gelen bir ‘Mutlaka sizi bekleriz’ Sayın Valimizi talep etmesi, doğrusu benimle de istişare etti ve ‘Böyle bir talep var, Musul’a da gidelim mi?’ dedi. ‘Evet, kabul edin, gelmişken’ riskli olmasına rağmen. Biliyorsunuz Musul’un henüz güvenlik noktasında bazı problemleri var. Fakat Musul’daki konsolosluğumuz ve oradaki timler koruması altında çok rahat bir gezi yaptık. Musul Valiliği ile temaslarımız oldu. Ama orada Işık Üniversitesinin rektörü ile tanışma fırsatını bulduk.

 

Süleymaniye’de, Erbil’de, Dohuk’ta, kuzey bölgesinde, Kürt bölgesinde on beş kolej okul ve Irak genelinde de beş kolej. Toplam 20 kolej, 1 üniversite ile ikinci bir üniversiteye de adım atıyorlar. Ve orada 6750 tane öğrenci ile eğitim yapılıyor. Bu öğrencilerin çoğu da büyük iş adamlarının ve oradaki idarecilerin, siyaset adamlarının çocuklarıdır. Ve hepsi çok fasih ve güzel Türkçe konuşuyor. Denizli’den, Manisa’dan, Artvin’den giden 24 yaşındaki öğretmen kardeşlerimiz orada Süryanice ve Kürtçeyi dört yılda öğrenmiş, anadili gibi konuşuyorlar. Ben o hizmeti görünce çok etkilendim. Arkasında şu var, bu var bahanesini üretenlerin gelecekte utanacaklarını düşündüm ve bunu söyledim:

 

“Kim bu işin arkasında şu güç, bu güç var deyip şüphe ve tereddütle bu meseleye yaklaşıyorsa ileride utanacaklar” diye söyledim. Selahattin Eyyubi’nin çocuklarını yine Türk öğretmen kardeşlerimizin terbiyesinden geçerek, kardeşliği tesis edecek anlayışı orada sergilemişlerdir. Onun için korkulacak bir şey yoktur. İstikbale umutla bakmaya çok nedenlerimiz var.

 

IRAKTA İSTİKBALİN PARLAK ZEMİNİ HAZIRLANIYOR

 

Yardımcı unsurlar diyebilir miyiz?

 

Bugün şunu çok açık ve net söylüyorum. Adına Fethullah Hoca ekolu diye söylenen ki; geçmişte benim de soru işaretleri ile dolu olduğum bir ekol ve düşünce tarzı iken, faaliyetlerini yakından gördükçe şunu rahatlıkla söyleyebilirim:

İstikbalin parlak zeminini hazırlıyorlar. Ve daha açık söylüyorum; dünyanın en güçlü bilinen resmi organizasyonları birleşse böyle bir hizmeti yerine getirebilmesi mümkün değildir. Böyle bir hizmeti, böyle bir fedakârlığı, böyle bir anlayışı tesis etmeleri mümkün değildir. Bu sözümle ne demek istediğimi herkes anlar.

 

Onun içindeki ruh ve mana tabi ki diğerleri ile mukayese edilmez aslında.

 

Evet. Onun için bu tür müspet olan güzel hizmetlere bana göre, hiç ideolojik yaklaşmadan,  CHP’lisi, MHP’lisi, Türkiye’de her ne unsur varsa, kendine Kemalist diyenler de dâhil olmak üzere saygıyla, sevgiyle yaklaşmaları gerektiğini düşünüyorum.

 

(Röportajın Birinci bölümü için TIKLAYINIZ)

 

www.RisaleHaber.com

Röportaj Haberleri