Şahıs devri bitti Risale-i Nur meydana çıktı

Ahmed Şahin Hoca, Risale Haber'e konuştu

Röportaj: Ömer Çelebi-RisaleHaber

Türkiye’de dini sorulara çözümler denildi mi akla ilk gelen isimlerin başında bulunuyor Ahmed Şahin Hoca. Risale-i Nur’lara olan vukûfiyeti ile de biliniyor… “İstanbul’da nur hizmetlerinde nasıl gayret ediyordunuz?” sorumuza, “Süleymaniye’de müezzinlik yapıyordum, yatsı namazını kıldıktan sonra Halil Yürür’le beraber sabah namazına kadar teksir makinesi ile Sözler’i basıyorduk” diyor.

O dönemlerde İstanbul’da sadece “46 Numara” diye bilinen küçük bir dershanede derslere katılabildiklerini söylüyor Ahmed Şahin Hoca: “Sokağın her iki başında pardesülü sivil polisler vardı. Girip çıkanları sürekli gözetliyorlardı. O küçücük oda da bile Hürriyet gazetesi haftada iki defa manşet atardı: “Nurcular ayin yaparken, yakalandı” derdi” diyor.  

Ahmed Şahin Hoca’nın 1935 senesinde Yozgat’ın Çayıralan ilçesinde başlayan 78 yıllık bir hayat serüveni var. Kayseri’de Kur’an eğitimi alıp 1950 senesine hafızlık diplomasını alıyor. 1952 senesinde ise İstanbul’a gelip Tefsir, Kelam Hadis üzerine eğitimler alarak 1960 yılında Süleymaniye Camisine din görevlisi olarak atanıyor. Sırayla Hür Adam Gazetesi, İttihad Gazetesi ve Yeniasya’da yazı hayatına başlayan Ahmed Şahin hoca 1988 yılından beri Zaman Gazetesinde yazıyor.

Sohbetimiz oldukça keyifli ve sıcak bir havada geçiyor, Risale Haber’e de hizmetlerinden dolayı tebrik ettiğini belirten Şahin “ben her sabah Risale Haber’i açıp nur haberlerini takip ediyorum” diyor.

RİSALE-İ NURLARI ANLATIRKEN MAHREMİYETE ÖNEM VERİLMELİ

Risale-i Nurları nasıl takdim etmemiz gerekiyor?

Risale-i Nur’u sosyal hayatta sivrilterek nazara vermek, okuyucuları öyle tahkir edip Risale-i Nur kaidelerini vuran, kıran, kesen, kesin hükümler veren bir üslupla vermemeye çok dikkat etmek lazım geliyor.

Anlatmakta ölçü ne olmalıdır?

Geçenlerde Risale Haber’de yazarınız Ahmet Ay’ın “Risale-i Nur’da mahremiyet” içerikli yazısını okudum.  Mahrem ise Üstad niye yazmış? Ahmet Ay araştırıp, müthiş ifade etmiş. Bazı meseleler var, her yerde söylenmez. Söylediğinde, muhatabın o konu hakkında söz sahibi değilse, teslimiyeti yoksa kaçırırsın onu. Üstad o bakımdan mahremdir diyor. Her doğru her yerde söylenmez. O yüzden bazı mahrem olan meseleleri kardeşlerimiz derslerde ya hiç anlatmasınlar ya da muhatabın durumunu düşünerek o meseleyi yumuşatarak anlatsınlar.

MEYDANA ARTIK RİSALE-İ NURLAR ÇIKTI ŞAHSA NAZAR EDİLMEMELİ

Bu dönemde şahsı manevi ne kadar ehemmiyetledir. Nazarlar hep ona mı yönelik olmalı?

Şahsı nazara vermemek gerekiyor. Bazen yapılan yorumlara bakıyorum: “Sağol abi! Siz olmasanız başımıza felaket gelir! Siz varken gam yok!“ gibi notlar çıkıyor. Şimdi şahıslara bu kadar büyük makam vermek, siz varken mesele yoktur gibi ifrat edip nazara vermek uygun düşmüyor. Uygun olan nedir? Şahsı nazara vermek değil, kaideleri nazara vermektir. Artık şahsın hakim olma devri bitmiştir. Bir adam kendini çok nazara veriyorsa o enaniyet peşindedir. Havz-ı Kevser-i Kur’an’iyede kendisini eritmiyor o. Üstad “kardeş kardeşe peder olmaz” diyor. Bir adama veya birkaç tane abiye makam verip diğerlerini karşısında el pençe durdurmuyor Üstad. Onların da Havz-ı  Kevser-i Kur’an’iyede enaniyetlerini eritip şahsı-ı maneviyi temsil etmeleri gerekiyor. Bu zaman geçtikçe ihtiyaç haline geliyor. Şimdi şahısların peşinden gitme devri bitmiştir artık. Kaidelerin, hükümlerin ve ölçülerin devri başlamıştır. Şahs-ı manevinin esas olması gerekiyor. Meydana artık Risale-i Nurlar çıktı.

Peki bizden büyük, büyük gayretlerle hizmet etmiş ağabeylere nasıl davranmak gerekiyor?

Tabi ki ağabeylere hürmetimizi, saygımızı korumamız şarttır. Hürmet ve saygıyı korumazsak o zaman vefasız, hürmetsiz en önemlisi de mirasyedi gibi oluruz.

Risale Haber’in çalışmalarını nasıl buluyorsunuz?

Risale Haber hizmet ediyor, her geçen gün de kuvvetleniyor Elhamdulillah. Ben her sabah evvela açıp oradan nur haberlerini takip ediyorum. Allah ebeden razı olsun.

HER YATSI NAMAZINDAN SONRA 46 NUMARAYA DERSE GİDERDİK

Biraz sizden bahsedelim, Risale-i Nurlara nasıl gönül verdiniz? İstanbul’da nasıl bir nur hizmeti vardı? İstanbul’da elli sene önceki nur hizmetlerini bize anlatabilir misiz?

Şimdi elli sene önce deyince ben Süleymaniye Cami’sinde müezzindim. Bizim İstanbul’un ilk dersanesinden olan “46 Numara”ya sık sık giderdim. Çünkü camiye çok yakındı. İstanbul’da medrese mefhumu orası ile başladı. 10 m2’lik odaydı. O küçücük oda da bile Hürriyet gazetesi haftada iki defa manşet atardı: “Nurcular ayin yaparken, yakalandı” diye.

Her yatsı namazından sonra oraya derse giderdik. Ama şimdiki gibi rahatça gidilmiyordu. Sokaktan geçeceğimiz vakit, illaki sivil polis beklerdi. Kendilerini bizden gizlemek için pardesü ve foterli olurdu. Biz yanlarından geçtiğimiz vakit sağa sola bakamdan 46 Numaraya girerdik.

NUR TALEBELERİ HAPSOLUNMA İHTİMALİNDEN DOLAYI EVLİLİĞİ TEHİR EDİYORLARDI

Her an baskın yapabilirlerdi. Her an götürülebilirdiniz. Çok sıkıntılı dönemlerdi. Lâtife olsun diye bir hatıra anlatayım.  Bir gün orada bir ders yapıldı. Derse yeni gelen bir kardeş vardı. Hoşgeldiniz dedim, o da bana gayr-i ihtiyari olsa gerek “Nurcuların hapsedilme ihtimali olmasa daha çok gelirim” hocam demişti. Evet, o dönemlerde nur talebeleri hapsedilme ihtimalinden dolayı evliliği tehir ediyorlardı. Çünkü eninde sonunda bizi yakalayıp tevkif edecekler. Çoluk çocuğa yazık olurdu.

O AKŞAM BÜTÜN RİSALE-İ NURLARI BİZİM GECEKONDUYA TAŞIDIK

Halil Yürür diye bir kardeşimiz vardı. O zaman bizim fedaimiz oydu. Risale-i Nurların kitap olarak saklanması için gayret gösterirdi. Bastırmak mesele, ondan sonra da saklamak meseleydi.  O kitaplar ne zorlukla hazırlanıyordu. Matbaa yasaktı, teksirle çoğaltılıyordu.  Kitap basabilmek için ömür veriliyor. Bir gün polisler Halil Yürür’ün kitabı sakladığı yeri tespit etmişler.  O gece bana ulaştı, “polislerin burayı tespit ettiğini öğrendim. Bu kitapları ivediyle başka yere saklamalıyız” dedi. Benim de bir gecekondum vardı. O akşam bütün kitapları bizim gecekonduya taşıdık. Allah’a şükür yakalanmadık. Halil Yürür’ün işi Risale-i Nurları böyle kollamak ve saklamaktı. Allah ondan razı olsun.

SABAHA KADAR “SÖZLER”İN BÜYÜK BİR KISMINI BASTIK

Başka ne oldu?

Bir de Halil Yürür, teksir makinesindeki kitapların basılmasını üstlenmişti. Bir gün Süleymaniye’de yatsı namazından sonra “Haydi Ahmed Şahin hizmet var, hizmete gideceğiz” dedi. Ben de: “Abi ben gidemem sabah namazına camiyi açacağım” dedim. “Yahu hocadan da nurcu olmaz diyorlar doğrudur demek ki. Sabah namazına açacaksın camiyi, sabaha kadar hizmet et sonra camiyi açarsın” dedi.  Neyse Saraçhane’den Çarşamba’ya oradan da aşağı bir sokağın bodrum katında sessiz sedasız bir odaya geldik. Çıkardı teksir makinesini,  bir taraftan kağıt veriyor ben de diğer taraftan çekiyordum. İkimiz sabaha kadar “Sözler”in büyük bir kısmını bastık. Sabah’a karşı da ben tekrar Süleymaniye’ye sabah namazı için geldim.

Zamanla bu sıkıntılar nasıl azaldı, bugünkü durumlara nasıl gelindi?

Tevkif edilen nurcuların beraat kararı iki koca cilt haline gelince sıkıntılar azaldı!

O OLMASA BÜTÜN NURCULARIN İŞİ BİTİKTİ

Bekir Berk ağabeyle sık sık diyaloglarınız vardı? Birkaç hatıra aktarabilir misiniz?

Allah ondan ebeden razı olsun. O olmasa bütün nurcuların işi bitikti. Çoğu korkar kaçardı. Ama Bekir Berk ağabeydeki cesaretle cesaretleniyorduk. O dönemde en çok dinlediğimiz cümleler: “Niye endişeleniyorsun yahu mübarek, mahkemeye mi verecekler? Versinler… Ne olacak arkamızda Bekir Berk var, neden korkuyorsunuz” telkiniydi. Yazdığım bir yazıdan dolayı benim hakkımda 2 tane celp geldi. Mahkemeye çağrıldım.

Yazının muhtevasında ne vardı? Ne için dava açıldı?

Manisa’da gençler sokakta hippi kıyafetli birini bulmuşlar, götürüp tıraş etmişler. Ben de “elleriniz dert görmesin” diye bir yazı yazdım. Bu yazı için dava açıldı.

Sonra?

Sonra suça teşvikten dava açıldı ve ben dava dosyamı Bekir ağabeye verdim. Hayatımda hiç mahkemeye gitmemiştim. Mübaşir okudu ismimi, girdim çok kısa birkaç sual sordu. Bekir ağabey vekilliğimi alınca artık hiçbir duruşmaya gitmedim. Bir gazete manşetlerine baktım. “Duruşmalara bir türlü gelmeyen Ahmed Şahin de beraat etti.”

MÜTHİŞ RİSALE OKUYORUM

Zübeyir ağabey sizde nasıl bir iz bıraktı. Onunla nasıl bir anınız var?

Süleymaniye’de müezzin iken caminin tam duvar tarafında çok küçük bir odam vardı. İki insan zor sığardı. Ama Elhamdulillah orada müthiş Risale okuyorum. Zübeyir ağabey de bendeki o risale okuma şevkinden çok etkilenmiş olsa gerek ki bir gün benim odama geldi. Hasta zaten, o basamakları çıkıncaya kadar halden düşmüş. Çok üzüldüm oraya kadar zahmet ettiği için. O da bana “hasta buraya kadar geldiği için üzülüyorsun değil mi? Bak Ahmed kardeşim, “yeknesak istirahat döşeğinde geçen hayat, hayr-ı mahz olan vücuttan ziyade, şerr-i mahz olan ademe yakındır ve ona gider” dedi.  Bu cümleyi söyler söylemez şak diye ezberledim ve ömrüm boyunca o cümleyi hiç unutmadım.

Röportaj Haberleri