İçtihâd Heveslilerine

Prof. Dr. Şadi EREN

İçtihâd, İs­lâm Dîninin en önemli unsurlarından biridir. Hakkında doğrudan âyet veya hadîs olmayan mes’elelerin hükmü içtihâdla verilir. Bu yönüyle içtihâd, bu dînin olmazsa olmazlarındandır. Zîrâ olaylar âdeta sınırsız, nasslar (âyet ve hadîsler) ise sınırlı olduğundan yeni ortaya çıkan mes’elelerin hükmü içtihâdla verilebilecektir. Ancak içtihâdı “vücûdun büyümesi” gibi görmek ve uygulamak gerekir. Yoksa dıştan müdahaleyle o vücûdu büyütmeye çalışmak, fayda değil zarar verir.

Günümüzde içtihâd heveslilerinden bir kısmı kendi hevâ ve heveslerinden yola çıkarak yeni içtihâdlar yapmak ve bunlarla dîni -güya- modern bir görüntüye kavuşturmak istemektedir.

Nasreddîn Hocayla ilgili şöyle bir fıkra anlatılır: Hoca, leyleğin gaga ve bacaklarını çok uzun görünce eline makası almış, gagasından ve bacaklarından biraz kesmiş, ardından da şöyle demiş: “İşte şimdi kuşa benzedin!”

Kendisi doğru dürüst İs­lâm’ı yaşamayan birinin günümüz akımlarından etkilenerek dîne yeni bir görünüm kazandırmaya çalışması -tabir yerindeyse- onu “kuşa çevirmek” operasyonudur.

Ama dînde samimi, şahsî hayâtında onu uygulayan biri ihtiyâç olan konularda içtihâda yönelebilir. Bu, cesed büyüdüğünde artık dar gelen elbiseyi yenilemek gibidir.

Nasıl ki fırtınalı bir havada değil kapıları açmak hattâ pencereleri dahi kapatmak gerekir. Böyle dalâlet fırtınalarının estiği bir vasatta da önceki devirlerdeki selef âlimlerinin içtihâdlarıyla hallolmuş mes’eleleri gündeme getirmek değil, dînin zarûrî mes’elelerine ağırlık vermek gerekir. Yılanlar saldırırken sineklerle uğraşılmaz. Nesillerin îmânlarına saldırılırken, tartışmaya açık içtihâdi konularla vakit kaybedilmez. Sözgelimi “Seferde dört rekâtlı farz namâzları iki kılmak ruhsat mıdır, yoksa azîmet midir?” gibi fürûâtla gündemler meşgûl edilmez.

Not: “İçtihâd Risalesi - 27. Söz”deki ifâdelerinden hareketle, bazılarının “Bedîüzzaman, içtihâd kapısını kapatmıştır” hükmüne varmaları fevkalâde yanlıştır. Organ nakli, bitcoin, sigorta, kredili satış…” gibi yeni konularda içtihâd yapmanın önünde herhangi bir engel yoktur ve olamaz da…

Bedîüzzaman’ın itiraz ettiği durum ise, dînin usûlüne ağırlık vermek gerekirken selefin içtihâdlarıyla zâten hallolmuş mes’elelerde yeni içtihâdlarda bulunmak, insânları dînin furuatıyla meşgûl etmektir.

Günümüzde içtihâda hevesli olanların önemli bir argümanı, dîni günümüz şartlarında yaşanabilir kılmaktır. Niyet olarak bu isâbetli bir bakış olmakla beraber, içtihâd heveslilerinin nerede duracakları da belli değildir. Kur’âna ciltlerle tefsir yazmış profesör ünvanlı bir akademisyenin şu hazin sözleri buna ibretlik bir misâldir:

“Gelin Ramazân orucunu Eylül ayına sâbitleyelim. Tarlada olanlar işlerini, tatilde olanlar tatillerini tamâmlarlar. Havalar ne sıcaktır ne soğuk. Günler ne uzundur ne kısa…”

Hâlbuki böyle bir içtihâd dînin rûhuna aykırıdır. Âyette “Ramazân ayı: Şehr-i Ramazân” ifâdesi vardır, “İstediğiniz bir ayda” denilmemiştir. Bir konuda nass, yani âyet veya hadîs varsa o konuda içtihâd yapılmaz.

İşte, “hayâtı kolaylaştıralım, İs­lâm’ı daha rahat uygulanır hâle getirelim” şeklinde modernist bir yaklaşımın nerede duracağı belli olmadığından böylelerinin içtihâdlarına itibar edilmez, onların ipleriyle kuyuya inilmez.

İnsânların nefisleri kolay ve kaçamak yollara gitmeye meyillidir. Bu mâhiyetteki nefislere ruhsat yollarını göstermek yerine işin azîmet boyutu anlatılmalı, o yolda gitmeleri sağlanmalıdır.

Bediüzzaman bu meselede şöyle der:

“Lâubali lâkaydlar her bir zamân u ânı

Okşanılmaz ruhsatla, şiddeten îkâz olur terhib u azîmetle.”[1]

DÎNÎ HÜKÜMLERDE RUHSAT VE AZÎMET

İs­lâm Fıkhının önemli konularından biri, ruhsat ve azîmet konusudur. Bedîüzzaman şöyle der:

“Lâubâliler ruhsatlarla okşanılmaz; azîmetlerle şiddetle îkâz edilir.”[2]

Azîmet ve ruhsat birbirine mukâbil olarak kullanılan iki kavramdır. Bir cihetten azîmet “ârızî hâllere bağlı olmaksızın başta konan aslî hükümlere verilen addır.” Yani dinde herhangi bir mes’elenin hükmü verilmişse buna azîmet denir. Ruhsat ise, arızî bazı durumlar sebebiyle bu hükmün hafifletilmiş şeklidir. Mesela oruç tutmak normal şartlarda bütün mükelleflere farz olan aslî bir hüküm olması bakımından bir azîmettir. Hasta ve yolculara, karşılaştıkları güçlük sebebiyle oruç tutmama kolaylığının tanınmış olması ise bir ruhsattır. Bazı fıkıh âlimleri, karşılığında ruhsat bulunsun veya bulunmasın bütün aslî hükümlere azîmet derken, bazıları da yalnız karşılığında ruhsat bulunan hükümlere bu adı vermektedir.[3]

Ruhsat, “şer‘an geçerli mazeretlere binâen normal durumlara ait aslî hükmün (azîmet) gereğine uymamayı meşrû hâle getiren, kolaylaştırma esâs­ına dayalı geçici hüküm” şeklinde de tarif edilir. Meselâ normal şartlarda şarap içmek harâm iken susuzluktan ölme tehlikesinin bulunduğu durumlarda buna müsâade edilmiştir.[4]

Ruhsat ve azîmet konusu, “fetvâ - takvâ” ikilisiyle de ifâde edilir. Kişi, başkalarının suâline cevâb olarak işin fetvâ ve ruhsat yönünü nazara verir, ama kendi şahsi hayâtında azîmet ve takvâyı esâs­ alması uygun düşer. Mes’elenin bu yönüyle ilgili Bedîüzzaman şöyle der:

“Risale-i Nûr gerçi umûma teşmil sûretiyle değil; fakat herhâlde hakîkat-ı İslâmiyenin içinde cereyân edip gelen esâs-ı velâyet ve esâs -ı takvâ ve esâs-ı azîmet ve esâsât-ı Sünnet-i Seniye gibi ince fakat ehemmiyetli esâsları muhâfaza etmek bir vazîfe-i asliyesidir. Sevk-i zaruretle, hâdisatın fetvâlarıyla onlar terkedilmez.”[5]

[1] Said Nursî, Asar-ı Bediiye, s. 588.

[2] Nursî, Mektubat, s. 477.

[3] Mustafa Baktır, “Azîmet” md. DİA, IV, 330.

[4] Bkz. İbrahim Kâfi Dönmez, “Ruhsat” md. DİA, XXXV, 207.

[5] Nursî, Kastamonu Lahikası, s. 76-77.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.