Hz. Peygamberin Tebliğ ve Tebyin Vazifesi

Prof. Dr. Şadi EREN

Tebliğ ve tebyin, Hz. Peygamberin en önemli iki görevidir. Bunlardan birincisi kendisine gelen vahyi insanlara ulaştırmasını, ikincisi ise bunu insanlara açıklamasını ifade eder. Şu âyet, Onun tebliğ görevini anlatır:

“Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et.”[1]

Peygamber için “kavmim bana muhalefet eder, onların hoşlanmayacağı şeyleri en azından şimdilik söylemeyeyim” gibi telakki asla söz konusu olamaz. Onun en birinci görevi, vahyin hakikatlerini insanlara ulaştırmaktır ve bunu da bihakkın yapmıştır.

Hz. Aişe, üstteki âyeti nazara vererek şöyle der:

“Kim ‘Muhammed Allah'ın kitabından bir şey gizledi’ der­se Allah'a en büyük bir iftira atmış olur.”[2]

Şu âyet ise Onun tebyin görevini anlatır:

“Sana da Zikri (Kur'anı) indirdik ki, insanlara indirileni açıklayasın.”[3]

Kur'anda meseleler genelde ana hatlarıyla geçer, Hz. Peygamber ise bunların ayrıntılarını anlatır ve kendi uygulamasıyla da nasıl yapılacağını gösterir. Mesela Kur'anda “Namazı kılın ve zekâtı verin” âyeti vardır.[4] Ama namazın nasıl kılınacağı, hangi vakitlerde kaç rekât olarak eda edileceği, rükûda secdede neler okunacağı gibi ayrıntılar; öte yandan hangi maldan ne kadar zekât verileceği gibi durumlar Hz. Peygamberin açıklamaları ve uygulamalarıyla gösterilmiştir.

Nitekim O, bu yönünü şöyle ifade eder: “Ben ancak bir muallim olarak gönderildim.”[5] Onun hadis kitaplarında yer alan dinle alakalı sözleri, açıklamaları ve uygulamaları, muallimliğinin muhteşem delilleridir.

HZ. PEYGAMBERİN HÜKÜM KOYMA YETKİSİ

Bir defasında Peygamber Efendimiz bir ipek kumaşı sol eline, bir parça altını da sağ eline aldı. Sonra bunları elleriyle yukarı kaldırdı, orada bulunanlara gösterdi ve şöyle buyurdu:

“Şu iki şey ümmetimin erkeklerine haram, kadınlarına helâldir.” [6]

Günümüzde bazıları “Kur'an bize yeter” diyerek dinin ikinci kaynağı olan Hz. Peygamberin sünnetini itibarsızlaştırma gayreti içindedir. Hz. Peygamber “erike hadisi” adıyla meşhur olan bir rivayette mucizane bir şekilde böylelerinin çıkacağını haber vermiş ve şöyle demiştir:

"Haberiniz olsun ki bana Kitab ve bir de Onun misli verilmiştir. Biliniz ki karnı tok bir adamın koltuğuna yaslanıp oturarak şöyle diyeceği zaman yakındır: ‘Bu Kur'an'a uyun! Onda helâl bulduklarınızı helâl, haram bulduklarınızı da haram addedin.’ Haberiniz olsun ki, ehlî merkep eti, yırtıcı kuşların eti size helâl değildir."[7]

Kur'anda yenilmesi yasak olan etlere baktığımızda şu âyeti görürüz:

“O (Allah), size ancak şunları haram kıldı: Meyte (boğazlanmadan ölen hayvan), kan, domuz eti, bir de (putlara kurban etmek gibi) Allah'tan başkası adına kesilen hayvanlar.”[8]

Hz. Peygamber, burada bildirilenler dışında katır, merkep, köpek gibi hayvanlarla; kartal, atmaca, şahin ve doğan gibi yırtıcı kuşların etlerinin haram olduğunu da bildirmiştir.[9]

Ona verilen hüküm koyma yetkisini şu iki âyette görebiliriz:

“O Peygamber onlara iyiliği emreder, kötülükten meneder; temiz-hoş şeyleri helâl, pis-çirkin şeyleri haram kılar…”[10]

“Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve âhiret gününe iman etmeyen, Allah’ın ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini din edinmeyenlerle, zelil olarak kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.”[11]

Dikkat edilirse, birinci âyette Hz. Peygamberin helâl ve haram kılma ciheti nazara verilmiştir. İkinci âyette ise bu iki cihetten haram kılma özelliği ifade edilmiştir. Yani Allah’ın haram kılması gibi, peygamberin de haram kılması söz konusudur. Bu, vahye dayalı olarak ifa edeceği görevleri arasındadır.

Hz. Peygamber, Allah’ın verdiği bu yetkiyle mesela eşek etinin haram olduğunu beyan etmiştir.[12] Yoksa Müslümanlar âyette böyle bir yasak olmadığından onun etini yemekte bir beis görmeyebilirlerdi!

VAHY-İ GAYR-İ METLUV

Hz. Peygambere Kur’an dışında vahiy gelip gelmediği tartışmalı bir konudur. Ekser âlimler, Ona Kur'an vahyi dışında da vahiy geldiğini söylerler. Bediüzzaman şöyle der:

“Vahiy iki kısımdır:

Biri: Vahy-i sarihîdir ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm onda sırf bir tercümandır, mübelliğdir, müdahalesi yoktur. Kur'an ve bazı ehadîs-i kudsiye gibi...

İkinci Kısım: Vahy-i zımnîdir. Şu kısmın mücmel ve hülâsası, vahye ve ilhama istinat eder; fakat tafsilâtı ve tasviratı, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a aittir. O vahiyden gelen mücmel hâdiseyi tafsil ve tasvirde, Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm bazan yine ilhama ya vahye istinad edip beyan eder veyahut kendi ferasetiyle beyan eder. Ve kendi içtihadıyla yaptığı tafsilât ve tasviratı, ya vazife-i risalet noktasında ulvî kuvve-i kudsiye ile beyan eder veyahut örf ve âdet ve efkâr-ı âmme seviyesine göre, beşeriyeti noktasında beyan eder.”[13]

Şu âyet-i kerime, bir cihetten konumuzla alakalıdır:

“Nitekim kendi içinizden bir peygamber gönderdik. O size âyetlerimizi okuyor ve nefislerinizi arıtıyor. Ayrıca size Kitabı ve hikmeti öğretiyor.”[14]

Âyetin son kısmında Hz. Peygamberin insanlara Kitabı ve hikmeti öğretmesi nazara verilmiştir. Buradaki Kitaptan murat Kur'an, hikmetten murat ise genelde Onun sünneti olarak açıklanmıştır.[15]

Kur'ana “vahy-i metluv” yani “tilavet olunan, namazda okunan vahiy” denilir. Ama Hz. Peygambere gelen vahiy bununla sınırlı değildir, bunun dışında bir de “vahy-i gayr-i metluv” vardır. Yani “tilavet olunmayan, namazda okunmayan vahiy.” Bu vahiy bir nevi ilhamdır, bununla da kendisine nice bilgiler verilmiş, nice sırlar öğretilmiştir.

Örnek olarak şu âyete bakabiliriz:

“Hurma ağaçlarından herhangi birini kesmeniz veya olduğu gibi bırakmanız hep Allah’ın izniyledir ve bu, fasıkları rezil etmesi içindir.”[16]

Hz. Peygamber, kendisine hıyanet eden Beni Nadir Yahudilerini kuşatır, bu sırada savaş stratejisi açısından bazı ağaçları kestirir. Yahudiler, "Ya Muhammed, yeryüzünde fesattan nehyederdin. Nasıl oluyor da hurma ağaçlarını kestiriyor ve yaktırıyorsun?" derler.[17]

Âyet, bu konudaki dedikodulara bir cevap niteliğinde gelmiştir. Kur'anın hiçbir yerinde “böyle bir durumda ağaçları kesebilirsin” diye bir hüküm olmadığına göre, bu uygulamanın sarih olmayan bir vahye dayandığı aşikârdır. Zira âyette bu uygulamanın “Allah’ın izniyle” olduğu vurgulanmaktadır.

[1] Maide, 67

[2] Buhârî, Tefsir 53: l

[3] Nahl, 44

[4] Nur, 56

[5] İbn Mace¸ Mukaddime 17

[6] Bkz. İbn Mâce, Libas, 19.

[7] Ebu Davud, Sünnet, 6. Ayrıca bkz. Tirmizî, İlm, 60, İbn Mâce, Mukaddime 2

[8] Bakara, 173

[9] Bkz. Buhârî, Zebâih, 28; Müslim, Sayd, 15-16; Ebu Davud, Et’ime, 32; Tirmizî, Sayd, 9

[10] A’raf, 157

[11] Tevbe, 29

[12] Bkz. Buhârî, Zebâih, 28; Müslim, Sayd, 15-16; Ebu Davud, Et’ime, 32

[13] Nursi, Mektubat, s. 93

[14] Bakara, 151

[15] Mesela bkz. Ebu’l- Fida İsmail İbn Kesir, Tefsîru'l- Kur'ani'l-Azîm, Daru’l- Marife, Beyrut 1982. I, 196; Muhammed Ali Sâbunî, Safvetu't-Tefasir, Ensar Yay. İst. 1987, I, 106

[16] Haşr, 5

[17] Beydâvî, II, 480

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.