Aslında dünyanın yuvarlak veya düz olması doğrudan dinin meselesi değildir. Din, “Dünyayı kim yarattı? Niçin yarattı?” gibi sorularımıza cevap verir. Onun yuvarlak olup olmaması, fenlerin sahasına girer. Böyle olmakla beraber bu mesele hem İslamın hem de başka dinlerin din adamlarını hayli meşgul etmiştir.
Müslüman din adamları, Avrupa’da “Dünya düzdür” kabulünün olduğu dönemlerde “küre-i arz” tabirini kullanmışlar, onlardan en az beş yüz yıl evvelinde dünyanın yuvarlaklığını nazara vermişlerdir. Ancak İslâm dünyasında dinî ilimlerle meşgul olanların az bir kısmı, yakın bir zamana kadar onun düz olduğunu iddia etmişlerdir. Hem de bunu âyetlere dayandırarak… Böyleleri günümüzde de kısmen bulunmaktadır.
Bediüzzaman Said Nursi ehemmiyetine binaen Muhâkemât’ta bu konuya da temas etme lüzumu duymuştur.[1]
Biz burada Muhakemât’ta ele alınan şeklinden yola çıkarak konuyu ana hatlarıyla değerlendireceğiz. Şöyle ki:
Sa’deddin Taftezani (1322-1390) ve Seyyid Şerif Cürcani (1340-1413) eserlerinde dünyanın yuvarlaklığını ifade etmektedirler. Böyle eserlerde “küre-i arz” şeklinde kullanımlar dikkat çekmektedir.
Sa’deddin Taftezani eserinde hava, toprak, su ve ateş unsurlarına dikkat çeker, bunların arz küresinde dairesel bir şekilde bulunduklarını anlatır.[2]
Seyyid Şerif Cürcani, feleklerde küreviyetin esas olduğunu nazara verir. Farklı yerlerde güneşin doğup batmasının, keza güneş tutulmasının farklı olmasının ancak dünyanın kürevi olmasıyla izah edilebileceğini söyler.[3]
Dünyanın kürevi olma durumunda hatıra gelebilen “Arz küre değildir. Zira onda ve onun üzerinde dağlar, tepeler, mağaralar ve çukurlar vardır” şeklindeki bir kuşkuya mukabil şu cevaba dikkat çeker: Sizin söylediğiniz, toprağın yüzeyinde bulunan engebeleri ve çıkıntılarıdır. Bunların ise toprağa nispetle hiçbir kıymeti yoktur. Dolayısıyla toprak üzerindeki bu engebeler, büyük bir küre üzerindeki bir darı tanesi gibidir. Ayrıca şu noktayı belirtir: Rüzgârlar, yağmurlar ve seller gibi bir kısım dış sebeplerle yeryüzünün bir kısmı tam bir küre değildir. Ama bu küre şeklini gerektirmesine zarar vermez.[4]
İslâmi eserlerde küre-i arz ifadesi eskiden beri var iken, dünyanın yuvarlaklığı meselesinde bazı âlimlerin bir şey dememesi, “İttifak-ı sükûtî” kabilindendir. Bu kavram, bir şeyi duyduğu halde müdahale etmeyip zımnen kabul etmeyi anlatır. Türkçedeki “Sükût ikrardandır” cümlesi bu anlamda kullanılır. Gerçi her sükût ikrardan olmayabilir. Ama birisinin bir şey demesini gerektiren bir durum olup ta sükût etmişse, böyle bir sükût ikrardan kabul edilir.
Âyetteki “Mefâtîhu’l-gayb” ifadesi, “Gaybın hazineleri” veya “Gaybın anahtarları” anlamına gelir.
1209’da vefat eden bu büyük müfessir Fahreddin Razi, tefsirinde dünyanın yuvarlaklığından söz eder.[5]
Marifetname isimli meşhur eserin müellifi olan İbrahim Hakkı, bu eserinde astronomi dâhil olmak üzere pek çok alanda kıymetli bilgiler verir. 1780’de vefat etmiştir. Dünyanın kürevi olmasıyla alakalı hayli değerlendirmeler yapar ve “Bu, müsellemdir” yani genel kabul görmüş ve böyle olduğu ehlince kabul edilmiş bir hakikattir, der.[6]
İmam Gazzâlî, gelmiş geçmiş en büyük İslâm âlimlerindendir. İlimdeki derinliği sebebiyle kendisine “İslâm’ın delili” anlamında “Hüccetü’l-İslâm” denilmiştir. 1111’de vefat etmiştir. Gazzâlî'nin bu değerlendirmeleri “Tehafütü’l-Felasife” eserinde yer alır. Gazzâlî ilgili kısımda ay ve güneş tutulmaları, ayın ışığını güneşten alması, dünyanın kürevi oluşu gibi konularda değerlendirme yaparken şöyle der:
“Biz bu tür ilimlerin batıl olduğunu söyleyecek değiliz. Çünkü bu konuların dinin maksadıyla bir alakası yoktur. Bunları batıl kabul edip ibtali için münazara yapmayı dinden zanneden kişi, dine karşı cinayet işlemiş olur ve onu zayıf konuma düşürür. Çünkü böyle meselelerin kendisinde bir şüphe olmayacak şekilde hesaba dayalı hendesî delilleri vardır. Bunlara muttali olan ve delillerin hakikat olduğunu gören biri bu deliller sebebiyle ay ve güneş tutulmalarının vaktini, miktarını, açılıncaya kadar ne kadar süre geçeceğini haber verebilir. Böyle birine ‘Bu bilgiler şeriata aykırıdır’ denildiğinde bu onu bilgilerinde şüpheye düşürmez, ancak şeriat hakkında şüpheye düşürür. Böyle usûle aykırı bir şekilde şeriata fayda vermek isteyenin dine vereceği zarar, usûlünce onu tenkid etmek isteyenden çok daha fazladır. Nitekim "Akıllı düşman cahil dosttan daha hayırlıdır" denilmiştir.”[7]
Hüseyin-i Cisri, 1845 -1909 tarihleri arasında yaşamış, Câmiü’l-Ezher’de tahsil görmüş ve zamanının dinî, edebî ve felsefî ilimleriyle iştigal etmiştir. "Risale-i Hamidiye" en meşhur eseridir. Devrin padişahı olan Sultan Abdülhamid’e ithafen eserine bu ismi vermiştir. Kendisi Bediüzzaman’ın muasırı ve fikren biraderidir. Yani kendisinin meselelere bakışı hem bu konuda hem de dinin nice meselelerinde Bediüzzaman’la hayli paralellik arzetmektedir. Hüseyin-i Cisri dünyanın yuvarlaklığını inkâr edeni tehdit ettiği gibi, hakikat kuvvetiyle korkusuzca şöyle demektedir: "Kim dine dayanarak, dini savunma adına dünyanın yuvarlaklığını inkâr eder ise ahmak dosttur, şiddetli düşmandan daha ziyade zarar vermiş olur."[8]
Dünyanın kürevi olmasıyla ilgili bazı meseleler
Bediüzzaman dünyanın kürevi olmasıyla ilgili şu meselelere de dikkat çeker:
1- Bir vakitte beş vakit namazın kılınması.
2- Bazı yerlerde yatsı namazının vakti girmemesi.
3- Bazı yerlerde güneşin günlerce batmaması ve günlerce doğmaması. Buralarda yaşayanlar nasıl oruç tutacaklar?
4- Namazda kıbleye yönelmek farzdır. Secdeye varıldığında ise, insan yüzünü aşağıya çevirmiş olmaktadır. Bu durumda, acaba şart yerine gelmemekte midir?[9]
Bir vakitte beş vakit namaz olması dünyanın yuvarlak olmasıyla mümkündür. Çünkü mesela bir yerde güneş batar, oradakiler akşam namazı kılar. Aynı anda başka yerde fecir vakti gelir, oradakiler sabah namazına kalkar.
Öte yandan, yazın bir kısmında kutba yakın yerlerde yatsı namazı vakti tam girmemektedir.
Kutuplarda ise, güneş günlerce doğmaz ve batmaz, hatta tam kutup bölgesinde altı ay gece ve altı ay gündüz hali yaşanır. Dünya yuvarlak olduğu için kutuplarda böyle farklı durumlar görülmektedir.
Kâbe nurânî bir direktir. Yerden ta Arş’a ve yerin bütün tabaklarına şümulü vardır. Böyle olunca, namaz kılan kimse kıyamda Kâbe’ye yönelik olduğu gibi secde ve rükûda da yönelmiş olur.
Bütün bu durumlar dünyanın yuvarlaklığıyla alakalıdır. Düz olsaydı bu durumlar söz konusu olmayacaktı.
Cenab-ı Hak şu âlemde gök cisimlerini yuvarlak olarak takdir etmiştir. Dünya bundan müstesna tutulmuş değildir.
[1] Said Nursi, Muhakemat, s. 56-59
[2] Bkz. Teftâzânî, Şerhu’l-Makâsıd, Âlemü'l-Kütüb, Beyrut, 1998, III, 177-189.
[3] Bkz. Cürcânî (Seyyid Şerif), Şerhu’l-Mevâkıf, Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut, 1998, VII, 145-147
[4] Bkz. Cürcânî (Seyyid Şerif), Şerhu’l-Mevâkıf, Ter. Ömer Türker, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, İstanbul 2015, II, 860-862. Ayrıca bkz. III, 570
[5] Râzi, Mefatihu'l-Gayb, II, 104. Ayrıca, mesela Naziat suresi 31. ayetin açıklamasında da aynı konuya temas eder.
[6] Bkz. İbrahim Hakkı, Mârifetnâme, (Osmanlı baskısı). s. 43-57
[7] Gazzâlî, Tehafüt, Daru’l- Mearif, 8. Baskı. Kahire, 1972, s. 80
[8] Hüseyin Cisri, Kitabu er-Risaleti’l- Hamidiye, Osmanlı Baskısı. ts. s. 373. Ayrıca bkz. Hüseyin Cisri, Risale-i Hamidiye, Ter. Manastırlı İsmail Hakkı, Bahar Yayınları, İstanbul, 1980, s. 367
[9] Nursi, Muhakemat, s. 57-58