İstihsan, “bir şeyi iyi ve güzel bulmak” manasına gelir. Müçtehidin ilk hatıra gelen çözümden vazgeçip hukukun amacına daha uygun bulduğu başka bir hüküm vermesidir. Mesela normal şartlarda kişi kendi malında dilediği gibi tasarrufta bulunabilir. Ama bu kimsenin kendi arsasına dilediği gibi bina yapması uygun değildir, ancak belediyenin belirlediği çerçevede bina yapabilir.
Hz. Peygamber genel bir kural olarak “madumun satışını” yasaklamıştır.[1] Ancak Medineliler gelecek yıllara ait bahçe ürünlerini selem akdi adıyla peşin para karşılığı bir iki yıllık bir teslim vadesiyle satıyorlardı. Hz. Peygamber bunu görünce bu satış türünü tamamen yasaklamamış, “Selem yoluyla satış yapan bunu belirli ölçüye, belirli tartıya göre ve belirli süre tayin ederek yapsın” demiştir.[2] Onun bu uygulamasında, olası olumsuzlukları en aza indirici bir düzenleme görülmektedir.
Günümüzde de -belli şartlar altında- elde olmayan bir şeyin satışı ihtiyaca binaen caiz görülmüştür. Pek çok ticari muamelede önce peşin olarak bedel alınmakta, ardından mal gönderilmektedir.
Hz. Peygamberin bu şekilde şartlara göre bazı meselelerde esnek uygulaması, müminlerin önünü açmış, bazı meselelerde alternatif çözümler üretilmesine vesile olmuştur.
Mesela Kur'anın mushaf haline getirilmesi -vahiy devam ettiği cihetle- Hz. Peygamber zamanında gerçekleşmemişti. Onun vefatından sonra Hz. Ömer, artık bunun zamanının geldiğini ilk halife Hz. Ebubekir’e anlattı. Hz. Ebubekir’in “Peygamberin yapmadığını biz nasıl yaparız?” demesine mukabil “Bu, vallahi hayırlı bir iştir” diyerek Onu ikna etti.[3]
İstihsan bağlamında “Mü’minlerin yolu” kavramına da temas etmekte yarar görüyoruz. Konuya esas teşkil eden ilgili âyette şöyle bildirilir:
“Kim kendisine doğru yol açıkça belli olduktan sonra Peygamber'e karşı çıkar ve mü’minlerin yolundan başkasına uyarsa, onu yöneldiği yolda bırakırız ve cehenneme sokarız.”[4]
Dikkat edilirse, âyette peygambere karşı çıkmak yasaklandığı gibi, “mü’minlerin yolundan başkasına uymak” da uygun görülmemiştir. Nitekim Hz. Peygamber “Müslümanların güzel gördüğü şey, Allah katında da güzeldir" buyurur.[5]
Ancak, istihsan uygulaması belli ölçüler çerçevesinde yapılmazsa suiistimale de açıktır. Hanefîler bu esası kullanırlarken, Şafiîler bunun keyfiliğe neden olacağı gerekçesiyle hayli mesafelidirler. İmam Şafiînin “istihsanda bulunan, keyfi hüküm koymuştur” dediği nakledilir.[6]
Bediüzzaman’ın Eskişehir hapsinde beraber bulunduğu dava arkadaşlarına anlattığı şu durum, fiilî bir istihsan örneği olarak görülebilir:
“Eski harb-i umumîde Rusya'nın şimalinde doksan zabitimiz ile beraber bir uzun koğuşta esir olarak bulunuyorduk. O zâtların bana karşı haddimden çok ziyade teveccühleri bulunmasından, nasihatle gürültülere meydan vermezdim. Fakat birden asabiyet ve sıkıntıdan gelen bir titizlik, şiddetli münakaşalara sebebiyet vermeye başladı. Ben de üç-dört adama dedim: “Siz nerede gürültü işitseniz, gidiniz haksıza yardım ediniz.” Onlar dahi öyle yaptılar, zararlı münakaşalar kalktı. Benden sordular: "Neden bu haksız tedbiri yaptın?" Dedim: “Haklı adam, insaflı olur; bir dirhem hakkını, istirahat-ı umumînin yüz dirhem menfaatine feda eder. Haksız ise ekseriyetle enaniyetli olur, feda etmez, gürültü çoğalır.” [7]
Bediüzzaman’ın normal ölçüler çerçevesinde “haklıya yardım edin” demesi beklenirdi. Ama münakaşaları bitirmek için beklenenin tersine “Siz nerede gürültü işitseniz, gidiniz haksıza yardım ediniz” demiş ve bunun uygulanmasıyla problemi halletmiştir.