Batı Medeniyetinin 5 Menfi Yönü

Prof. Dr. Şadi EREN

Batı Medeniyetinin Eksileri

Her medeniyetin eksikleri ve aksayan yönleri olabilir. Günümüz Batı Medeniyetinin de bir kısım eksikleri ve aksayan yönleri bulunmaktadır. Batıda bilim olduğu hemen herkes tarafından kabul edilmekle beraber, irfan noktasında sıkıntıları olduğu da gözler önündedir.

Anlatılır ki Mahatma Gandi, Hindistan’ın İngiltere’ye karşı yaptığı bağımsızlık mücadelesi sırasında, görüşmeler yapmak üzere İngiltere’ye gider. Bu görüşmeler sırasında bir İngiliz gazeteci Gandi’ye “Batı Medeniyeti hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye bir sual sorar. Gandi’nin cevabı ibret vericidir: “Olsaydı iyi olurdu!”

Bediüzzaman, Batı Medeniyetinin menfi yönlerini “mimsiz medeniyet” tabiriyle ifade eder.[1] Medeniyet kelimesinden baştaki “mim” harfi kalkınca geriye “deniyet” kalır, deniyet ise, “alçaklık” demektir.

Mehmet Akif Ersoy, şiirlerinde zaman zaman Batı Medeniyetinin menfi yönlerine dikkat çeker. Mesela şöyle der:

“Medeniyet denilen maskara mahlûku görün:

Tükürün maskeli vicdanına asrın, tükürün!”[2]

“Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...

Medeniyet denilen kahpe, hakikat yüzsüz.”[3]

Yani, menfi yönleriyle ele alındığında medeniyet sevimli bir şey değil, “maskara bir mahlûktur”, güzel görünmesini sağlayacak bir maske kullanmakla beraber gerçekte “yüzsüz bir kahpedir.”

Keza Mehmet Akif, Osmanlıyı bitirmeye çalışan Batı Medeniyeti zihniyetini ele alırken İstiklal Marşımızda “tek dişi kalmış canavar” ifadesini kullanır.

Batı Medeniyetinin güzel yönleri yanında menfi esasları da vardır. Bunlardan beşini şöyle ifade edebiliriz:

1-Kuvvete dayanmak

2-Menfaatçilik

3-Hayatı Bir Mücadele Olarak Görmek

4-Irkçılık

5-Nefsanilik

Medeniyetin bu beş eksi yönüne biraz daha yakından şöyle bakabiliriz:

1-Kuvvete dayanmak

Kurdun kuzuya saldırması haklı bir gerekçeden değil, kuzunun zayıflığı ve kurdun da parçalayıcı olmasındandır. “Kontrolsüz güç, güç değildir” denilir. Mesela bir baraj yaparak suları kontrol ettiğimizde bundan hem enerji elde ederiz hem de çevreyi sulayarak tarımda yararlanırız. Fakat bu sular taşıp barajı yıktığında artık kontrolden çıkar, etrafı kırar geçirir, faydalı değil zararlı olur.

Medeniyetten elde edilen kuvvet de böyledir. Batı Medeniyetinin mümessili olan pek çok devlet, sahip oldukları kuvveti insanlığa hizmet yerine onlara hükmetmekte ve onların imkânlarını ele geçirmekte kullanmışlardır. Böyle olunca onlar “sözde medeni” kalmışlar, “özde medeni” olamamışlardır. Bunlar hükmetmek ve hâkimiyetlerini devam ettirebilmek için mevcut kuvvetlerini acımasızca kullanmaktan çekinmemişlerdir. I. ve II. Dünya Savaşları, bu hakikatin ispatıdır.

CIA’in eski başkan yardımcısı ve Türkiye masası şefi Graham Fuller şöyle der: "Dünya sistemine, dünya sisteminin kodlarının dışında başkaldıran ülkeler, güçler durdurulur ve etkisiz hale getirilir."[4]

Kuvvete dayanmak ve gerekli gördüğünde istila etmek, zihniyet olarak Batıda yine devam etmektedir. ABD'li bir Kongre üyesinin alaylı bir şekilde "Kuveyt, petrol yerine muz üretseydi Irak’ın Kuveyti işgali ilgisizlikle karşılanabilirdi” demesi, bu zihniyetin bir yansımasıdır.[5]

Aynı zihniyetle Amerika’nın önde gelen bilim adamlarından Michael Ledeen, Irak'tan sonra Suriye ile İran'a saldırılması gerektiğini savunurken şöyle der: "Birleşik Devletler her on yılda bir küçük, işe yaramaz bir ülkeyi tutup duvara vurmalı ki, dünyanın geri kalan kısmı işleri nasıl yürüttüğümüzü görsün."[6]

2-Menfaatçilik

Günümüz Batı Dünyasındaki “win-win” yani “kazan-kazan” ifadesi, bu çıkarcı zihniyetin bir yansımasıdır. "Lord Palmerston" olarak bilinen Henry John Temple (1784 –1865) İngiliz başbakanlarından olup ülkesinin diplomasi karakterini belirleyen önemli kişilerden biridir. Lord Palmerston, ülkesinin politikasını şu cümleyle özetler: "İngiltere’nin ebedi dost ve düşmanları yoktur, değişmez çıkarları vardır."

Anlatılır ki, köpekler kendi aralarında keyifli keyifli oynarken yanlarından geçen iki kişiden biri diğerine demiş: “Bir de bunlara canavar derler, bak ne güzel birbirleriyle kardeş kardeş oynuyorlar!”

Bilge arkadaşı cevap vermiş: “Ortalarına bir kemik atıver, o zaman kardeşliği görürsün!”

Sömürgeci Batı Devletlerinin hali bir yönüyle buna benzemektedir. Menfaatleri olduğunda bir araya gelebilseler bile, çıkar çatışması yaşadıklarında birbirleriyle savaşmaktan çekinmezler. II. Dünya Savaşı bunun ibretlik bir şahididir. Genelde aynı dine mensup bulunan ve kültürleri birbirine yakın olan Avrupa Devletleri birbirleriyle vahşice savaşmışlardır. Bu savaşta 55 milyon insan hayatını kaybetmiş, Avrupa’nın çoğu yeri harabeye dönmüştür.

3-Hayatı Bir Mücadele Görmek

Batı Medeniyetinin en dikkat çeken özelliklerinden biri, sömürgeci olmasıdır. Elindeki inciri komutanlarına gösterip "Bunun yetiştiği diyarlar hâlâ bizim değil. Haydi arkadaşlar, oralara sefer düzenleyelim, oraları ele geçirelim" diyen Romalı hükümdarla, dünyanın belli başlı hammadde kaynaklarını ele geçirmeyi hedefleyen günümüz sömürgeci devletlerin idarecileri arasında pek de fark yoktur. Devletler, şahıslar değişse de zihniyet aynı zihniyettir. Tarih, bu noktada tekerrür etmektedir.

Sömürgecilik, hayatı mücadele görmenin neticelerinden biridir. Edward W. Said, Batının nasıl sömürgeci bir ruha sahip olduğunu, Oryantalizm isimli eserinde ayrıntılarıyla ve örnekleriyle anlatır.[7] Amerika’nın Avrupalılarca istila edilmesi, konunun en bariz örneklerindendir. Amerika keşfedildiğinde kıtada milyonlarca yerli halk yaşıyordu. Bunların yüzde 90'ının çıkan savaşlarda öldüğü düşünülmektedir. 16. yüzyılda Avrupalıların saldırılarının doğrudan sonucu olarak 50 ile 100 milyon kişinin ölmüş olabileceği tahmin edilmektedir.[8]

Daha XIX. yüzyılın ortalarında Amerikan hükümeti Kızılderililerin her bir kafa derisi için prim ödüyordu… Ancak 1865 senesinde son verilen utanç verici siyah köle ticareti 300 seneden fazla sürmüştü. Bu zaman içinde 13 ile 15 milyon hür kişi bu insan avında yakalanarak köle yapılmıştı.[9]

Amerika’nın keşfedilmesini takip eden yıllarda gemilerle Afrika’ya gelen eli silahlı insanların bu kara kıtayı sömürmeleri, değerli hammaddelerini kendi ülkelerine nakletmeleri, hatta milyonlarca Afrikalıyı köle olarak başta Amerika’ya ve bazı Avrupa ülkelerine götürmeleri bir insanlık ayıbı olarak gözler önündedir.[10]

XVIII. yüzyılda Avrupa’nın sömürgeciliği bütün çıplaklığıyla ortadadır. Sadece İngiltere, dünyanın üçte birine sahip olup “Üzerinde güneşin batmadığı imparatorluk” adıyla anılmaktaydı. İslam Dünyasının % 80’i müstemleke durumundaydı.

Batı, sömürge politikasını günümüzde “modernite” adıyla yapmaktadır. Bu, Avrupa merkezli bir küresel sistemin kurulmasını işaret ederken; İslam Dünyası, Hindistan, Afrika yahut Çin gibi Avrupalı olmayan toplumlar için sistemin dışına itilme, marjinalleştirilme ve son tahlilde fiilen işgal ve sömürüye uğrama anlamına gelir.[11]

4-Irkçılık

Batı, başka toplumları sömürmenin ve kendilerine benzetmenin (asimilasyon) "beyaz adamın yükü" olduğuna inanmaktadır.[12] Şu olay, bu görüşe tipik bir örnektir:

1913’te ABD’de Alabama eyaletine bağlı Montgomery’de dünyaya gelen siyahi kadın Roza Parks 1943’te insan hakları hareketinin aktif üyesi oldu. O yıllarda ABD’nin güney eyaletlerinde siyahilere yönelik ırk ayrımcılığı yapılmaktaydı. Jim Crow yasaları gereğince siyahiler otobüslerde ancak kendilerine tahsis edilen yerlere oturabilecek, gerektiğinde beyazlara yer vermek üzere kalkacaklardı. 1955’te bir akşam iş dönüşü Roza Parks otobüste kendilerine ayrılan bölümde yerini aldı. O esnada oturacak yer bulamayan bir beyaz kendisinin kalkmasını istedi. Ancak Roza Parks, şoförün de uyarısına rağmen bunu yapmadı. Bunun üzerine tutuklanarak hapse atıldı.

Roza Parks’ın bu eylemi siyahilerin kaderini değiştirecek ayaklanmaların başlangıcını teşkil etti. Mahkeme sürecinde Martin Luther King öncülüğünde siyahiler tarafından otobüsleri boykot eylemleri başlatıldı. Siyahi vatandaşlar bir yıldan uzun bir süre otobüsleri kullanmadılar ve işlerine yürüyerek ya da bisikletlerle gittiler. Otobüs şirketlerinin zarar etmeleri üzerine 1964’te çıkarılan kanunla siyahilere yönelik uygulamaya son verildi.

Tutuklanmasından sonra Roza Parks birçok zorlukla karşılaştı. Haksız yere işten çıkarılması ve beyazların tacizleri nedeniyle Montgomery’den taşınmak zorunda kaldı…

5-Nefsanilik

Allah’ı ve ahireti unutan sadece ve sadece dünyayı ve maddeyi bilen Batı Medeniyetinin nice mensubu var oluşun nihai gayesini yeme, içme, eğlence, her türlü fanteziler, levhiyatler ve sefahetler olarak görmüştür.[13] Böyle olunca medeniyetin imkânları “nefse hizmete” yönlendirilmiştir.

Hadislerde deccalın yalancı cennetinden bahsedilir.[14] Sanki Batı Medeniyeti, ulaştığı imkânları eğlenceye sarf etmekle bu hadisin masadakı olmuştur. Batı Medeniyetinin ve zihniyetinin hükmettiği yerlerde eğlence sektörünün çılgın boyutlara varması, bunun bir göstergesidir.

Batı Dünyasında Hedonizm (hazcılık) ekolü denilen felsefî akım hayli yaygındır. Bu ekol mensupları hayata zevk ve lezzet noktasından bakarlar. Gayeleri, duyuların ve içgüdülerin tatminidir, zevktir.

İnsanın mahiyetinde nefis de vardır. İnsanın nefsi fıtraten böyle eğlencelere düşkündür. Bu mahiyette yaratılması, onun imtihan edilmesi içindir. Şeytan ise onun bu mahiyetini çok iyi bilmekte, onun zaaflarından çok rahat istifade edebilmektedir. Dinden uzak veya dine lakayt olan kimseler iç dünyalarında huzuru elde edemezler. Bundan dolayı sıkıntılı, stresli bir hayatları olur. Bundan sıyrılabilmek için her türlü oyun ve eğlenceye yönelirler. Çünkü “Sıkıntı sefahatin muallimidir.”[15]

[1] Nursi, Emirdağ Lahikası II, s. 241; Lem’alar, s. 118.

[2] Mehmed Akif Ersoy, Safahat, Hece Yay. İst. 2009, s. 202.

[3] Ersoy, Safahat, s. 410.

[4] Yusuf Kaplan, "Medeniyetler Çatışması rafa mı kaldırıldı?”, Yeni Şafak Gazetesi, 22 Kasım 1999.

[5] Bayram Soy, “Birinci Dünya Savaşı'ndan İkinci Irak Savaşı'na Orta Doğu: Medeniyetler Çatışması mı, Çıkar Mücadelesi mi?”, Doğubatı Dergisi, Sayı: 41, 2007, s. 137.

[6] Soy, age., s. 142.

[7] Bkz. Edward W. Said, Oryantalizm, Sömürgeciliğin Keşif Kolu, Ter: Nezih Uzel, İrfan Yayımcılık İst. 1998.

[8] John M. Hobson, Batı Medeniyetinin Doğulu Kökenleri, Ter: Esra Ermert, Yapı Kredi Yay., İst. 2015, s. 177-178. Şaban Teoman Duralı, 1519 da yirmi sekiz milyon Kızılderili yaşıyorken, 1605 de günümüz A.B.D. topraklarında, bunlardan bir milyonunun hayatta kaldığını söyler. Bkz. Duralı, Çağdaş Küresel Medeniyet, s. 155

[9] Aliya İzzetbegoviç, Doğu ve Batı Arasında İslam (İslam Izmetu Istoka zapada ireca Alternativa), Ter. Salih Şaban, Nehir Yay. İst. 1987, s. 205.

[10] 1526 ile 1870 arasında on milyon Zenci, Afrikadan, hayvana revâ görülmeyecek fecî şartlarda gemilerle Amerika’ya naklolmuşlardır. Bkz. Duralı, Çağdaş Küresel Medeniyet, s. 154.

[11] İbrahim Kalın, İslam ve Batı, İSAM Yay. İst. 2006, s. 109.

[12] Kalın, age. s. 110.

[13] Bkz. Nursi, Sözler, s. 744.

[14] Müslim, Fiten, 104,109; İbn Mâce, Fiten, 33; İbn Hanbel, 5/383.

[15] Nursi, Âsar-ı Bediiyye, s. 762; Sözler, s. 726.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.