Allah’ın Zatı

Prof. Dr. Şadi EREN

Gündüz vakti dünyanın yarısını aydınlatan güneşin varlığını anlamakta çok da zorlanmayız. Ama “acaba güneşin zatı nasıldır?” deyip güneşe bakacak olsak gözümüz birkaç dakika içinde artık bir şey görmez hale gelir. Temsilde hata olmasın, “Şu âlemde gördüğümüz ne varsa bunların hepsi Allah’tandır ve Onun yaratmasıyla var olmuşlardır” diye iman etmemiz bizi çok da zorlamaz. Ama “Acaba Onun zatı ve keyfiyeti nasıldır, O bir mekânda mıdır…?” gibi sorular idrak boyumuzu çok çok aşar.

Ziya Paşa bazı şeyleri idrak etmenin aklı aştığını ifade babında şöyle der:

“İdrak-i ma'âlî bu küçük akla gerekmez.

Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez.”

İnsan, ruh ve cesetten meydana gelir. Ruhun varlığı bizler için çok açık olmakla beraber, onu belli bir tarifle anlatmakta zorlanırız. Kendi ruhunun varlığını bilen, ama tarif edemeyen bu insan, ruhu ve mahlûkatı yaratan Allah’ın varlığını anlamakta çok da zorlanmaz, “Âlem varsa, yaratan da vardır” der. Ama Allah’ın zatını anlamakta, hatta âlemde tasarruflarını anlamakta pek de yol alamaz. Çünkü insan gözü güneşin zâtına bakmaya uygun yaratılmadığı gibi, insan aklı da Allah’ın zatını idrak etmeye uygun değildir.

Onun varlığını bilmek (iman etmek) ayrı, O’nu isim ve sıfatlarıyla tanımak (marifetullah) ayrı, zâtını idrak edebilmek bütün bütün ayrıdır.

Hz. Ali şöyle der:

“Belli bir görünüm ve edevatı olanları vasfetmekten aciz olan bu insan, mahlûkatı yaratanı vasfetmekten elbette çok daha acizdir, varlıkların özellikleriyle O’nu tarif edebilmekten çok daha uzaktır.”[1]

Yüce Allah mevcud-u meçhuldür.[2] Onu tanımamız zatı itibarıyla değil eser ve fiilleriyle, bir de bunların arka planında yer alan isim ve sıfatlarıyla olmaktadır. Nitekim peygamber efendimiz Allah’ın zatını tefekküre çalışan bir gruba şöyle demiştir:

تَفَكَّرُوا فِى اۤلاَءِ اللَّهِ وَ لاَ تَفَكَّرُوا فِى ذَاتِهِ فَاِنَّكُمْ لَنْ تَقْدِرُوا

“Allah’ın mahlukatını/nimetlerini tefekkür edin zatını tefekkür etmeyin. Çünkü buna güç getiremezsiniz.”[3]

Allah zamanın ve mekânın yaratıcısıdır, kendisi zamandan ve mekândan münezzehtir. Onunla mahlukatı arasındaki münasebet “Halıkiyet-mahlukiyet” alakasıdır. Bediüzzaman şöyle der:

“…Ve Cenab-ı Hakk'ın لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ mazmunu üzere, hiçbir şey ile müşabeheti yok. Tahayyüz ve tecezziden münezzehtir. Mevcudatla alâkası, hâlıkıyettir.”[4]

Keza Arabî Mesnevi’de şöyle der:

“Allah kevn ü mekânın yaratıcısıdır. Zâtî gınaya aykırı olan tahayyüz ve tecez­zi­­den mukaddes ve münezzehtir.”[5]

Üstte nazara verilen durum bir nevi ressam-resim münasebeti gibi düşünülebilir. Resim ve ressam birbirinden ayrı mahiyetlerdir. Resim ressamdan haber verir, ama ressamın mahiyet ve hakikati resimle aynı şeyler değildir. Resim resimdir, ressam da ressam… Benzeri bir şekilde Allah Allah’tır, âlem âlemdir.

Hamdi Yazır, gayet derinlikli bir ifadeyle konuya şöyle yaklaşır:

“Âlem, mâsivâullah'tır ve Allah, mâverâ-yı âlemdir.”[6]

Masiva, Allah’ın dışında olanı ifade eder. Allah masiva olan âlemleri yaratmış ve âlemlerde bulunan her şeyi kendi zatına, esma ve sıfâtına bir alem, yani alâmet kılmıştır. Ama O, zatı itibarıyla âlemle içi içe olmaktan münezzehtir. Bunu bir nevi boyut farklılığı misaliyle anlayabiliriz. Mesela her ikisi de mahluk olmakla beraber iki boyutlu olan bir düzlem, üç boyutlu olan bir cismi ihata ile içine alamaz.

Âlem Allah’ın aynısı değil, aynasıdır. Bu noktada ciddi bir temyiz ve tefrik yapmak gerekir, yoksa pek çok batıl fikirlere bu meselede kapılar açılabilmektedir. Bu mahiyet farklılığı meselenin püf noktasıdır. Nitekim bu meselede şöyle denilmiştir:

“Onu idrakten aciz olduğumuzu bilmek, bir nevi idrak etmektir.”

“Allah olarak hatırına ne gelirse, Allah o değildir.”

İnsan idraki üstte nazara verdiğimiz güneş ve ruh örnekleri gibi bazı misallerle konuya bakabilse de bu misallerin sadece bir dürbün görevi gördüğü unutulmamalıdır. Nitekim Kur'ân şöyle bildirir:

لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَىْءٌۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ

O’nun misli (O’na benzer) bir şey yoktur. O, Semi’-Basîr’dir.”[7]

Bu ayette hem tenzih hem de teşbih vardır. Allah mülkündeki bütün sesleri işiten ve her şeyi görendir, ama onun işitmesi ve görmesi bizlerin işitmesi ve görmesi gibi değildir.

Yüce Allah bu meselede insan idrakinin sınırlılığını şöyle bildirir:

لاَتُدْرِكُهُ اْلاَبْصَارُۘ وَهُوَ يُدْرِكُ اْلاَبْصَارَۚ وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ

“Gözler Onu idrak edemez. O ise bütün gözleri idrak eder. “O, Latîf - Habîr’dir.”[8]

O Latîf’dir, her şeye nüfuzu vardır. Habîr’dir, her şeyden haberdardır. Yani, “Gözler O’nu idrak edemez, çünkü O Latif’tir. O ise gözleri idrak eder, çünkü O Habîr’dir.”

Konuyu Bediüzzaman’ın Mesnevi’nin sonunda yer verdiği şu şiirle noktalayalım:

حَقِيقَةُ الْمَرْءِ لَيْسَ الْمَرْءُ يُدْرِكُهَا فَكَيْفَ كَيْفِيَّةُ الْجَبَّارِ ذِى الْقِدَمِ

هُوَ الَّذِى اَبْدَعَ اْلاَشْيَاءَ وَ اَنْشَاَهَا فَكَيْفَ يُدْرِكُهُ مُسْتَحْدَثُ النَّسَمِ

“Kişi kendi hakîkatini bile idrak edemez.

Ezeli olan Cebbâr’ın keyfiyetini nasıl bilsin?

O ki, eşyayı yoktan yarattı ve inşa etti.

Yaratılmış ruh Onu nasıl idrak etsin?”

[1] Şerif Radî, Nehcül-Belağa, s. 391

[2] Bkz. Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, s. 131

[3] Münavi, Feyzü’l- Kadîr, III, 262-263

[4] Nursi, Mektubat, s. 84

[5] Nursi, Arabî Mesnevi, s. 135

[6] Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, I, 71

[7] Şûra, 11

[8] En'am, 103

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.