Ruhun yanlış anlaşılması ile meydana gelen itikadî hatalar

Misafir Kalem

Ruhun zâtı, sıfatları ve mahiyeti-7

Nail Yılmaz

13. Ruhun yanlış anlaşılması ile meydana gelen itikadî hatalar.

Gerek ehl-i kitabın, gerekse İslam âlemi içindeki ruh mefhumu ile ilgili yanlış düşünce ve inançlar, genellikle ruh ve beden beraberliğinin hikmetinin ve lüzumunun doğru anlaşılamaması ile ilgilidir. Mesela:

1.Hristiyanlar; Enbiya Suresinin Doksan Birinci âyetinde bildirilen: فَنَفَخْنَا ف۪يهَا مِنْ رُوحِنَا “Biz ona ruhumuzdan üfledik” hakikatini anlayamadıkları veya yanlış anladıkları için, akide de ‘teslis şirkine ve dalâletine düşmüşlerdir.

2. Bazı İslam filozofları, ruh ve beden birlikteliğini, ehl-i sünnet gibi telakki etmedikleri için; bedenen ve ruhen gerçekleşen miraç mucizesi ile haşr-i cismani gibi Kur’anî hakikatleri akıldan uzak görmüşler.[1]

Mesela: İbn-i Sina, Farabî’ ve emsalî bazı İslam filozoflarının aynen, Eflatun ve Aristo gibi ahiretin ruh ve bedenen değil de sadece ruhen olacağı düşüncesinde olmalarıdır. Bunun için, İmam-ı Gazali de birçok âyet ve hadislerin açık ve zahirî beyanlarıyla va’z edilen haşr-i cismaniye ye karşı çıktıkları için onları, tekfire varacak kadar şiddetli eleştirilerde bulunmuştur.[2]

Çünkü ehl-i sünnetin ‘haşr-i cismani’ konusundaki itikadı hem ruhen hem de bedenen olduğudur. Bu problem bedenin ruh derece-i hayatına çıkmasının hikmetlerinin tam anlaşılamamasıyla ilgilidir. Hâlbuki:

’Cismaniyet; en câmi', en muhit, en zengin bir âyine-i tecelliyat-ı esma-i İlahiyedir. Bütün hazain-i rahmetin müddeharatını tartacak ve mizana çekecek âletler, cismaniyettedir. Meselâ: Dildeki kuvve-i zaika, rızk zevkinde enva'-ı mat'umat adedince mizanlara menşe' olmasaydı; herbirini ayrı ayrı hissedip tanımazdı, tadıp tartamazdı. Hem ekser esma-i İlahiyenin tecelliyatını hissedip bilmek, zevkedip tanımak cihazatı, yine cismaniyettedir. Hem gayet mütenevvi ve nihayet derecede ayrı ayrı lezzetleri hissedecek istidadlar, yine cismaniyettedir.’’[3]

4.Ve yine Ruh ve beden birlikteliğinin hikmetini ve hakikatini anlayamayan Hristiyan ve Yahudiler, ahireti ruh ve bedenle değil, sadece ruhanî ve ‘mecazî’ olacağına inanırlar.[4]

6.Geçmişte ve günümüzde de bir kısım ehl-i iman ve ehli ilim kabir sorgu ve sualinin sadece ruha olacağı şeklindedir. Hâlbuki ehl-i sünnetin itikadı hem ruh hem bedenen olduğu şeklindedir.

7.Tarihte ve günümüzde ’ruh göçü’ denilen tenasühcülük fikri ve ruh çağırma denilen şarlatanlıklar ruh hakikatinin iyi anlaşılamaması ile ilgilidir.

8. On Yedinci Yüzyılda batıda yaygınlaşan bazı felsefî akımlar, “Ruh ve maddenin farklı şeyler olduğunu, haliyle farklı yasalar tarafından idare edildiğini söyleyerek” tamamıyla yaratıcıdan kopuk bir kâinat anlayışını benimsemişler. Ve kâinatın “bir makine olarak algılanmasının, (gerektiğini) ruh ile alakalı olmadığını söylemişlerdir.” Ve nihayet; tabiattan ve kâinattan “Tanrı’yı kovduklarını” söyleyecek kadar hezeyanlar savurarak adeta semaya hırlamışlardır.[5]

9. Ruhun bir fiili olan, rüyalar üzerine şer’i hüküm bina ederek bu durumdan kendine vazife çıkarıp bir kısım yaptırımlara girişmek hatta devletin güvenliğini tehlikeye atacak kadar akıldışı işlere kalkışmak da yine ruh hakikatinin ve fiillerinin şer’i karşılığının iyi anlaşılamaması ile ilgilidir.

10. Çok uç bir örnek olsa da bazı tasavvuf ehlinin seyr-i sülûk esnasındaki ruhu İlah sanmaları vartasıdır. Uzun yıllar bu vartadan kurtulamamaları yine Ulûhiyet ve mahlûkıyet sıfatlarını tefrik edememeleriyle ilgilidir.[6]

Sonuç

Ruhun zâtı, sıfatları ve mahiyeti isimli bu çalışmamızda Kur’an, hadis-i şerif ve Risale-i Nur kaynakları muvacehesinde ruh mefhumunun, zâtını ve hakiki mahiyetini değil de sıfatlarının ve fiillerinin tezahürleri üzerinden bir nebze tanımaya çalıştık.

Çünkü ruhun hakiki mahiyet ve hakikatini bilemiyoruz. Zira İsrâ Sûresi Seksen Beşinci ayetinde beyan edildiği üzere, ruh hakkında bize ‘’az bilgi verilmiştir.

Bununla beraber Hz. Peygamber (as): “Nefsini (ruhunu) bilen Rabbini bilir ve nefsini (ruhunu) en iyi bileniniz Rabbini en iyi bileninizdir”[7] hadis-i şerifiyle ‘ruhun’ bildirildiği kadar bilinmesini istemiştir.

Çünkü “İnsanın en kıymetli ve üstünde titrediği malı, onun ruhudur. Onu zayi' olmaktan ve fenadan ve başıboşluktan muhafaza etmek[8] insanın en büyük bir vazife-i asliyesidir.

Zira insanın en kıymetli varlığı olan ruhunu korumanın en birinci şartı ise onu ‘bildirildiği kadar bilinmesinden ve tanımasından geçer. İnsanın ruhunu bilmesinde gaye ve maksat ise Rabbini bilmesidir. Çünkü “Nefsini (ruhunu) bilen Rabbini bilir.’’

  1. Emirdağ Lah. 73
  1. dia: 5. Cilt. Sh. 99
  1. Sözler ( 498 )
  1. Îşarat-ül İ’caz. 58
  1. Mehmet Salih Ökten. Doktora tezi. sh.40
  1. İmam-ı Rabbani risaleleri Necdet tosun: Sh. 53
  1. İmam-ı Gazâlî. Mearicül-Kuds. Sh.9
  1. Şualar. 257

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (8)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.