Risale-i Nur’un gayelerinden biri de insanlara ahiret inancını aşılamaktır.

Ahiret inancı sosyal hayatın ve insanın şahsi kişiliğinin saadeti ve kemalinin bir esasıdır

RisaleHaber-Haber Merkezi

RisaleHaber - Üniversiteli gençler DKM’de sunulan seminerde “Dünyadan Ahirete Yolculuk” konusunu ele aldılar.

Eğitim Fakültesi öğrencisi Veysel Güden’in sunduğu “Dünyadan Ahirete Yolculuk“ konulu seminerde Dünya ve ahiret kavramlarına kısaca bir bakış, Ahiretin tarlası olması cihetiyle “dünya”, Sosyal hayatta ahiret bilinci, Risale-i Nur’da ahiret yolculuğu gibi başlıklara yer verildi.


Seminerine dünya ve dünya hayatının tanımıyla başlayan Güden, “Dünya kelime anlamı olarak; Bizzat ve hükmen yaklaşmak, zaman ve yer açısından yakına gelmek ve aşağı çekmek anlamına gelen “a” edna fiil kökünden türemiştir. Basit, iğreti, adi ve alçak manalarına geldiğini söyleyenler de olmuştur. “Dünya hayatı”   ise ahiret ve ahiret hayatının karşılığı olarak “hayatü-d dünya” Yani yakın hayat anlamındadır. Bu kelime Kur’an da birçok kez zikredilmiş ve ahiretten veya ölümden önceki hayatın sıfatı olarak kullanılmıştır. Dünya Kur’an da bir sıfat olarak kullanılmasına rağmen yanlış anlaşılarak üzerinde yaşadığımız yeryüzünün ismi olarak algılanmıştır. Biliyoruz ki Kur’an-ı Kerim yaşadığımız yer küresini yani jeolojik anlamda “dünya” kelimesini değil “arz” kelimesini kullanmıştır.
 
Aynı konuda Üstad Bediüzzaman Hazretleri, “O Sâni-i Hakîm (her şeyi hikmetle yapan Yüce Allah), dünya mescidinde ve arz mektebinde” ifadesiyle dünyayı, daha çok insanın kendi şahsi ve manevi hayatını ilgilendiren ‘arz’ı da yani yeryüzünü de bir okul gibi hayatın öğrenildiği ve geçimin sağlandığı yer olarak değerlendirmektedir.” dedi.

Ahiret kavramına da değinen Güden, “Ahiret kelimesi sözlükte “son” ve “sonra olan” manalarına gelmektedir. Bu anlamda Dünya’nın sonuna ahiret denir. Terim olarak ise ölümden sonra insanların tekrar dirilmesiyle başlayan ve sonsuza dek devam eden bir hayatın adıdır. İçinde yaşadığımız dünya aynen bir akarsu gibi anbean akıp gitmektedir. Her şeyin durmadan değiştiğini, eskidiğini, canlıların doğup, büyüyüp, gelişip, yaşlanıp ve öldüklerini hep birlikte müşahede etmekteyiz.

Her ne kadar ahiret hayatının dünya hayatından sonra olduğu söylense de aslında ahiret hayatının kıyametten sonra başlayacağını unutmamalıyız. Ölüm ile ahiret hayatı arasında ise kabir hayatının olduğu berzah âlemi vardır.” dedi.

Ahiretin tarlası olması cihetiyle “dünya”

Bediüzzaman Said Nursi’nin dünyanın üç yüzü olduğunu söylediğine dikkat çeken Güden, “Peygamber Efendimizin (asm) veciz ifadesiyle “Dünya ahiretin tarlasıdır.” Yani dünyada ne ekersen, ahirette onu biçersin. Evet tarlada çalışmazsan, uğraşmazsan mahsul alamazsın. Dünyada atılan tohumlar ve dikilen fidanlar ahirette ağaç olur, çiçek açar, meyve verir. Aynen öyle de Dünya fidanlık bahçesinde tohum atmayan ve fidan dikmeyen bir kimsenin, ahirette ne dikili ağacı ne de koklayacağı bir çiçeği olmayacaktır ve de bunları hak etmeyecektir. Bu durumda fidanlık bahçemizi sevmemiz, çiçeği ve meyvesi hesabına şer’î bir davranış olur ve sünnettir. Üstad Bediüzzaman Hazretleri dünyanın bu güzel yüzünü aynen şöyle tanımlıyor: “âhiretin fidanlık bir bahçesi ve rahmet-i İlâhiyenin bir çiçekdanlığı; ve âlem-i bekada gösterilecek olan levhaları yetiştirmeye mahsus muvakkat bir tezgâhı mahiyetinde gördüm. Bu dünyayı bu sûrette yaratan Hâlık-ı Zülcelâle yüz bin şükrettim.”” dedi.

Dünyanın ekim yeri, hizmet yurdu olduğunu, Allah için atılan her bir hizmet adımının, her bir çilenin, her bir himmetin ve gayretin ahirette çiçek açacak ve meyve verecek şekilde verimli toprağa atılmış tohumlar ve verimli toprağa dikilmiş fidanlar hükmünde olduğunu söyleyen Güden, “Allah’ın rahmetiyle bu fidanlar ahirette çiçek açacak, meyve verecekler. Keza bu fidanlıkta atılan her adımın resmi alınıyor, kaydı tutuluyor, kamerası çekiliyor. Tutulan ses ve görüntü kayıt levhaları, âlem-i bekada gösterilmek üzere muhafaza ediliyor. Bu fidanlık bahçe beka âleminde gösterilecek levhaları yetiştiren geçici bir tezgâhtır. Bu dünya fidanlık bahçe hükmünde olunca, attığımız her adımı itinayla, dikkatle ve düşünerek atmamızın önemi ortaya burada çıkıyor. Allah için, din için, ahiret için adım atmanın büyüklüğü burada ortaya çıkıyor. Çünkü bu fidanlık bahçede ebedî değerler için gösterilen gayretler, yapılan hizmetler ve atılan adımlar zayi olmuyor, bilâkis ahirette, bu günün fidanlarının meyveye durduğu cennet bahçesinde fazlasıyla karşılık buluyor. Meyve olarak Allah’ın rızasının kazanılması bile, tek başına bir sevinç, onur ve şükran kaynağıdır.

Yüzü âhirete dönük olmayan bir dünya anlamsızdır. İnsan ruhu fâniye razı olmaz, daima bâkiyi ister. Dünyanın, dünyalıların ve dünyalıkların fâni olduğu malumdur. Ebedi hayatla bağlantısı olmayan, sonu yokluk olan varlıklar yok hükmündedir. Bugün var olan yarın yoksa böyle bir varlığın önemi de yoktur. Kalıcı olan kerpiç, geçici olan altından daha değerlidir denilmiştir. Bir şeyi kaybetmenin üzüntüsü, o şeye sahip olmanın sevincinden daha baskındır. 
Dünya ebedi saadetin kazanıldığı bir yerdir. Dünyayı bir okul olarak kabul edersek, hepimiz bu dünya okulunun birer öğrencileriyiz. Ebedi saadeti ve cenneti bu dünya okulundaki çalışmalarımız sonucunda alacağımız güzel notlara bağlıdır.

Onun için insan; “dünyayı kesben değil kalben terk etmelidir.” Yalnız şu var ki, mahiyetine hem madde, hem mânâ dercedilen insan, dünyanın maddi boyutuyla alakadar olurken, manevi yönünü ihmal etmemelidir.” dedi.

Sosyal Hayatta Ahiret Bilinci

Ölümden sonra gidilecek yerin ahiret hayatı olduğuna dikkat çeken Güden, “Bu yüzden dünya hayatını ahiretten bağımsız olarak düşünmek hem dünyanın gerçeğini hem de ahiret gerçeğini bilmek anlamında ciddi sorunlara yol açmaktadır. Ahiret bundan dolayı Müslümanlar için dünyanın dışında bir yer değil bilakis bizzat dünya ile ilgilidir.” dedi ve sözlerine şöyle devam etti: “Bugün insanların endişelerine bakıldığında insanların ahiret bilinci konusunda hangi hal ve şartlar içerisinde bulunduğu anlaşılır. Maalesef ahirete inandığı iddiasında bulunan Müslümanlar dahi ahirete değil dünyaya yönelik endişe sapmasına uğramış bulunmaktadır. Nitekim Müslümanların günlük meşguliyetlerine bir göz atıldığında onların içerisinde bulunduğu durumun da çok iç açıcı bir durum olmadığı anlaşılır.

Müslümanların yaşadığımız dönemde ahiret bilincini diri tutmaları gereklidir. Bu diriliğin de zamanın, ahirete veya bir diğer ifadeyle Allah’a tahsis edilmesi şeklinde gerçekleştirilmesi zorunluluğu vardır. Allaha tahsis edilen zaman dilimleri, Müslüman’ın Allah, ahiret, öldükten sonra dirilme ile ilgili hassasiyet derecesini gösterir. Bu yüzden zamanın kimlerle ve ne ile geçirildiğine dikkat edilmelidir.

Ahirete imanın olmadığı ve zayıf olduğu toplumlarda yalan, hırsızlık, zina, hayâsızlık ve adam öldürme gibi akla gelen her türlü fenalık rahatça işlenebilir ve böylece toplumlar yıkılıp gidebilirler.

İnsanoğlu sonsuzluğu ister, sevdikleriyle, güzellikleriyle, sonsuzluğa ulaşmak ister. Ruhun sonsuzluğu aradığını, ancak düşünce ve hayali ile kendisini tatmin edebildiğini görüyoruz. Çok sevdiği bir kimseyi kaybeden insanın bir gün gelip onunla ebedi olarak yaşayacağını düşünmesi ve buna inanması ona yaşama sevincini verir. İnsan hayatta karşılaştığı olumsuz hadiselerin, haksızlıkların, zülüm ve adaletsizliklerin, çaresiz hastalık ve sakatlıkların ıstırabına, ancak ahiret inancı ile direnme ve sabretme gücü bulur. Haksızlığa uğrayınca hiç kimsenin yaptığının yanında kalmayacağına inanmak, insan için en büyük tesellidir; ya da yaratılıştan engellilik gibi bir durumu varsa ahiret inancıyla doğacak sabır ve buna verilecek mükâfat ümidi, insanın en büyük sığınağı olur.

Evet, ahiret gününe iman eden insan, bu dünyada yaptıklarından bir gün hesaba çekileceğini,   büyük küçük her amelinden bir muhasebeden geçeceğini ve sonunda ya mükâfat ya da ceza ile karşılaşacağını bilir. Ve hayatını bu doğrultuda sürdürür.

Ahiret inancı sosyal hayatın ve insanın şahsi kişiliğinin saadeti ve kemalinin bir esası olduğunu belirten Güden seminerine şöyle devam etti:

“Bununla alakalı yüzlerce delil vardır. Biz Risale-i Nur’da geçen bazı delil üzerinde durmaya çalışacağız.

Birinci delil çocuklardır. Üstad Hazretleri çocukların toplumun yarısını teşkil ettiğini, çocukların zayıf ve nazik olduğunu ve bunun için etrafındaki dehşetli görünen ölümlere ve vefatlara karşı ancak cennet inancı ile dayanabileceklerini ve her şeyden çabuk ağlayan gayet mukavemetsiz mizaç-ı ruhlarında o cennet ile bir ümit bulup sevinçle yaşayabileceklerini söylemiştir. 

 Mesela cennet fikriyle der. “Benim küçük kardeşim veya arkadaşım öldü cennetin bir kuşu oldu cennette gezer, bizden daha güzel yaşar.” Yoksa her vakit etrafında kendi gibi çocukların ve büyüklerin ölümleri onların zayıf ruhlarını ve dayanma güçlerini sarsıp onları perişan edecekti.

İkinci delil ise insanlığın bir bakımdan yarısı olan ihtiyarlardır. İhtiyarlar yalnız ahiret hayatıyla yakınlarında bulunan kabre karşı tahammül edebilirler. Çok alakadar oldukları hayatlarının yakında sönmesine ve güzel dünyalarının kapanmasına mukabil bir teselli bulabilirler. Çocuk hükmüne geçen ve çabuk üzülen o ince ruhlarında, ölüme ve ümitsizliğe karşı ancak ebedi hayat ümidi ile mukabele edebilirler. Yoksa o şefkate layık muhteremler, sükûnete ve kalp rahatlığına çok muhtaç o endişeli babalar ve analar, öyle bir ruh sıkıntısı ve darlığı hissedeceklerdi ki, bu dünya onlara karanlıklı bir zindan ve hayat dahi boğucu bir azap olurdu.
Üçüncü Delil ise  hayat-ı içtimaiyenin büyük bölümünü teşkil eden gençlerdir. Gençler hissiyatları devamlı ön planda ve olayları, akılla değil de hislerine göre değerlendirirler. Eğer ahirete inançları olmazsa artık hiçbir şey onları durduramaz. Onların galeyanda olan hissiyatlarına hiçbir şey set çekemez. Fakat gençlerin ahirete inançları olsa bütün bu sorunlar ortadan kalkar. Devamlı cehennem azabını hatırlayacaklarından hissiyatlarının ve dolayısıyla günahların önüne geçerler. Çünkü bir genç der: ben bir kötülük yaptığım zaman mutlak bir surette cezasını çekeceğim. Çünkü bu gençliğim baki değildir, bir gün gider ve hayat dahi ahiret hayatına tebdil eder. Onun için ben o hayatımı kazanmalıyım. Böylece kötülüklerden korunmuş olur.
 
Dördüncü Delil: İnsanın dünya hayatında en cemiyetli merkez, en esaslı zemberek ve dünyevi saadet için bir cennet, bir melce, bir tahassungah ise aile hayatıdır.  İnsanın evi küçük bir dünyası hükmündedir. Ve o aile hayatının, hayatı ve saadeti ise samimi, ciddi ve vefalı hürmet; hakiki, şefkatli ve fedakârane merhamet ile olabilir. Bu  hakiki hürmet ve samimi merhamet ise ebedi bir arkadaşlık, daimi bir refakat, ebedi bir beraberlik ve hadsiz bir zamanda ve sınırsız bir hayatta birbirleriyle fedakarane, kardeşane, arkadaşane münasebetlerin bulunmak fikriyle, inancıyla olabilir.

Mesela şöyle düşünür: “Bu eşim ebedi bir âlemde ebedi bir hayatta daimi bir hayat arkadaşımdır. Şimdilik ihtiyar ve çirkin olmuş ise de zararı yok, çünkü ebedi bir güzelliği vardır, gelecektir. Böyle daimi arkadaşlığın hatırı için her bir fedakârlığı ve merhameti yaparım." diyerek o ihtiyare karısına güzel bir huri gibi muhabbetle, şefkatle, merhametle mukabele edebilir. Kadın da yaşlı kocası için aynı şeyleri düşünerek, samimi, ciddi ve vefalı hürmet eder.

Son olarak ta beşerin büyük bir kısmını oluşturan hastalar, mazlumlar ve musibet zedelerin ruhlarında da ahiret inancının büyük bir tesiri vardır. Hasta, her an kendisine yaklaşan ölümü ve koşarak gittiği kabir karşısında ümidi sadece o kabri öbür âleme açılan bir kapı hükmünde görür. Hasta şayet kabri saadete götüren bir yol ve ebediyete ulaştıran bir vasıta halinde görmüyorsa hasta hiçbir zaman mesut olamayacaktır. O, sancılarına, ağrılarına karşı ahiret inancıyla teselli olur ve ara sıra ensesinde hissettiği Hz. Azrâil (as)’nin pençesinin ruhunda meydana getirdiği ıstıraplara karşı ancak bu inançla karşı koyabilir.

“Evet, ben gidiyorum, beni kimse burada durduramayacaktır... Fakat asıl sıhhatime, ebedî gençliğime kavuşacağım ve herkesin muhakkak döneceği bir yer olan Allah’ın yurduna gidiyorum.” diyerek, hastalığını unutup müteselli olacaktır. Onun içindir ki, ehlullâh ruhlarını Allah’a teslim ederken, dudaklarında da Dosta kavuşmanın sevinci ile vefat etmişler.

Risale-i Nur’da Ahiret Yolculuğu

Biliyoruz ki ahiret kavramı Kur’an’ın dört temel konusundan biridir. Risale-i Nur da Kur’an’ın bu asra bakan emsalsiz bir tefsiri olması sebebiyle Risale-i Nur’da ahiret inancına birçok yerde değinilmiştir. Zaten Risale-i Nur’un gayelerinden biri de insanlara ahiret inancını aşılamaktır.

Ahiret inancı soyut bir kavram olduğu için büyük İslam âlimleri bile ahiret konusunu açıklamada yetersiz kalmışlardır. İbn-i Sina gibi bir dahi bile “ İman ederiz, fakat akıl bu yolda gidemez” demiştir. Evet eskiden her şeyi maddede arayan gözler yani materyalist zihinler yok derecede az olduğundan dolayı İslam âlimleri bu konuda tefekkür etmeye ihtiyaç duymamışlardır. Günümüzde ise her şeyi göze indirgeyen maddiyyunluk safsatası ortaya çıkmıştır. Risale-i Nur ahiret konusunu örneklerle öyle bir somutlamıştır ki yani akla öyle yakınlaştırmıştır ki bu maddiyyunluk safsatasına karşı adeta bir duvar görevi bir set görevi görmüş bu fitneyi paramparça etmiştir.
 Bir de sadece ve sadece Risale-i Nur hizmetinde görülen iştirak-i a’mal-i uhreviye düsturuyla her bir nur talebesin hasenatları diğer umum Risale-i Nur talebelerinin hesaplarına da yazılacaktır adeta Risale-i Nur talebeleri bir ahiret ortaklığı yapacaklardır.
Risale-i Nur ahiret akidesi için birçok delil kullanılmıştır. Ben de elimden geldiği kadarıyla bu delillerden bazılarına değinmeye çalışacağım

1.Bu dünyadaki eserlerde görünen Cenab-ı Allah’ın saltanatı gösteriyor ki O’nun emir ve yasaklarına uyanı mükâfatsız karşı geleni ise cezasız bırakmayacaktır.

2.Biliyoruz ki bu dünyada zalim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp dünyadan göçüyorlar demek ki mahkeme-i kübraya bırakılıyor.

3. Peygamberlerin müjdeleri ile duaları ve Allah,  nebilerine olan şefkati gereği ahireti yaratacaktır.

4. Hiç bir varlığın hakkı yenilmemesi için yani Cenab-ı Allah adaleti gereği ahireti yaratacaktır.

5. Dünyadaki inkılaplar, yıkımlar, ölümler gösteriyor ki bu dünya sadece misafirhanedir asıl yurdumuz ise ahirettir.

6. İnsan fıtratında her zaman daha güzeli isteme ve hiç ölmeme arzuları vardır hâlbuki bu arzularımıza bu dünyada cevap verilmemekte demek bu arzularımız ahiret için verilmiştir

7. Son olarak da Cenab-ı Allah her sonbaharda bitkileri öldürüp ilkbaharda yeniden nasıl diriltiyorsa aynen öyle de ahireti yaratacak ve bu dünyadaki yolculuğumuz asıl vatanımız olan ahirette tekrar diriltilmemizle son bulacaktır.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.

Nur Talebeleri Haberleri