Risale-i Nur’u oku, ama Kur’an’a bak...

Ahmet AY

Bir önceki yazımızda Yunus sûresinin 58. ayeti ve Barla Lahikası’ndaki tefsiri üzerine konuşmuştuk. O vakit, dikkatinizi bir noktaya çekmeye çalışmıştım: Risale-i Nur’un parlaklığı, arkasında Kur’an’ı görmeye çalıştığınızda ancak çıkar ortaya. Bizzat metne bakıldığında değil. Belki bunun yanısıra öğütlenen ikinci birşey daha vardı orada. O da şuydu: Risale-i Nur ile bir ayeti anlamaya çalışıyorsanız, o ayete dair ezberlerinizden soyunmanız gerekir.

Son cümlemin iddialı durduğunu biliyorum. Fakat hakikat olduğunu düşünüyorum. Zira ne vakit ilgili ayetin tefsirine dair geçmiş malumat Risale üzerine taşınsa, adeta metinle ayet arasında perde oluyorlar. Parıltıyı, gölgeleri altında bırakıyorlar. Çoğu zaman da ayetle metnin arasındaki ilgi (bundan kaynaklı bir sorunla) kurulamadığından, bağlantı terkedilip doğrudan metnin izahına girişiliyor. Öyle olunca da yıldızlara değil, yerdeki yansımalarına bakılmış oluyor. Odak noktası kayboluyor. Halbuki o yansımalar, yıldızlar görünsün diye varlar. Bizzat kendileriyle meşgul olunsun diye değil. Harfî olmak niyetiyle yazılmışlar. İsmî bakınca parıltıları kayboluyor.

Bunun bir örneğini orada da sunmaya çalışmıştım ki, geçmiş malumatın feneriyle bakıldığında Risale metniyle Kur’an arasına nasıl bir perde gerildiği bir miktar görülebiliyordu.

Aynı ayetten ben dünyadaki işleri ikiye bölme (iyiye/kötüye ayırma) fikrini elde ederken; Yedinci Risale olan Yedinci Mesele, her fiil içinde karşılaşılan seçeneklerden bahsediyordu. Yani her amelimde ben şu iki şeyden birisini seçebilirdim: 1) Ya onu Allah’ın bir rahmeti sayıp onunla sevinirdim. 2) Yahut da kendi adıma toplar, benim işimmiş gibi sevinirdim. Asıl sevinmenin ikinci şekilde olması gerektiğini ise bana ayet ve Yedinci Risale olan Yedinci Mesele öğütlüyordu. Orada külliyat üzerinden bir örneklemeyle ayetin dayandığı bürhan direkleri gösteriliyordu. Sebeplerin yazılış nedenlerinden birisi belki de buydu: Ayetin pratikteki yansımalarını göstermek.

Mesela; daha birinci sebepte Bediüzzaman, daha gençliğinden itibaren Kur’an’ın mucizeliğini beyan etmeye yönlendirildiğini izah ederek, böyle bir yönlendirilişin sonucu olarak ortaya çıkan eserlerin kendi malı sayılamayacağını söylüyordu. Dolayısıyla üzerlerinden üretilecek bir sevincin (belki övünme?) ancak Kur’an hesabına yapılırsa makbul olacağını ifade ediyordu.

İkinci sebepte ise Bediüzzaman, Kur’an’ın kendisini övmesinden bahis buyurarak, Kur’anî yolun başarının/güzelliğin inkârını değil, kabulünü öğütlediğini; ancak bu kabulün Sahib-i Hakikisi adına olması gerektiğini beyan ediyordu. Yani sevinç/mutluluk/övünme haktı. İlla asıl sahibi unutulmaya...

Üçüncü sebepte ise yine Risale-i Nur üzerinden yapılan bir örneklemeyle ‘kendi adımıza toplayıp durduklarımızın’ ileride hakikatlere nasıl bir zarar verebileceği ‘çürük direk’ sembolüyle ifade ediliyordu. Dayandırıldığı direkteki kusur, esere sıçratılabilirdi.

Dördüncü sebep—ki bence işte ayetin tam tefsiridir—bir nimet/başarı nedeniyle duyulacak sevincin, o sevinci Allah’ın lütfu olarak düşünmekle sağlam zeminini bulacağı belirtilerek, elbise-insan-terzi örneklemesi üzerinden ayeti pratik hayata sokuyordu.

Beşini sebepte ise; yine elde edilen güzelliğin/başarının sebeplerin varoluşundan çok önce kader kalemiyle yazıldığına işaret edilerek, sebeplerden bir sebep olan kendi varlığımızı asıl sahip/toplayıcı olarak görmemek gerektiğini öğütlüyordu.

Altıncı sebepte ise; yine de süreç boyunca yaşananlardan çıkarılacak ders ile inayat, muvaffakiyet, ikram, keramet, i’caz-ı manevînin şuleleri silsilesi içinde o güzellikten hasıl olan övgüyü/sevinci (kendi adımıza) ‘toplamanın’ nasıl bir haksızlık olduğu ifade ediliyordu.

Yedinci sebepte ise; yine kendi adımıza sevinmenin/övünmenin eserdeki güzelliğe nasıl bir nakise getireceği sosyolojik bir zeminde izah edilerek, ilerleyen dönemde toplayıcının kusurlarının, sahiplenilene de bulaştırılacağı ve eserin bu yüzden kıymetsiz görülebileceği izah ediliyordu.

Görüldüğü üzere ilgili kısım, ayetin öğütlediği ‘Allah’ın lütfu ve rahmetiyle sevinme’nin gerekliliği, ‘kendi adına toplamanın’ ise zararlı oluşu üzerine tahşidat yapıyor ve yedi sebep boyunca aynı şeyin altını çiziyordu: “Sevinmek haktır. Ama illa eser sahibine tüm hakları teslim edilerek...  Onun rahmeti ve lütfu görülerek... Eğer kendi adınıza sevinmeye başlarsanız (yani toplarsanız) hem eserdeki güzelliğe, hem o güzellikten istifade edenlere, hem kendinize zarar vermiş olursunuz.

Ve bence bu dairesel yolculuk yine ayetin mealine varışla son buluyordu: “Onlara söyle ki: Allah’ın lütfuyla ve rahmetiyle—ancak bununla—sevinsinler. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır.”

twitter.com/yenirenkler

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.