Risale-i Nur’da bahsedilen bir kişilik temayülü olarak mağrurluk

Meleknur ÖZDORUK

Risale-i Nur, Kur’an ayetlerinden süzülen hakikatleri asrın insanının nazarına sunarken kendine has, muazzam yöntemler geliştirir. Hakikatleri incitmeden, manaları estetik ve sanat vadilerinden akıtır. Lakin onun kendine mahsus estetik kıymeti, manaları billurlaştırarak beyanından, hulûsiyet makamına sadakatinden, ruh ve kalbe tesir eden belagatinden ve daha pek çok hususiyetinden ileri gelir.

Risale-i Nur’da dikkate şayan bir nitelik de kısa hikâyelerdeki canlı doku ve hakikatlerin tecessümüdür. Kurgusal metinlerdeki tahkiye ve gösterme/sahneleme tekniklerini kendi yüksek edebi muhteviyatında eriterek, uzak, belirsiz, karmaşık gibi görünen cevherleri, temsil dürbünüyle yakın ve berrak görünümlere kavuşturarak muhakemelere kabul ettirir.

Bu yazımızda Küçük Sözler’deki temsillerde insanı hüsrana sevk eden ve olumsuz nitelikleriyle tanıtılan kişilik hususiyetlerinden mağrurluk (gurur ve kibir sahibi olma, kendini beğenme hâli) üzerinden bazı misalleri kısaca hatırlama gayretindeyiz. 

Külliyatın bir anahtarı olarak düşünebileceğimiz Birinci Söz’de malum, Bedevi Arap çöllerinde seyahat eden iki yolcunun hikâyeciği ardında Besmele hakikati anlatılır.  Bu seyahatte bir kabile reisinin ismiyle hareket etmek, hadsiz düşmanlardan kurtulabilmek ve nihayetsiz ihtiyaçların temini için muhakkak elzemdir:

  • “Onlardan birisi mütevazı idi, diğeri mağrur. Mütevazii, bir reisin ismini aldı; mağrur almadı. (…) Öteki mağrur, bütün seyahatinde öyle belâlar çeker ki, tarif edilmez. Daima titrer, daima dilencilik ederdi. Hem zelil, hem rezil oldu.“ (Birinci Söz)

Burada çöl seyahati mecazıyla ifade edilen dünya yolculuğunda selametle gezen, emniyette olan yolcu, mütevazılığıyla tanıtılır.  Tevazuu, yolcu için saadet ve emniyet vesilesine dönüşür. Acziyetini kabul ederek, büyük bir kuvvete iltica etmesi, bir anlamda yolcunun mütevazılık ahlakına bakar. Öte yandan seferinde her belaya giriftar, rezil ve zelil olan yolcunun öne çıkan vasfı ise mağrurluktur. Anlaşılır ki, yolcuyu mağrur kılan kibri, onu zorlu seyahatinde perişan eder. Zira gurur, acziyetini itirafı men eder. Mağrurluk, benlik davasından vazgeçememektir. O, çöl reisinin himayesinden ve dolayısıyla emniyetten mahrumdur. Çektiği belalar bu anlamda kibriyle izah bulur.

İman saadet ve lezzetini ticaret maksadıyla yola çıkan iki yolcu temsili vasıtasıyla anlatan İkinci Söz’de,  daha farklı kişilik özellikleri öne çıkar. Pek fena bir memlekete düşen bedbin yolcu, kendisini umumi bir matemhanede bulur:

  • “Hodbin adam hem hodgâm, hem hodendiş, hem bedbin olduğundan, bedbinlik cezası olarak nazarında pek fena bir memlekete düşer. Bakar ki, her yerde âciz bîçâreler, zorba müthiş adamların ellerinden ve tahribatlarından vâveylâ ediyorlar. Bütün gezdiği yerlerde böyle hazin, elîm bir hali görür.” (İkinci Söz)

Bu yolcu öyle elîm ve dehşetli bir ortamda kendisini bulur ki, ancak sarhoşluğa sığınmaktan bir medet umar hâle gelir. Vicdanı azap çeken bu şahsı Bediüzzaman Hazretleri şu sıfatlarla tavsif eder: Hodbin (kendini beğenmiş), hodgâm (kendine düşkün), hodendiş (yalnız kendini düşünen), bedbin (karamsar). Burada da hakiki saadete mani olan bir hususiyet olarak yine mağrurluk hissedilir. Lakin mağrurluk bu temsilde daha ziyade bedbinlik suretinde renklenmiştir.

Diğer taraftan Rabb’ini tanıyan, bahtiyar yolcu, girdiği memlekette gayet güzel manzaralar, şenlikler görür ve buna binaen huzurludur; kalbi ve ruhu sükûnettedir. Bahtiyar yolcunun bedbin şahsa rast gelip, onu şöyle ikaz etmesi de gayet manidardır:

"Yahu, sen divane olmuşsun. Batnındaki çirkinlikler zahirine aksetmiş olmalı ki, gülmeyi ağlamak, terhisâtı soymak ve talan etmek tevehhüm etmişsin. Aklını başına al, kalbini temizle—ta şu musibetli perde senin nazarından kalksın, hakikati görebilesin. Zira nihayet derecede âdil, merhametkâr, raiyetperver, muktedir, intizam perver, müşfik bir melikin memleketi, hem bu derece göz önünde âsâr-ı terakkiyat ve kemâlât gösteren bir memleket, senin vehminin gösterdiği surette olamaz." (İkinci Söz)

Temsilde hayatımızın her sahnesini, her karesini boyayan bir hakikat fırçası görürüz. Demek bedbin (karamsar) bir nazar, güzelliği çirkinliğe yorma maharetindedir. Bu bakış, “musibetli perde” olarak hakikatli yolcunun dilinde ifade bulur. Hem de “Batnındaki çirkinlikler zahirine aksetmiş” teşhisiyle bedbin nazarın hastalığı ve “kalbini temizle” ihtarıyla bu hastalığın kalpten beslendiği ortaya konulmuş olur. Demek Samed aynası olan kalpteki puslar ve tortular, bedbin bir nazara, yani “musibetli perde”ye akar.

Üçüncü Söz’deki hikâyecikte bir vakit iki asker uzak bir şehre doğru yola koyulurlar ve önlerine iki yol çıkar. Bedbaht nefer askerliği, nizama tâbi olmayı istemez ve kuralların, intizamın olmadığı yolu tercih eder. Elbette bu yolun kapısı helâkete açılır. Bedbaht asker, uyarılmasına rağmen neden bu muzır yolu tercih eder? Çünkü belirli bir nizam altına girmek, kaidelere riayet etmek istemez. Zira o, “âsi ve e hevâya tabi”dir.  (Üçüncü Söz) Âsilik ise mağrurluğa delalet eder. Bir padişahın emir tahtına girmek istemeyen âsi asker, ilkin “yalancı bir rahatlık” hissetse de her hadisenin fırtınasında savrulmaktan kurtulamaz.

Tevbe Suresi’nden bazı (9:11) âyetlerin tefsirini harikulade bir surette izah eden Altıncı Söz’de ise büyük bir padişahın hizmetinden bir adam “mağrur, nefsi firavunlaşmış, hodbin” olduğundan padişahın fermanını dinlemez. Fırtınalı bir muharebe zamanında kendisine teklif edilen fevkalade kârlı ticareti mağrurluğuyla reddeden adamın akıbeti son derece elîm olur:

  • “(…) öyle bir hale giriftar olmuş ki, herkes ona acıyor, hem ‘Müstehak!’ diyor. Çünkü hatasının neticesi olarak, hem saadeti ve mülkü gitmiş, hem ceza ve azap çekiyor.” (Altıncı Söz)

***

Evet, Risale-i Nur’da farklı suretlerde daha pek çok bahsedilen ve burada birkaç temsil dâhilinde kısaca hatırlamak istediğimiz mağrurluk hâli, insana İblis’in Şeytan olma hadisesini hatırlatır. Hem de İblis’in macerasından Nemrut’ların, Firavun’ların, Ebu Cehil’lerin hayatlarına akan zulmetleri. Bir de içinde bulunduğumuz dönemin yaygın kişilik yapılanmasını ifade eden narsisizmi. Ve dahi kendi iç âlemimizde benlik davasıyla olan münasebetimizi. Sahi, hatırlama sırası ters oldu. Değil mi?

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.