Risale-i Nur ve cemaatlerine fütürist bir yaklaşım

Mustafa AKCA

“Bizler müzeleri, kütüphaneleri yerle bir edip ahlakçılık,
Feminizm ve bütün yararcı korkaklıklarla savaşacağız”

                                                                        Filippo Tommaso Marinetti

Bir önceki yazımızda Bediüzzaman Hazretlerinin Nur müntesiplerine “Şerh, İzah, Tekmil, Tahşiye, Neşir, Talim, Telif, Tanzim, Tertip, Tefsir, Tashih, Beyan, İspat, Cem, Tafsil” olarak sayılabilecek 15 vazife tevdi ettiğini belirtmiştik. Bunlar Nur Talebelerinin Risale-i Nur’a yönelik hizmetlerinin bir çerçevesini ortaya koymaktadır.

Elbette, Risale-i Nur’un İslam dünyası özelinde tüm insanlık âlemine karşı da bir takım vazifeleri olduğu muhakkaktır. Her iki düzeyde de yapılması gereken vazifeler esasında insan kaynağının kalitesine, hitap edilen muhatapların kabiliyetlerine, maddi güce, zamanın kifayetine, terazinin iki kefesinden diğerinin güç kaybetmesine bağlı olarak bir sürece ve tekâmül kanunlarına uygun şekilde gerçekleşecektir. Sürecin uzunluk ya da kısalığı birçok bileşenin varlığı ve durumuna mebnidir.

Risale-i Nur hizmetlerinin geçmişini analiz etmek neden gereklidir ve geleceğine ilişkin bir tahminde bulunmak mümkün müdür, böyle bir fütürist girişime, gelecek tasavvuru ve planlamasına neden ihtiyaç vardır?

Öncelikle şunu söylemek lazım ki Nur Talebelerinin Risale-i Nura ilişkin hizmetleri ile Risalelerin ahir zamanda ifa etmekte olduğu ve kıyamete değin sürdüreceği büyük iman hizmetinin böyle bir analize ve planlamaya, belki geleceğe yönelik bir tahmin yapılmasına fazlasıyla hakkı ve kabiliyeti vardır. Bütün güzelliklerin düşmanı ve söndürücüsü olan ümitsizliğin yer bulmaması ve ümidin devamlı bir çağlayan haline gelmesi için planlama yapılması, istişarenin devam ettirilmesi ve gelecek tasavvurunun insanlara sunulması gerekmektedir. Bunlar ise bir idealin yürümesi ve hayata geçirilmesinin olmazsa olmazları durumundadır. Bediüzzaman Hazretlerinin başta Muhakemat olmak üzere Hutbe-i Şamiye ve Münazarat gibi eserleri ile 5. Şua özelinde ahir zamanla ilgili tevil ve izahları esasen bu ihtiyacın bir terennümüdür.

“Risale-i Nur Hizmetleri”nden özetle iki şeyi anlıyoruz: 1- Bizzat Risale-i Nur’un metinlerinin neşir ve izahı. 2- Risale-i Nur’un meselelerinin tüm dünyaya tanıtılması, beşer tabakalarına ve ilim dünyasına takdiminin yapılması. Bu bakımdan özellikle 1’inci tür izahın çoğunlukla Risale-i Nurun yine kendisine atıfla izah edilmesi ekseninde yapılabilecek didaktik bir izah çalışması olduğu; diğerinin ise iman-hayat-şeriat meselesine baktığı cihetle, özellikle konusunda yetkin Risale-i Nur hadimlerinin Sanat, Felsefe, Siyaset, Yönetim, İlahiyat, Fen ve Teknoloji benzeri tüm alanlarda yapacağı, Risale-i Nur perspektifinin atıf, öneri, karşılaştırma, çözümleme, eleştiri vesairetarzında disiplinler düzeyinde ortaya konulması ile gerçekleştirilebilecek normatif/disiplin inşa eden prensip ortaya koyanizahçalışması olduğu söylenebilir.

Risale-i Nurla ilgili olarak tüm vazifelerin ifa edilmesinde genel olarak aşağıdaana hatları belirtilen aşamalardan geçmek durumundayız:

1’inci Aşama: Hiç yorumsuz, neredeyse izahsız okuma (Patristik dönem) - İman

2’nciAşama: Risale-i Nur-u, ona atıfta bulunarak, kendisiyle izah ederek, zaman zaman izahlara girişerek okuma (tetkiki okuma – Skolastik dönem) - İman

3’üncü Aşama: Risale-i Nurları çağdaş bilimlerin paradigmaları yordamıyla okuma (Modernist dönem 1’inci safha – Bacon’cı yaklaşım - Bilim odaklı okuma) - İman ve Hayat

4’üncü Aşama: Eleştirel okuma (Modernist dönem 2’inci safha - Akademik okuma - Akademik düzeyde çalışmaların yapılması)- İman ve Hayat

5’inci Aşama: Entelektüel okuma (Küresel düzlemde Risale-i Nur Ekolünün anlatılması– Felsefe ve Sanat ekolleri ile münazara dönemi) -  İman, Hayat, erken dönem şeriat

6’ncı Aşama: Paradigmik dönem (İslam Hakikatlerinin büyük coğrafyalarda ve insan kitlelerinde kabul görmesi; kural ve ilkelerinin pratikte uygulanması) İman, Hayat, Şeriat)

Bu aşamaların daha detaylandırılmış bir tablo haline getirilmesi istenirse; şöyle bir tablolaştırma öngörülebilir:

 

Toplumun ve Cemaatin Risale-i Nurla olan ilişkisi

Dönemin özellikleri

Cemaat yapısı

Mehdiyyetin vazifeleriyle olan ilişki

1’inci Aşama

Hiç yorumsuz, neredeyse izahsız okuma

Risale-i Nurların toplumla tanışması ve neşir faaliyetleri

Tamamen bütünleşmiş

İman

 

Pasif Dönem

2’nci Aşama

Tetkiki okuma,

Risale-i Nur-u, ona atıfta bulunarak, kendisiyle izah ederek, zaman zaman izahlara girişerek okuma –

Bütünleşmiş –Bazı simaların öne çıkması

İman

 

Pasif Dönem

3’üncü Aşama

Bilim odaklı okuma

Risale-i Nurları çağdaş bilimlerin paradigmalarıkullanılarak okuma

Birbirini reddetmeyen gruplaşmalar. Ağabeyler, kanaat önderleri ve öne çıkan simalar

İman ve Hayat

 

Pasif Dönem

4’üncü Aşama

Eleştirel okuma

Risale-i Nurlar üzerine akademik düzeyde çalışmaların yapılması, Diyanet ve Siyaset âlemiyle ve dindar İsevi Cemaatinin fertleriyle tanışma; ehl-i mektep, ehl-i medrese ve ehl-i tekkenin buluşma sürecinin başlaması.

-En sancılı dönem - Grup Cemaatçiliğinin zayıflaması; Risale-i Nur üzerindeki vesayetlerin yırtılması –bürokrasinin, Ağabeylerin, kanaat önderlerinin vesayeti-.

Kamu kimliğine bürünmüş ticari ve kültürel yapıların ortaya çıkması; özgünleşme sürecinde sanat eserlerinin ortaya çıkması.

İman ve Hayat

 

Erken aktif dönem

 

 

5’inci Aşama

Entelektüel okuma

Küresel düzlemde Risale-i Nur Ekolünün anlatılması – Bilim, Felsefe ve Sanat ekolleri ile münazara dönemi

Klasik cemaat yapısının bitişi; Uluslararasılaşmanın, beynelmilel hale gelişin görünür hale gelmesi; bireyin ön plana çıkması;

Ülke düzeyinde sözü kabul edilen entelektüel figürlerin oluşması.

Sanat eserlerinde özgünleşme

İman, Hayat, Erken dönem Şeriat

 

Aktif dönem

6’ncı Aşama

Paradigmik dönem

İslam Hakikatlerinin büyük coğrafyalarda ve insan kitlelerinde kabul görmesi; kural ve ilkelerinin pratikte uygulanması

İslami Kültür, siyaset, hukuk ve Sanat endüstrisinde evrensel çapta simaların ortaya çıkması

İman, Hayat, Şeriat

 

Aktif-durgun dönem

 

Nur Talebeleri hangi aşamada bulunmaktalar? Esasında, 4’üncü Aşamayı hazmedebilmiş, 5’inci aşamaya geçebilmiş bir anlayışı şu an itibariyle delillendirmenin pek mümkün görünmediğini söylemek zor değil. Toplumun çoğunluğu gibi Nur Talebeleri de 3’üncü Aşamadabir hayli sıkıntı yaşıyorlar. Bu aşama aşılması en zor ve en uzun sürecek dönemolmaya namzettir. Bu dönemin en belirgin özellikleri şöyle sıralanabilir:

a) Bilime ve Felsefeye konusunda çarpık bir tutum geliştilmesi, Güzel sanatların hiç gündeme gelemeyişi:

Bu hususundillendirilmesi sadedinde, risale metinlerinden sözüm ona deliller getirilmektedir. Oysa Bediüzzaman’ın Bilime ve Felsefeye karşı olması gibi toptancı bir söylemi olduğunubelirtecek sözler O’na karşı en büyük iftira ve Risale-i Nur’a yapılacak en büyük bir kötülük türdenilebilir.

Risale-i Nur bir bilim ve felsefe metni değildir; tam bir kelam metni de usule uyan bir tefsir kitabı da olmadığı gibi.Yazılış maksadı itibariyle de bir kısım bilimsel ve felsefi meselelere odaklı bir kritik de yapmamaktadır. Risale-i Nur’un derdi, ileride Medresetüzzehra denilen eğitim konsepti içerisinde felsefe ve bilim üretilecekbir atmosferin doğru şekilde ortaya çıkması için bilimsel ve felsefi paradigmaların eleştirisinin yapılması; içlerinde “TEVHİD” paradigmasıyla zıt düşenlerin ayıklanması, mitik/mistik zannedilen bir kısım dini meselelerin izahı; böylelikle fen bilimleri ile din ilimlerinin beraber harmanlanmasıdır. Münazarat’ta bu “Vicdanın ziyası, ulûm-u dîniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder” sözleriyle ifade edilir.

Bilim denilen şey Batıda ayrı, Doğuda ayrı, Türkiye’de ayrı Fransa’da ayrı yapılan bir iş değildir ki bilim yapmanın önünde olunsun ve ona karşı çıkılsın. Belki bilim yaparken ortaya konulan ideallerin, çerçevesi çizilen fikirlerin ve sonunda oluşan medeniyet tasavvurunun (paradigma) eleştirisi yapılmalıdır. Konu bilime ya da felsefeye karşı olmak zaten olamaz; konu aklın bulduğu, yöntem ve sürecin ortaya çıkardığı, gözlemin çerçevesini çizdiği durum hakkında bir hüküm ortaya koymaktır. Düzeni gören ve sebeplerin birbiri ardınca gelişini mütalaa eden iki bilim adamının yapabileceği gibi ya esbabperest olmak veya mucizeperest olmaktır. Bu ikisi mütalaa aşamasında bir ve beraberdir. Yani Hristiyanı, Müslümanı, İngiliz’i veya Sudanlısı beraberce aynı laboratuvarda çalışabilir. Bunlar bir noktaya kadar birbirinden farklı sayılamazlar.  Fakat tekvini sonuçlar çıkarma aşamasında birisi için esbabperestlik bir yoldur diğeri için mucizeye dayanmak bir yoldur. Mucize, yani insan aklını hayrete düşüren ve aciz bırakan mükemmel bir durum vardır.

İşte bu tavır ve duruş sergileme hengâmında, bir paradigma diğerine baskın gelmeye başladığında medeniyet de ona göre oluşmaktadır. Bugün İslam dünyasının halinin değişmesini istiyorsak paradigmanın inşasının (tecdidinin) gerçekleşmesi gerekmektedir. Zira Allah Teâla sosyolojik bir kanununu anlatırken “Bir millet kendini değiştirmek istemezse Allah onları değiştirmez” diyor.

Bilimin özellikle materyalist ve tabiatperest kısmına eleştiri yaparken ve bunu İslam’a göre kritize ederken kullanılan argümanlar pozitivizmin, materyalizmin ve natüralizmin eleştirisinden öteye gitmiyor. Risale-i Nur’daki bilim odaklı bahisler sanki topluca felsefeyi bilimi hedef alıyormuş gibi bir yaklaşım sergileniyor.

Bu konuda bile Osmanlının son demlerindeki entelektüel seviyeye ulaşmak için çok çalışmamız gerektiği aşikarane gözüküyor.

Batı’da, Aydınlanma Döneminden beridir Hıristiyan bilim adamları tarafından “bilimsel makyajlı” eleştiriler yapılırken ortaya konulan fazlasıyla “muhafazakâr” –bir seminerde işittiğim yoruma göre fazlasıyla ‘katolik’- sayılabilecek yaklaşımları taklit ediyoruz. Yıllar önce okuduğum muhterem Halit Ertuğrul Ağabeyimin “Kendini Arayan Adam” kitabı ile 25 sene kadar önce yayınlanan Bilim Teknik Serisibu bakış açısının en tipik örnekleridir. Bu seviye aşılmadıkça, genç dimağlara ulaşılması, Batının İslam’la buluşması, İslam âleminin düzelmesi pek mümkün görünmemektedir. Bu meselenin pratikteki en önemli göstergesi Risale-i Nur cemaatlerinin ortaya koydukları yayınlardır; biraz incelense Bilim ve Felsefeye –zaten Güzel Sanatları hiç saymaya gerek yok- dair eleştirel bir tek özgün metnin yayınlanmadığı görülecektir. Bu, bireysel olarak da cemaat düzeyinde de mevcut halin fotoğrafını vermektedir.

b) ve c) Bölünmüş cemaatler halinde hizmet yapmanın kanıksanması; vesayet mekanizmasının devam etmesi:

İkisi birbirinin neden ve sonucu olarak görülebilecek bir hal arzeden konunun beraber zikredilmesi daha uygun olacaktır. Bu en zorlu ve sıkıntılı dönemde (3’üncü Aşama) en belirgin hal tekâmül kanununa direnmeye çalışan, dejenerasyona uğramış cemaat yapısının sürdürülmeye çalışılmasıdır. Bu yapıda meşveret “-mış gibi yapılan” bir iş olarak, işlevini yerine getirmesine fırsat verilmeyen bir eğreti imaj durumundadır. Yeterince temsil edilemeyen cemaatin toplu vicdanı vesayet altında olup bu vesayet çeşitli kişi ve kurumlar üzerinden devam ettirilmektedir. Meşveret şeklen yerine getirildiği halde neredeyse kimsenin sonuçlardan memnun olmayışı bu durumun tipik bir göstergesidir.

Bu hal, cemaatlerin siyaseten yönlendirilmesini hayli kolaylaştırmakta; en önemli varlık sebepleri olan Risalelerin metinlerine dahi sahip çıkamamalarının yolunu açmaktadır. Meşveret meselesini bir vazgeçilmez değil hala bir lüks olarak algılayan zihniyet, özellikle Ağabeylik kurumu üzerinden bu tavrını devam ettirmektedir. Risale-i Nur metinlerinin devletleştirilmesi, işte tam da bu “sürdürülemez” olan yapının daha büyük bir Ağabey’e yani devlete ‘hulül’ü ile sonuçlanmaktadır.

Meşverete dayanmayan yapıların, özgürlüklerini ve kutsallarını zamanı geldiğinde bir üst vesayete devretmeleri esasında faşizan bir tutum olarak kendi istiklaliyetinden vazgeçmek demektir.

Ayrışmayı körüklemesi kaçınılmaz olan bu vesayetçi durum Risale-i Nur erkânlarının bir takım yanlış denemelere girişmelerinin yolunu açmaktadır. Bu yüzeysel bir yaklaşımla onların günahları gibi görülecekken; aslında vesayet yoluyla gerçekleşen bir müstebidane tutumun aşırılıklara yol açmasından kaynaklanmaktadır. Örneğin Hristiyanlarla farklı bir ilişki kurulması anlamında alınabilecek Hoşgörü meselesi gibi Sadeleştirme meselesi de, tatmin edilmemiş ve ikna olmamış bir zekânın dışlanması sonucunda ortaya çıkan travmatik bir sonuçtur. İslam tarihi, Cebriye, Mutezile gibi fırkaların vesayetçi ve müstebid yaklaşımlarla dışlanmış olan bir takım fikirlerin bir neticesi olarak ortaya çıktıklarının canlı şahididir.

Eğer 4’üncü döneme daha kısa sürede geçilmesi isteniyorsa sabır gösterilmeli, meşveret işletilmeli, kendisini ayrıştırmaya çabalayanlara sabır, metanet ve müsamaha ile yaklaşılmalı, elde bulunan potansiyel gücü dağıtmaktan kaçınılmalıdır. Farklı farklı ekoller haline gelmiş cemaatlerin yeni bir cemaat türünün oluşmasına aşırı şekilde tepki vermelerinin, onları dışlamalarının hakikat nazarında bir kıymeti var mıdır?

Bu bakımdan mesela Gülen Hareketine karşı sergilenen tutum bizim için bir gösterge olabilir. Geliştirdikleri farklı argümanlarla ayrı bir cemaat haline gelen Hareketin; Risale-i Nurlardan beslenen unsurlar arasında en fazla genç ve eğitimli nüfusa sahip kesim oluşu reddedilemez bir vakıadır. Bu potansiyelin tamamen ayrışmasına yol açacak tutumlardan kaçınmak İhlas Risalesini lâakal 15 günde bir kez okumakla yükümlü insanlar için kaçınılmazbir vazife ve zorunluluktur.

Harekete karşı yapılan eleştirileri Risale-i Nur zemininden kaydırıp özellikle siyasetin mevhum ve ispatsız bir takım iddialarının şekillendirdiği bir dedikodu ve hakaret konseptine dayandırdığımızda, bu, Risale-i Nur davasının dışında artık politik bir tartışmaya dönüşmüş demektir. Risale-i Nur’a ilişkin meselelerin siyaset diliyle konuşulmasının Risale-i Nur’dan kaynaklanamayacağıortadadır.

Ne kadar inkâr edilirse edilsin Fetullah Gülen Hareketi’nin hem enerjik hem de şevkle dolu olması göz ardı edilmemelidir. Daha düne kadar çocuklarını onlara emanet eden kişilerin siyaset rüzgârına kapılarak onları dışlaması, Risale-i Nur erkânlarının dışında gösterilmeye çalışılması, ayrıştırmacı üsluba destek verilmesi, Siyaset kurumunun Risale-i Nur hizmetleri konusunda bir merci konumuna getirilmesi Risale-i Nur hizmetine büyük bir darbe vuracaktır, vurmaktadır.

d) Eskiden küçük bir Risale-i Nur erkânının mümeyyiz vasfı olarak gösterilen bir tutumun, devlette söz sahibi olan vesayet rejiminin en önemli vasfının diğer cemaatlere sirayet etmesi: Milliyetçi yaklaşımların popülerleşmesi:

Vesayet rejiminin zayıflaması, medyanın yaygınlaşması, özellikle sosyal medyanın kullanımı, refah seviyesinin artması, ülke dışındaki unsurlarla temasın ciddi boyutlara ulaşması gibi tetikleyici unsurlar insanlardaki millet hissini tekrar uyandırmaktadır. Bu hissin İslam milliyeti bağlamına tebdil edilememesi bölgesel ve kültürel milliyetçiliğin gündeme gelmesine yol açmaktadır.

Risale-i Nur erkânlarının bürokrasi ve siyaset alanında boy göstermeye başlaması, bu tip milliyetçi yaklaşımdan nasiplerini artırmaktadır.

Esasında Sadeleştirme girişiminde olduğu gibi Risale-i Nur’un Devletleştirilmesi ile Cemaatlerin ayrışması meselelerinin de bu problemden destek aldığı söylenebilir. Bu meselenin başka bir makalenin konusu olması gerektiğini düşünerek burada bunun ikrarıyla iktifa ile okuyucuların zihinlerine havale etmek uygun olacaktır. Belki bir ön hazırlık olarak “Kertenkele Çukuru” adlı kitaba müracaat edilse münasiptir. Vesselam.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (5)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.