Peygamber imajları : Vekil

Himmet UÇ

Peygamberimizin (asm) kainatın anlam ve esrarını insanlığa izah eden biri olduğuna dair Bediüzzaman hazretleri en dikkat çekici izahlardan birini İşaratül İcaz isimli eserinin başında yapar. Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in özetle dört maksadı vardır. Bu tesbit de önemlidir. Bu esas unsurlar -anasırı esasiye- ve maksatlar; “Tevhid, Nübüvvet, Haşir ve Adalet.”

Bu kainatın yaratanın kim olduğu, maksadının ne olduğu en büyük hakikat tevhid. Sonra bu hakikat ile insanlar arasında köprü olan, kainatın sırlarını, uluhiyetin sırlarını açan biri gerekir. O da Nebiler ve Nübüvvet. Yüz yirmi dört bin nebiler silsilesinin görevi nübüvvet. Onlar olmasaydı kainat denilen bu azametli kitap bir manasız kağıt olacaktı. Allah’ın sanatı abes karanlığına kaybolup gidecekti.

Bu çok anlamlı kainatta en anlamlı canlı insandır ama manasız ve abes yaşayamaz. Bütün hayatı bir mahkemede sorgulanacaktır. Nasıl kullandın şu azametli kainatın içinde en harika varlığını, nerelerde heba ettin veya iyi sarf etttin. Bakkala giden çocuğuna on lira verip döndüğünde hesabını soran baba, kainatın sahibi bir mücevher külçesi gibi gönderdiği insana “nerede kullandın ömrünü” diye sormasın mı, he sormasın mı?

Adalet kainatın mayası, insan bedenindeki dengeden, bir papatyanın yapraklarını bir hizada ağırlıklı tutan dengeden, denizlerin masrafı ve varidatı arasındaki dengeden… Böyle yüz madde saysan adalet ve dengeyi, altın oranı izah edemezsin.

Koca Bediüzzaman o büyük kitabımızın dört maksadını nasıl icmal etmiş bu da ayrı bir hayret. İnsanoğlunun zaman içinde akışı bir canlı tablo gibi anlatılmış:

“Kur'ân'daki anâsır-ı esasiye ve Kur'ân'ın takip ettiği maksatlar tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ile ibadet olmak üzere dörttür. Bu dört unsuru beyan edeceğiz.

Sual: Kur'ân'ın, şu dört hedefe doğru yürüdüğü neden malûmdur?

Cevap: Evet, benî Âdem, büyük bir kervan ve azîm bir kafile gibi mâzinin derelerinden gelip, vücut ve hayat sahrâsında misafir olup, istikbalin yüksek dağlarına ve müzeyyen bağlarına müteveccihen kafile kafile müteselsilen yürümekte iken,/

kâinatın nazar-ı dikkatini celb etti. "Şu garip ve acip mahlûklar kimlerdir? Nereden geliyorlar? Nereye gidiyorlar?" diye ahvallerini anlamak üzere /

hilkat hükûmeti,/ fenn-i hikmeti / karşılarına çıkardı ve aralarında şöyle bir muhavere başladı…”

Bu dramatik kurguda Bediüzzaman manaları teşahhus ettiriyor, intak ettiriyor yani konuşturuyor. Bu şahıslar, kurgu şahıslar kimler? “Kainat, Hilkat Hükümeti, Fenni Hikmet.”

Bediüzzaman Muhakemat’ta buna felsefe-i nahviye diyor. Yani dil felsefesi. Bütün Risale-i Nur dil felsefesi. O tarihte bizde dil felsefesi yapan bir babayiğit yok. Muhakemat’ta kavramların felsefesini yapıyor. Muhakemat, döneminde edebiyat teorisi kitaplarının en dikkat çekicisi. Anlatan beri gelsin, felsefe kelimesini duyunca anlam çeşitliliğini bilmeden taşlama. Halbuki Bediüzzaman felsefeyi tahlil eder.

“Risale-i Nur’un şiddetle tokat vurduğu ve hücum ettiği felsefe ise mutlak değildir. Belki muzır kısmınadır. Çünkü felsefenin hayat-ı ictimaiye-i beşeriyeye, ahlak ve kemalat-ı insaniyeye ve sanatın terakkiyatına hizmet eden felsefe ve hikmet kısmı ise Kur’an ile barışıktır, belki Kur’an’ın hikmetine hadimdir, muaraza edemez, bu kısma Risale-i Nur ilişmiyor.” (Asayı Musa)

Nasıl tahlil ama! Böyle bir tahlil ve taksim yok.

“Hikmet: "Nereden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz? Bu dünyada işiniz nedir? Reisiniz kimdir?"

Felsefe bu soruyu her zaman sormuş ama tatmin edici cevabı sadece peygamberler vermiş. Bizim Peygamberimiz (asm) de insan oğluna vekaleten, onların cevap veremeyeceğini anlamış onlara vekil olarak vekaleten konuşmuşlar.

“Bu suale, benî Âdem namına, emsali olan büyük peygamberler gibi, Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâm, nev-i beşere vekâleten karşısına çıkarak şöyle cevapta bulundu…”

Ne kadar canlı karşısına çıkarak. Bediüzzaman, dramaturji dersi veriyor. Bütün kavramlar, güçlü teoriler, onun dilinde hemen şahıslarla ifade edilen bir Risale-i Nur tiyatrosuna dönüşüyor. ”Bak şu fersude bedene ne zindegu işler yaparmış“ diyorlar ya. Böyle bir sanatçı gelmemiş de anlatan beri gelsin. Bütün sanat teorilerini okuyan bu konulara girebilir.

"Ey hikmet! Bu gördüğün insanlar, Sultan-ı Ezelînin kudretiyle, yokluk karanlıklarından, ziyadar varlık âlemine çıkarılan mahlûklardır. (Cümlenin güzelliğine bak, yokluk karanlıklarından ziyadar varlık alemine çıkarılan mahluklar. HU) Sultan-ı Ezelî, bütün mevcudatı içinde biz insanları seçmiş ve emanet-i kübrâyı bize vermiştir. (Madem seçilmişiz, o halde en önemli emanet de bize verilecek. Arının emaneti bal, koyunun süt, bulutun yağmur.HU) Biz, haşir yoluyla saadet-i ebediyeye müteveccihen hareket etmekteyiz. (Haşri yola benzetmiş, ebedi saadete giden yol, ölüm de yola açılan kapı.HU) Dünyadaki işimiz de, o saadet-i ebediye yollarını temin etmekle (Dünyadaki işimiz, hani şu işlerimiz var ya onlar uğruna asıl işimizi eh işte yaptığımız işler…HU) re'sü'l-malımız olan istidatlarımızı nemalandırmaktır. (Okumadan, düşünmeden, yazmadan, eğitim almadan geçen koca koca ömürler…HU)

Ve şu azîm insan kervanına, bundan sonra Sultan-ı Ezelîden risalet vazifesiyle gelip riyaset eden benim. İşte o Sultan-ı Ezelînin risalet beratı olarak bana verdiği Kur'ân-ı Azîmüşşân elimdedir. Şüphen varsa al, oku!"

Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmın verdiği şu cevaplar, Kur'ân'dan muktebes ve Kur'ân lisanıyla söylenildiğinden, Kur'ân'ın anâsır-ı esasiyesinin şu dört maksatta temerküz ettiği anlaşılıyor.”

Akif şairler sultanı. “Ne bana yaradı cismim ne Yara yar oldu / İlahi şu bir avuç türabı neyleyeyim” diyor.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.