Özgün olarak yaratılan varlık

Mehmet EVREN

Her insan, tek ve özgün bir varlık olarak yaratılmıştır. Aslında insanlar bu gerçeğin farkındadır. Ancak, özgün bir varlık olmanın anlamı üzerinde pek kafa yormayız. Oysa bu gerçek, insanın kendini anlamasının, hayatı anlamlandırmasının anahtarı gibidir. İnsanlar görünüş olarak birbirine benzer. “İnsan” kavramının içeriğini nasıl doldurulduğunu hepimiz gayet iyi biliriz.

Binbir çeşit varlığın içinde, insanı hemen ayırt edebiliriz. Bu şekil benzerlikleri, bizim kendimizi fabrikadan çıkmış arabalar gibi algılamamızı gerektirmez. Çünkü aynı isim ve aynı modelde üretilen arabaların birbirinden farklı olmayacağı açık bir gerçektir.

Fakat, aynı anneden doğan ikizler bile, hatta tek yumurta ikizleri bile, kendisini kardeşinin aynısı olarak düşünmez. Ve aynısı da olamaz. Öyleyse, insanların görünüşte diğer insanlarla olan benzerlikleri bizi yanıltmamalıdır. Bu benzerlikler bile özünde pek çok farklılığı barındırır. Örneğin, aynı şeylere bakan birden çok insanı düşünelim.

Herkes kendi gözüyle görür. Yani gözlerimiz renkleri farklı olsa da birbirine benzer. Veya daha anlaşılabilir bir ifadeyle, gözümüzün nasıl gördüğünü biliriz. Her göz aynı şekilde çalışır. Fakat, aynı şeylere bakmamıza rağmen, her insan o şeyi kendine göre görür, anlar ve değerlendirir. Burada, iki bakımdan özgünlük söz konusudur: Birincisi, her insanın gözü, kendi gözüdür. Yani her insanın gözü özgün bir şekilde yaratılmıştır.

İkincisi, her insanın gördüğü de, kendine göredir. İnsanların elleri, kolları, ayakları birbirine benzer. Bu doğru bir tespittir. Bazı insanlar, diğer insanlardan daha uzun, ya da daha kısa boylu olabilirler. Bazı insanların saçları daha gür olabilir. Bu tür açık seçik görülebilen farklılıkların olduğu da doğrudur. Bazılarımız, diğer insanlara bakarak daha uzun boylu, daha yakışıklı olmak da isteyebilir. Bazılarımız burnunu beğenmeyebilir. Bazılarımıza elleri, ya da kulakları gereğinden fazla büyük gelebilir. Bu tür örnekleri artırmak mümkündür.

Ancak, tam da burada durup biraz düşünmeliyiz. Beğensek de, beğenmesek de, elimiz, ayağımız, burnumuz, kısaca vücudumuz, bizim vücudumuzdur. Başka bir açıdan bakacak olursak; aslında bu vücut bizim değil. Çünkü biz kendi irademizle bu dünyaya gelmedik, gönderildik. Taş ta, bitki de, hayvan da veya başka bir varlık ta olabilirdik. Ayrıca bu vücudu bir yerlerden satın da almadık, irademiz dışında bizlere verildi ve bize verilen bir emanettir. Onun için beğenme ve beğenmeme lüksümüz yoktur.  “Mülk sahibi O’dur. O mülkünde istediği şekilde tasarruf eder.” Bizim görevimiz bu vücudu, yaratıcısının istediği şekilde kullanmaktır.

Bütün bunlar, bizim özgünlüğümüzün parçalarıdır. Her insanın daha güzel olma çabasını anlayışla karşılamak gerekir. Hatta, imkânlar nisbetinde, özgünlüğümüzü bozmayacak şekilde ufak tefek değişiklikler bile yapılabilir. Yani bazı hastalıklardan dolayı tedavi amaçlı değişikliler yapılabilir, yoksa ben vücudumun şurasını beğenmedim değiştireyim gibi bir hakkımız ve lüksümüz yoktur. Ancak, bizler, bu halimizle özgün varlıklarız. Bu gerçeği unutmamak gerekir. Bunun anlamı şudur: Bizler, kendimizle, kendi vücudumuzla barışık olmanın bir yolunu mutlaka bulmalıyız. Biz, istesek de, başkaları gibi olamayız. Diğer taraftan, toplumsal bir varlık olarak, diğer insanları elbette görmezlikten gelemeyiz. Fakat, bütün varlığımızı başkalarına hoş görünmek, güzel görünmek üzerine inşa edersek, o zaman da biz kendimiz olamayız. Çünkü “kendini beğenen belâyı bulur, zahmete düşer; kendini beğenmeyen safâyı bulur, rahmete gider.”[1]  “Kendi nefsini beğenen ve seven adam başkasını sevmez. Eğer görünüşte sevse de samimî sevemez; belki ondaki menfaatini ve lezzetini sever. Daima kendini beğendirmeye ve sevdirmeye çalışır.”[2] Öyle ise, vücudumuzun hakiki sahibi ola Yüce Allahın emri haricinde vücudumuza karışmamalıyız karıştığımız zaman zarar vermiş oluruz. Ümitsizliği netice veren hırs gibi veya kendisini başkalarına beğendirmeye çalışmak gibi.

“Burada iki önemli hususa dikkat etmek gerekiyor: Birincisi, hiçbir insan mükemmel değildir. İnsan, mükemmelin ne olduğunu, nasıl olduğunu, nasıl olması gerektiğini düşünebilir; fakat mükemmel olamaz. Bu insanın varlık yapısından kaynaklanmaktadır. Üstelik bizim beğendiğimiz, kendileri gibi olmaya özendiğimiz insanların da mutlaka beğenmedikleri pek çok tarafları vardır. İkincisi, biz kendimizle barışık olmayı başardığımız zaman, başkalarının da bizi olduğumuz gibi kabul ettikleri gerçeğini fark edebiliriz. Aslında özgünlük bilinci, herkesi olduğu gibi kabul etmeyi gerektirir.”[3] Siyahî bir kardeşimize başka biri dikkatli bir şekilde bakıyor belki art niyetle değil; Siyahî kardeşimiz; “Boyacyı mı beğenmedin yoksa boyayı m?” Evet, öncelikle önemli olan, başkalarının bizim hakkımızda ne düşündüğü değil, bizim kendimiz hakkında ne düşündüğümüzdür. Biz ayaklarımızın gereğinden fazla büyük olduğunu düşünüyorsak, sanırız ki herkes bizim ayaklarımıza bakıyordur.

Oysa bizim ayaklarımız sadece bizi ilgilendirir. Her insanın biricik, özgün bir varlık olduğunu daha iyi anlayabilmek için, insanın yaratılışı serüvenine şöyle bir göz atmakta fayda vardır. Kur’an, “insanın topraktan yaratıldığına dikkat çeker.”[4] İnsanın topraktan yaratılmış olması, bütün insanların yaratılışta eşit olduklarını ortaya koymaktadır. Toprak insanları, hem başlangıçta, henüz insan olmadan; hem de öldükten sonra eşitlemektedir. O zaman, insanlar arasındaki farklılıkların bu eşit temel üzerinde anlaşılması gerekmez mi? Bu durum, en temelde insan olmanın başlı başına bir değer olduğunu göstermez mi? Diğer insanlardan daha iyi olmak gibi bir çabamız varsa, bu bizim tercihlerimize ve harcadığımız emeğe bağlık olacaktır. Nitekim Yüce Allah, “Ey İnsanlar! Doğrusu biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanıyıp kaynaşasınız diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Şüphesiz Allah katında en üstün olanınız, Allah’a en çok saygı duyanınız / O’na karşı en çok sorumluluk bilinci içinde olanınızdır. Allah her şeyi bilendir; her şeyden haberdar olandır”.[5] Buyurmaktadır:

Bu ayet, iki önemli gerçeği ortaya koymaktadır: Birincisi, kimin kimden daha üstün olduğunu ancak Allah bilebilir. Hiç kimsenin bir başkasına üstünlük taslama hakkı yoktur. İkincisi, katında değerli olmak isteyenler, bunu hak etmelidirler. Bu ise ancak, bilgi temelli yüksek sorumluluk bilincine bağlıdır. Allah’ı gereği gibi takdir edebilmek, O’na gereği gibi saygı duyabilmek üst seviyede bir bilinçle mümkün olabilir. İşte bu gerçekler, insan özgünlüğünün daha önemli bir boyutunu ortaya koymaktadır: İnsan, Allah’ın kendisine bahşettiği aklı ve hür iradeyi doğru kullanarak, doğru bilgi ve belge ile hareket ederek, en iyi şekilde etkin kılabilir. Gerçek özgünlük insana verilen yetenek ve kabiliyetlerde gizlidir. Unutmamak gerekir ki, her insanın diğer insanlardan daha iyi yapabileceği bir iş mutlaka vardır.

İnsana yaraşan özgünlük, düşünce ve hareketlerinde ortaya çıkar. Özgün düşünen insan, emek harcayarak özgün işler üretebilir. İnsan, Kur’an’ın ifadesiyle “en güzel şekilde” yaratılmış bir varlıktır. Kur’an-ı Kerim, “Allah insana ruhundan üfledi”[6] Ayetiyle insana verilen değeri ve çok özellikli yeteneklerle donatıldığı vurgulanmaktadır. Kısacası, insan; Âdem (a.s) zamanından tâ kıyamete kadar gelmiş ve gelecek bütün insanları birden gören ve herbirinin yüzüne farklı birer özellik koyan ve sayısız farklı işaretler bırakan Cenab-ı Hakkın antika ve bir sanatıdır. İşte insanın biricikliği ve çok özellikli oluşu bu hakikatte gizlidir. Yüce Allah, Teğabun suresinin ilk ayetlerinde şöyle buyurmaktadır: “Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ı tesbih eder; kâinatı idare eden O’dur. Bütün övgüler O’na mahsustur. O’nun gücü her şeye yeter. Sizi yaratan O’dur. Buna rağmen bazınız inkâr ediyor, bazınız iman ediyor. Allah yaptıklarınızı görmektedir. O, gökleri ve yeri gerçekten bir gaye için yaratmıştır. Sizi şekillendirdi ve şekillerinizi de güzel yaptı. Dönüş ancak O’nadır”.[7]



[1] Mektubat, Yirmi Üçüncü Mektup, Yedinci Sualiniz Sayfa 3999

[2] Sözler, Yirmi Altıncı Söz, Zeyl, Birinci Hatve sayfa 642

[3] Hasan Onat

[4] Hicr, 15/26; Mü’minun, 23/12

[5] Hucurat suresinin 13.Ayet

[6] Secde, 32/9

[7] Teğabun, 64/1-3     

 

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.