Osmanlıca dersi ve 2013-2014 eğitim ve öğretim yılı!

Recai ALBAY

AKP Manisa Milletvekili Selçuk Özdağ’ın TBMM’ye Osmanlıca'nın zorunlu ders veya seçmeli ders olması yönünde verdiği kanun teklifleri, Milli Eğitim Bakanlığı ve TBMM Milli Eğitim Komisyonunca değerlendirildi. Bu değerlendirmeler sonucunda Osmanlıca, MEB Talim Terbiye Kurulu tarafından Sosyal Bilgiler Liselerinde zorunlu ders, diğer liselerde ise seçmeli ders olarak 2013-2014 eğitim öğretim yılı müfredatına konuldu. Öncelikle buna vesile olanları kutluyor ve hayırla yadediyoruz.

İlk olarak bu eğitim-öğretim yılından itibaren okutulacağı için bilhassa Edebiyat-Türkçe dersini veren öğretmen arkadaşlarımızın özel bir gayret göstermesi gerekir kanaatindeyim. Zira ortaöğretim okullarımızda Edebiyat–Türkçe dersi başarısızlık oranı neredeyse yabancı dille eşdeğerdir. Edebiyat Öğretmenlerimiz; “artık gençlerin Türk tarihi ve edebiyatı ile aralarının iyi olmadıklarını ve maalesef okuduklarını anlamadıklarını, yorumluyamadıklarını” söylemektedirler.

“Çünkü Türk dili o kadar yozlaştırılmış ve buharlaştırılmıştır ki, okullarda öğrenciler adap, edep, ar, haysiyet, şeref gibi kelimeleri bile anlayamamaktadırlar. Diğer taraftan ortalıkta edebiyatçı ve romancı diye geçinen bir takım zevatın cinsel merkezli, 200 kelime ile yazdıkları müsveddeleri de yeni yetişen nesillerin düşünce yetisi, ruhsal gelişimleri ve muhayyilelerine dinamit koymaktadır. Elbette bu durum 75 milyonluk Türkiye’nin bırakın İngiltere veyahut Fransa’yı 10 milyonluk Çek cumhuriyeti kadar bile okuyamayan toplum kategorisine koyulmasına neden olmaktadır. Bu ne demektir? Okumayan ve yazamayan bir toplum, düşünemez ve dolayısıyla bilgi üretemez, bilgi üretemeyen toplum da doğal olarak gelişmek için ön koşul olan gerekli kültür ve teknolojiyi ortaya koyamayacağından geri kalmaya mahkumdur. Çünkü gelişmişliğin ve ilerlemenin direkt olarak okuma, araştırma ve ortaya konan nitelikli eserlerle ilintisi vardır. Yoksa salt İngilizce eğitim ve öğretimle gelişme ve teknolojik düzey yakalanarak kalkınma mümkün olsaydı, bugün ayakkabı boyacılarının bile İngilizce konuştuğu Mısır, Pakistan, Hindistan, Nijerya, Bangladeş gibi ülkelerin hem bilimsel düzeyde, hem de zenginlik ve teknolojik açıdan dünyanın en gelişmiş ülkeleri olması lazım gelirdi. Halbuki bu milletler dünyanın en fakir ülkeleri kategorisinden hala kurtulamamışlardır. Dolayısıyla İngilizcenin bilim ve ilerleme için olmazsa olmaz bir şart olduğu iddiası, İngiliz muhipleri ve sömürgecilerin sözcüleri tarafından uydurulmuş bir yalandan ibarettir. Burada karşı olduğumuz dil değil, elbette bilimsel ve sosyo- politik şartlar zorunlu kıldığı zaman en iyi şekilde yabancı dil öğrenilmek kaçınılmazdır. Yanlış olan ta ana okuldan itibaren İngilizce eğitimi dayatmak suretiyle bir toplumu topyekün kendisini var kılan kültürünü ve tarihsel kimliğini tahrip etmek yoluyla, o toplumun kendisini var kılan kadim geleneği ile irtibatını kesmek ve düşünemez hale getirerek köleleştirme yoluna kanalize etmektir. Bugünün Türkiye’si ve gençliği maalesef bu hale düşürülmüştür. Yetkililerin ‘Gezi Eylemleri’ ile ortaya çıkan gençlik için kullandıkları tasvirler ve tabirler bunun en açık kanıtıdır.’’

‘’Dünyanın hangi ülkesinde dil ve alfabe (Maarif) ile bu kadar oynanmıştır. Düşünün ki, bırakın sıradan halkı ve öğrencileri, Türkiye’de Atatürkçü geçinen zevatın büyük bir çoğunluğu Atatürk’ün nutkunu bile orijinalinden okuyamazlar. Tabii ki Atatürk’ün nutkunu orijinalinden okuyamayan bir millet elbette Fatih’i, Yavuz’u, Kanuni’yi, Baki’yi, Akif’i hiç okuyamayacak ve dolayısıyla anlayamayacaktır. Gelişmiş ülkelerin hiç birisinde böyle vahim bir olay yoktur. Bir örnek verecek olursak, günümüzde Lise’de okuyan bir İngiliz genci Shakspeare’i birkaç değişen kelimeleri saymazsak rahat okuyup anlayabiliyor. Ya da bir Alman genci Kant’ın, Hegel’in, Bismark’ın dilini anlamakta zorlanmaz. Bir Fransız genci Napolyon’u, Russo’yu, Volter’i okuyabilir, anlayabilir. Hatta benim üniversiteden Fransız hocam Lamour Bernard bize Russo’nun orijinal romanlarından okurdu. Ve bir gün kendisine sordum;’’ bana, her Fransız orijinalinden okur, sadece günümüzde birkaç kelimesi eskimiştir,’’ diye cevap vermişti. Böyle olduğu içindir ki, İngilizler, Fransızlar, Almanlar kimliklerini, büyük bir kesintiye uğratmadan devam ettirebilmişlerdir. Düşünsel ve bilimsel geleneklerini sürdüremeyen toplumların küresel düzeyde etki yapacak bilim, teknoloji, ve onlara kaynaklık eden fikri ve felsefi sistemleri oluşturamayacakları açık ve seçiktir. Bir başka ifadeyle bugün Türkiye’de küresel düzlemde büyük ilmi, felsefi ve fikri sistemlerin ortaya çıkamamasının en büyük nedenlerinden birisi de, ülkemizde bulunan fikir ve ilim adamlarının gelenek, örf, adet ve kültürle bağlarını koparmalarıdır.’’

‘’Bakınız bizim üniversitelerimiz bir Sorbon, Oxford, Heidelberg, Tübingen üniversiteleri gibi bilim ve kültür geleneklerini kesintisiz, asırlarca devam ettirememişlerdir. Bundan dolayı ilim ve fikir adamlarımızın bırakın medeniyetimizin bilim dili olan Arapça ve Farsça ile ilinti kurarak geleneğimizdeki büyük birikimi günümüz nesillerine aktarmayı, büyük çoğunluğu dedelerinin konuştuğu Osmanlıca Türkçesini bile okumaktan acizdirler.’’ 

‘’Bugün Avrupa’da her millet kendi milli dillerini iyi bildiği gibi, aynı zamanda özellikle fikir ve bilim adamları kendi medeniyetlerinin temel dili olan Latince ve Yunanca’yı da çok iyi bilirler. Çünkü iyi bir fikir adamı olmanın, büyük fikri ve ilmi sistemler üretmenin en önemli yollarından birisi de, sadece ait olduğu toplumun milli dilini bilmek değil, aynı şekilde ait olduğu medeniyetin temel dillerini bilmekten geçmektedir.’’

‘’İşte; Tarih ve toplumumuzu topyekün kuşatacak, epistemolojik ve entelektüel temeli olan, kimliği ile milli, kişiliği ile evrensel bir eğitim-öğretim sisteminin geliştirilememesi Türkiye gibi ülkelerde neden kaosun hüküm sürdüğünü en iyi bir şekilde izah etmektedir’’.

‘’Dilin önemine vakıf olan ünlü filozof Konfiçyüs; birgün öğrencisi ona Kral-İmparator olsan ne yapardın?  Şeklinde bie soru yöneltir. Konfiçyüs hiç tereddüt etmeden  ‘’ dili düzeltirdim’’ diye cevap verir. Öğrenci tatmin olmaz ve sormaya devam eder. Niçin? Konfiçyüs bütün bilgeliği ile cevap verir: ‘’ Çünkü dil bozulursa kültür bozulur, kültür bozulursa ahlak ve aile bozulur, ahlak bozulursa hukuk ve siyaset bozulur, hukuk ve siyaset bozulursa devlet çöker ve yıkılır. ‘’ doğal olarak devletlerini yitiren toplumlar ve milletler, tarihi tecrübe delili ile sabittir ki, ya tamamen başka toplumların sömürgesi olurlar ya da belli bir zaman dilimi içerisinde  tamamen kendi tarihsel ve toplumsal değerlerini kaybederek, kendilerine yabancılaşmak sureti ile başka bir toplumun içerisinde asimile olur, tarih sahnesinden büsbütün silinirler.’’

Öyleyse ne yapılmalı? Bizim naçizane kanaatimiz odur ki, bugün elimize tekrar büyük bir imkan ve fırsat geçmiştir. İlkönce toplumun yeni yetişen nesillerin kendi gelenek, kültür ve medeniyeti ile tekrar irtibat kurabilmeleri için liselerimizde seçmeli olarak konulan ‘’Osmanlıca’’ dersinin öğretmenler ve öğrenciler tarafından önemsenmesi, bunun için ciddi gayret ve çaba gösterilmesi lazımdır. Her hamiyetkar genç, bunun için bir seferberlik ilan etmeli ve gayret göstermelidir diye düşünüyorum.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.