On altıncı sözün hatırlattıkları-3

İsmail BERK

Basireti, “gerçeği anlama duygusu” ile izah etmeye çalışırsak, “seziş ve görüş” duyarlılığını da katarsak, bu alanda yapılacak bir hayli ödev vardır.

Harekete geçirilmesi gereken bir duygu olarak gerçeği anlama üzerinde durursak;
a-Duygunun kaynağı kalptir. Kalbi besleyici unsurlarla birlikte duygunun gerçeği anlama yolculuğuna çıkması mümkündür. Kalbin hakiki sahibine yönelik atışı beraberinde duygu temizliğini ve anlama safiyetinin kalitesinden kaynaklanan sevgi ve muhabbet dilini ortaya çıkarır.

b-Anlamak için,duygunun kalbiliği akıl ile muvaffak olduğu  takdirde gerçekle buluşması söz konusudur ki, bu gerçek/hakikat güneşi,nefsin körlüğünü kıran,aydınlatan,nurani şualar veren bir nefis ıslah projesi olmaktadır.

c-Basiret verici başlangıçlara ağırlık vererek, görmeyen,duymayan,anlamayan,teslim olmayan,zulmette kalmış,tatminsiz ve sathi düşünceli nefsin kör noktaları çözülebilir.

d- Bir kayıt daha düşmekte fayda var. İnsanlar,son zamanlarda “Kör nokta”larını bulmak istiyorlar. Bunun için “Kör nokta” eğitimleri almaktadırlar. Farkına varamadıkları   yada düzeltme iradesi gösteremedikleri yanlış davranışların bir ifadesi olarak yapılan  “Kör nokta” benzetmesi, Bediüzzaman tarafından “Kör nefsim” denilerek,bütün kör noktaların kaynağının nefis olduğunu ortaya koymaktadır.

e- Kör noktalarımızı, beşeri dağınık formüllerle geçici bir zamanda ve zeminde birer birer çözme gayreti ve yorgunluğu yerine, bütün kör noktalarımızın annesi,doğurganı olan nefis ve nefsin emrine girdiği şeytani halleri “basiret vermek” suretiyle,kör noktalarından,yani karanlığından/zulmetinden kurtarabiliriz.

3- Nefis,on altıncı sözde, “Elcevap” diye başlayan kısımda,  “madem öyledir” ile başlayan müthiş bir mutabakat ve ortak düşünce zeminine  davet edilmektedir. “Madem öyledir” psikolojisi;

a- Muhatabın iddia ve itirazlarına geçici bir kabul fırsatı vermektedir. Ya da ortak kabule dayalı bir hükmün sonuçta deklarasyonudur. Burada birinci iddiamızın karşılığı görülmektedir.

b- Söyleneni,durumu ve yapılan tespiti dikkate/ciddiye  alarak, görüşmeyi sürdürme ihtiyacıdır. Vazgeçmeyen bir karalılık ile  ikna sürecidir.

c- Gelinen noktadan sonrasına bakma ve ona göre yeni bir çözüm ortaya koyma iradesidir.

Nitekim “madem Öyledir;”in devamında gelen “İtminan için istersen” diye ifade edilen nefsin tatmin olma isteğine atıf yapılmaktadır. Buradan şunu anlıyoruz: Soru sahibinin hakikati halde ve itikaden yanlış bile olsa, itiraz eden ya da izah isteyen  sorusuna cevap vermeye geçtiğimizde, onun iddiasına ve beklentisine işaret etmek ve beyanına atıf yapmak, ona göre ispat ve ikna metotlarımızı kullanmak, görevimizin hakkını verme sorumluluğudur.

“İtminan  için istersen” dediği,iki önemli kavramın buluşmasıdır: İtminan ve istemek.

Bir inceliği daha nazarlarınıza sunmak istiyorum;
Bediüzzaman kendi nefsini muhatap kabul ederek yazdığı risalelerde, -velev ki cevap bekleyen sorunun muhatabı başkası da olsa-, üçüncü kişilere,yani nefsi dışındaki dinleyicilere/muhataplara “istersen” diye “Akla kapı açan,ihtiyarı elden almayan” bir paylaşım zarafeti sunar.

Kendi nefsinin körlüğüne bir tespit olarak işaret ederken gösterdiği hakperestlik ve alicenaplık,ne kadar  hakaretten uzak bir doğruluk ise onu tatmin için davetiye çıkaran ve zihni kanallara açıklık getirmek için germeden,sükunetle ve letafetle “istersen” demekte o kadar tebliğin asli ruhuna ve görevini mülayemetle yapmanın ihlasına muvafık düşmektedir.

Cevap girişine tekrar dönersek;“Elcevap: Madem öyledir; İtminan için istersen, biz de Kur’an  feyzine istinaden diyoruz:” şeklinde  devam eden tamamlayıcı bir ifade geçmektedir.

“Bizde Kur’an’ın feyzine istinaden” ifadesini biraz aralamak istiyorum:
a-Cevaba geçtiği zaman, daha öncede değindiğimiz gibi nefsinin itirazına,
 nefsi bir halle değil,beşeri bir muhatabiyetle de değil,belki Kur’an müfessiri göreviyle cevap vermektedir. Ayırıcı bir hususiyet ortaya koymaktadır. Aksi halde söyledikleri doğru da olsa, nefsin canibine uğramadan ve öncelikle onu tatmin etmeden başka nefislere hitap etmesi halinde tesirli olamamaktadır.

b-Görev ifasında, nefis hesabına davranmama bahtiyarlığının yanı sıra, “Biz” diyerek, kainat hesabına,manay-ı harfi şuuru içinde  Allah adına düşünmenin verdiği  psikolojiyle kuvvetli bir cephe açmakta ve tahşidat hazırlığı yapmaktadır.

c-“Kur’an’ın feyzine istinaden” hareket etmek ise, baştan beri  konumuzun omurgasını teşkil etmektedir. “Ayetin nurundan dört şua göstermek”  ifadesindeki tanımlayıcı görev, pınarına Kur’an’ın feyz kaynağından  su taşımaktadır. Nur’dan şua, feyizden “ism-i Nur” a uzanan bir bütünlük, mükemmeliyet ve birbirine mütemmim idrak halkaları oluşmaktadır.

d-Başlangıç noktasında çıkış kaynağını,referansını ve müteharrik unsur olan “Kur’an feyzine istinaden” davranma  niyeti ve nazara verme cehdi, oldukça rahatlatıcı,güven verici ve emniyet sağlayıcı samimi bir  metot paylaşımıdır.

e-Kur’an feyzine istinat eden Bediüzzaman, kendini “kuru bir çubuk hükmündeyim.” İfadesiyle tanımlayarak,  şahsiyetine ve ihlasına muvafık düşen bir davranış sergilemektedir. Bunu bizzat ispat etmektedir. Bu yaklaşım, acz ve fakr mesleğini bizzat yaşama ve satır aralarına dercetme kültürüdür.

berk@risalehaber.com

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.