Ölmek için de nefes lazım

Habibi Nacar YILMAZ

Rahmet-i Rahman'a kavuşmuş bir kardeşimizin, ölmek için de nefes almak istiyorum, diye feryadını unutamıyorum.

Asırlar öncesinden bize seslenen Sultan şairimiz:

"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi" derken, 'nefes' alıp vermeyi önceleyen mısralarıyla bunu ne güzel ifade ediyordu. Demek, nefes olmayınca ne mal ne mülk ne devlet beş para ediyordu.

Geçen asrın bir parça da olsa değerlerinden kopmayan sade dilli şairi Ziya Osman da nefes almak üzerine güzel bir şiir yazmış. Bir kısmı şöyle;

"Nefes almak, içten içe derin derin,
Taze, ılık, serin,
Duymak havayı bağrında

Nefes almak her sabah uyanık,
Ağaran güne penceren açık,
Bir ağaç gölgesinde, bir su kenarında
......  
 
Ah,bütün sevdiklerim, her şey, herkes
Anlıyorum, birbirinden mukaddes,
Alıp verdiğim her nefes."

Demek alıp verdiğimiz her nefes, birbirinden mukaddesmiş. Neden? Çünkü nihayetinde o nazik sanat olan hayat, o basit gördüğümüz, sıradanlaştırdığımız için farkında bile olmadan alıp verdiğimiz nefesin ucuna takılmış. 

Yine aklından ölümü geçiren fakat çaresizlikten eleme de meydan okuyan 'Otuz Beş Yaş' şairi de:

Her mihnet kabulüm, yeter ki,
Gün eksilmesin penceremden" derken, günü görememe, bir an nefessiz kalma endişesini dile getiriyordu. Onun için her mihneti göze almak cesaretini göstermeye çalışıyordu. Fakat çaresiz o da "musalla taşını" tahta benzetecek; mesafeli durduğu namazı ise, "saltanatla" eş tutacaktı.

Hürriyetini ekmeğinden aziz gören asrın sahibi de hep yüksek dağları, müzeyyen bağları, rahat nefes alabileceği zirveleri kendine mekân olarak seçmişti. "Menfaati size, tefekkürü bana lazım" buyurmuştu. Onun da nefesini kesmek, sesini kısmak, hatta tefekkürüne de mâni olmaya çalışmışlardı ama nafile.

"Takdir-i Hûda, kuvve-i bâzû ile dönmez,
Bir şem'a ki Mevla yaka, üflemekle sönmez."

Onun Barla'da evinin yanındaki mescide dahi gelmesine müsaade etmeyenler, Denizli hapsinde zehirleyenler, Kastamonu'da yanına gelenleri fişleyenler ve başına şapka geçirmeye çalışanlar, Afyon'da tecritte tutanlar neredeler? Adları, şanları, mülkleri nerede, kime kaldı? Nasıl anılıyorlar? Hatta lanetle de olsa anılıyorlar mı? Fakat son nefesini mütevazı bir otel odasında, bütün mülkü bir sepetten ibaret olarak bitirirken, ruhu mele-i âlaya karışan Said Nursi, bugün milyonları bulan muhibbanı ile gönüllerde taht kurmuş, neşideleri gönül burçlarında vurmuş, şavkı gönülleri aydınlatmış, izah ve ispatlarıyla cerihalı akıl ve kalplere merhem sürmüş ve nihayetinde torunu, torbası, malı-mülkü, türbesi olmamış ama hissiyatları iman ve Kur'an hizmetinde teshir etmeyi başarmış bir mücahid-i Kur'an olarak tanınıyor ve anılıyor. Anılmak da istememiş hatta. Hayattayken istemeyen, vefatından sonra ister mi? İşte biz, hadsizlik ederek kırık dökük cümlelerle hissiyatımıza engel olamıyoruz,  maslesef.

Nefesten başlamıştık nerelere geldik? Dünyayı, nefesi; sevimli, katlanılır, çekilir kılan da bunlar ama. Bir gaye için yaşamak, kıymetli hayatı kıymetsiz şeyleri öldürmemek için bir "gaye-i hayal" lazım insana. Bu gaye-i hayal, bazen bir düş, bazen mukaddes bir tavır, bazen de böyle sevimli timsaller oluveriyor.

En küçük bir nesnenin bile yapılış gayesi olur da kâinat fabrikasının nefesi için durmadan çalıştığı insanın bir gayesi olmaz mı? Ya da bu gayenin ona hizmet edenin fevkinde olması gerekmez mi? Bizi tanımadan bize koşan, hayatımızın devamı için adeta çırpınan unsurların bir gaye etrafında bize doğru koşturulduklarını anlamamak nasıl bir körlüktür?

Kırk kişinin Müslüman olması için, 5-6 sene sabreden, panayırlar gezerek "Rabbimiz var, kabir var" diye ikaz eden, nihayetinde kendini taşlayarak eza edenlere bile nesillerinden biri Müslüman olur temennisiyle gülümseyen, kendi sevimli yurdundan hicrete zorlanırken, üzülüp sonra o kutsî mekâna devesinin uzerinde iki büklüm olarak giren iki cihan güneşinin timsali, duruşu, merhameti, koca bir ümmeti şefkatle kucaklayışı, savaş meydanlarında kendisine kılıç sallayan azılı düşmanlarını bile bağrına basması, ölüm sıralarının geldiğini zannedenleri affetmesi nasıl bir misal, nasıl bir gaye-i hayaldir? Nasıl bir ufuktur? Nefesleri bitirmek için değil; nefisleri ıslah için, kendisini ortadan kaldırmak için gelenleri hidayetle diriltmek için, İlâhî mesaja mevzu olarak "üsve-i hasene" derecesi, nasıl bir gaye-i hayaldir.

Asırlara uzanan feyiz tarlalarının mübarek suyu ile beslenen, yeryüzünü sevimlileştirip hidayet vesilesi olmanın en güzel örneklerini sunan asır talebelerinin hatıraları, onların bize sundukları Nebevî örnekler ne bulunmaz hazinedir? Nihayet kala kala bir onlar kaldı elimizde. Onları da türlü hileler ve tezviratlarla lekelemeye çalışıyorlar ama nafile .

Nihayet aynı feyzin bu asra bakan pınarından birlikte su içtiğimiz Said Nursi'nin bu asırda bulunması hasebiyle, bir nefesini bile heder etmemek için bir ömür süren dikkat, tecessüs, gayretini en yakın bir misal olarak görünce; zihnimiz daha da berraklaşıyor. Bize gösterdiği hedef içinde en azından şevk, gayret, azim ve kararlılığımızı taze ve diri tutmaya çalışıyoruz. Bu dirilik de olmazsa öldük demektir zaten.

On Altıncı Mektubu okurken bu yalçın kaya gibi iradeyi, azmi en azından okuyunca, şevk ve heyecanımız  artıyor.

"Bütün vaktimi ve hayatımı, hakaik-i imaniyeye ve Kur'aniyeye hasr ve vakfetmişim." Gayeye bakar mısınız? Nefesler nereye harcanıyor, hedef olarak ne gösteriliyor?  Bir gaye uğruna hayatı tahkir edenler, ellerine fırsat olarak verilen sayılı nefeslerini nasıl bir iktisada tâbi tutuyorlar?  Bütün kuvvetleriyle ahirete ciddi müteveccih oluyorlar. Kendilerine yapılan eziyetleri ise, geçmiş günahlarına kafaret olarak görüyorlar.

Evet dostlar, sohbetlerin kısmen tâtil  edildiği, hizmetlerin aksadığı böyle bir zamanda en azından niyet ve azmimizi diri ve taze tutmanın temrinleri yapmak zorundayız. Yoksa tembellikle mazeretimiz büyüyecek, belki de bu tembellik bizi yutup hareketsiz bırakacak bir canavara dönüşecektir. Aman dikkat! 

Selam ve dua ile.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.