Niçin Mardin Fetvası?

İsmail AKSOY

Geçtiğimiz hafta sonu dikkatleri çeken Mardin fetvası basında epey yer işgal etti sanırım.

Aynı tarihlerde Batman’da geçen yoğun programlarımız sebebiyle mevzu ile alakalı bir değerlendirmede bulunamamıştık.

Küresel Yenilik ve Rehberlik Merkezi (GCRG) ile Canopus Consulting düşünce kuruluşlarının desteğiyle 'Barış Diyarı Mardin' başlığıyla düzenlenen bu sempozyumda İbn-i Teymiye’nin yaklaşık 700 yıl önce verdiği fetva konuşuldu. İfade edildiğine göre İngilizler, programı Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı ile ortak yapmak istemişler. Ama Diyanet İşleri Başkanlığı, yedi yüz yıl öncesinde kalmış, unutulmuş bir fetvayı, İslâm’ın bütün zamanları ve coğrafyaları kuşatan cihad emrinin istismarına ve hiç de kulağa hoş gelmeyen ve Müslüman kimliğine ve sıfatına da yakışmayan ‘Müslüman teröristler’ yaftasına  dayanak noktası kabul etmenin yanlışlığına dikkat çekerek toplantıya ev sahipliği yapmayı reddeti. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Sayın Prof. Dr. Mehmet Görmez'in açıklaması son derece mâkul ve yerinde: "11 Eylül'den sonraki şiddet ve terör olaylarının onlarca sebebi ortada dururken, yedi asır önce Mardin'de verilmiş bir fetvayı ve bu fetvanın sahibi İbn-i Teymiyye'yi sorumlu tutmak doğru değil. Anadolu'da kimsenin bilmediği bir fetvaya şöhret kazandırmak da yanlış."

 

Diyanetin bu sahiplenmeme yerindeliği, dinî terimlere yüklenilen mânaların aşındırılmaması, emir ve yasakların devamlılığı, zamanla kayıtlı bulunmaması gibi maslahatlar dikkate alındığında isabetli bir karardır. Diyanet İşleri'nin reddettiği bu toplantının ev sahipliğini Artuklu Üniversitesi kabul etmiş oldu. İslâm’ın ve müslümanların ‘terör’le yan yana anılması, her müslümanı, özellikle bu zamanda ‘mânevî cihâdı’ öngören Müceddid-i  A’zam Bediüzzaman Hazretlerinin müntesiplerini/tâbilerini üzer.

Keşke bu toplantı, ‘İttihad-ı İslâm/İslâm Birliği’ adı altında yapılsaydı da, tek otorite/şûrâ/ karar mercii, İslâm Birliğinin teşekkül ettirdiği bir heyet tarafından bu nevi kararlar alınabilseydi.

 

Organizatör, bugün İslâm topraklarında işgalci, işbirlikçi ve katil konumunda  olan İngiltere olunca, ister istemez, insanın aklına türlü türlü oyunlar ve entrikalar gelmektedir. Bu bir takım tereddütleri

beraberinde taşımaktadır. Bu tür organize ve programlar neden ABD’nin işgal ve zulümleri için tertiplenmez, İsrail’in katliamlarını konu edinmez, korkutulan üç-beş Yahudi çocuğuna (ki biz de masumiyetleri taraftarıyız) merhamet göz yaşları ve tepkileri ortaya konulurken; kan gölü haline getirilen, dehşet ve vahşetin ortasında yıllardır boğazlanan, katledilen, yetim bırakılan, kolsuz-bacaksız bir hayata mahkum edilen masum ve mazlum Müslüman yavrular, kadınlar, yaşlılar, maktuller; böylesine uluslar arası bir toplantıda konuşulmaz, tartışılmaz, tepkiler ortaya konmaz?

 

Dünyaya düzen ve intizam getirme iddiasında olanların durumu neden masaya yatırılmaz? Vahşi Amerika'nın katliamlarından neden bahsedilmez?

“- 1898’de Meksika'yı nasıl işgal ettiği, aynı yıl Küba'ya nasıl girdiği,

- 1921’de Nikaragua'yı nasıl işgal ettiği, 40 yıldan fazla sürecek bir terör devrini nasıl başlattığı,

- 1945’de Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atom bombasını nasıl  attığı, 250 bin kişiyi  vahşice nasıl öldürdüğü,

-  1954’de binlerce Guatemalalıyı nasıl öldürdüğü,

- 1983’de  Lübnan’da 14 bin deniz piyadesi marifetiyle binlerce Lübnanlıyı nasıl katlettiği,

- 1983’de 2. Lübnan işgalinde Lübnan'a günlerce nasıl bomba yağdırdığı,

- 1986’da Libya'yı bombalayıp, bine yakın sivili nasıl katlettiği,

- - 1991’de Irak’ta ilk Körfez Savaşını başlattığı, binlerce insanı katlettiği,

- 1991’de Somali'yi işgal ettiği,

- 2001’de Afganistan’ı işgal ettiği, İşgalin halen devam ettiği, her gün insanların  katledildiği,

- 2003’de Irak’ı yeniden işgal ettiği, 1.000.000 (bir milyon) civarında insanı katlettiği,  Katliamların  sürdüğü “, (1) hep "özgürlük" yalanının arkasına sığındığı niçin toplantı konusu yapılmıyor da, yedi asır önce verilmiş bir fetva tartışmaya açılıyor. Açılmakla kalmıyor, Müslümanlar üzerinde psikolojik baskı oluşturularak kıyamete kadar hükmünün geçerli olduğu cihad emrini rafa kaldırıp Müslümanlar üzerindeki baskı ve sindirme çabaları sergileniyor?

 

‘Gizli zındıka’ cereyanının, Müslümanların ittihadı ve Bediüzzaman Hazretleri’nin “ Bu zamanda en mühim farz “ diye nitelendirdiği İslâm Birliği’nin tahakkuku için türlü entrika ve oyunlara baş vurmaktadırlar. Ama nafile, çünkü uyanış emareleri oldukça sevindirici ivmeler kazanmıştır.

 

Kaldı ki, söz konusu fetva sadece İbn-i Teymiye’ye ait değil ki…

İslâm âlimleri, cihâd hükmünün -nesh olmadığı için- kıyâmete kadar devâm edeceği husûsunda icmâ ve ittifâk etmişlerdir. Bu, Müslümanların yaşadıkları tüm coğrafyalar için geçerlidir. Şartlar ve çerçeve nereye uyuyorsa, fetva orası için geçerlidir.

 

Hânefî Mezhebi’nin önde gelen imamlarından İmâm Serahsî şöyle der:

Cihâd farz olup, kıyâmete kadar devâm edecektir. Çünkü, Resûl-i Ekrem (asm) şöyle buyurmuştur:

Allah, beni Peygamber olarak gönderdiği zamândan beri cihâd ümmetime farz kılınmıştır. Tâ ümmetimin son kısmı Deccâl ile savaşıncaya kadar bu cihâdın farziyyeti devâm edecektir. (2)

İbn-i Hemmâm ise şöyle der:

Şübhesiz cihâdın kıyâmete kadar devâm edeceği ve bu hükmün  nesh olmadığı konusunda ümmet icmâ etmiştir.  Zîrâ, Resûl-i Ekrem (asm)’ın âhirete intikálinden sonra,  herhangi bir hükmün nesh olması aslâ tasavvur edilemez. (3)

 

Bu hususta diğer mezhepler ve imamlarınca dile getirilen ve aynı vurguyu yapan yüzlerce fetva ve görüş var. Burada tamamını zikretmemizin mümkün olmadığı mâlumlarınızdır.

 

Cihâdın ebedî oluşu, ya’nî kıyâmete kadar devâm etmesi, bütün tefsîr, hadîs ve fıkıh kitâblarında icmâen yer aldığı gibi; fıkhî bir mes’ele olduğu hâlde ehemmiyyetine binâen akíde kitâblarında da yer almıştır. Şerhu’l-Akídeti’t-Tahaviyye adlı akíde kitâbında bu konu ile alâkalı olarak şöyle denilmektedir:

Müslümanların ulü’l-emirleri ister iyi olsun, ister kötü olsun, onunla berâber hac ve cihâd ibâdetlerini yerine getirme emri, kıyâmete kadar devâm eder. Hiçbir şart ve hüküm, bu emri ibtâl etmez ve bu emrin devâm etme hükmünü iskát etmez. (4)

Asrımızın müceddidi Üstâd Bedîüzzamân Said Nursî Hazretleri de cihâdın ebediyyeti hakkında şöyle buyurur:

Dünyâda rezâlet bulundukça, fazîletin ona karşı cihâd etmesi zarûrîdir. Muhakkak cihâd ebedîdir. (5)

 

DİPNOTLAR :

1.       Carol Richardson, 'What does god require? Working to close the 'school of assassins'

2.       Mebsût, 2/10.

3.       El-Cihâdu Fî Sebîlillâh, 1 / 114.

4.       Şerhu’l-Akídeti’t-Tahaviyye, 555.

5.       B. Said Nursî, Arabî Hutbe-i Şâmiyye, Teşhîsu’l-İllet.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (6)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.