Nevzat Tarhan: İlahiyatçılar Allah'ı eksik anlatıyor

Ramazan bizim için gelecek nesilleri kurtarmak için bir şeyler yapmazsak, inzivaya çekilmiş, münzevi bir derviş gibi oluruz

Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Ramazan’ın psikolojik yönünü anlattı.

Allah tasavvurunu kafasında tanımlamamış kimseler nefislerini ikna edemezler

Hocam, rahmet, bereket ve gufran ayı Ramazan’ın sosyolojik ve psikolojik etkilerini anlatır mısınız?

Ramazan özelliği insana sadece bireysel ibadet değil. Sadece fiziki bir ibadet değil. Aynı zamanda mali ibadet boyutu var, sosyal ibadet boyutu var. Bu özellikleri dolayısıyla Ramazan ibadetler kümesi. Allah’ın ibadete ihtiyacı var mı? Yok. O zaman bu yükümlülükleri insana niye vermiş? Neden bu dünyada ibadetlerle var olmayı vermiş? Bunu iyi düşünmek gerekiyor. Var oluşun anlamını anlamak için çok önemli. Din konuları konuşulduğu zaman ya siyasetçiler ya ilahiyatçılar, “Din sosyal bir gerçektir” derler. Aslında din sosyal bir gerçek değil sadece, varoluşsal bir gerçek. İnanç bir insana, “Ben neden varım, hayatın anlamı nedir? Dünyadaki amacım nedir?” sorularını sorması gerekiyor. Bu soruları sormadan insan ibadete yönelemiyor. Bir insanın kafasındaki Allah tasavvuru doğru değilse, yeterli değilse o kişide inançla ilgili soru işaretleri vardır demektir. Allah tasavvurunu kafasında tanımlamamış kimseler nefislerini ikna edemezler. Onun için Ramazan’ın bir ibadet grubu gibi tanımlanması aslında insanın kendisini tanıması, varoluşunu sorgulaması ve hayatta nerden geldim nereye gidiyorum sorularını sorması için bir fırsattır. Bir insan Allah’ın Kadiri mutlak olduğunu düşünmezse, Allah’ın her şeye gücü yeten, her şeyi kontrol eden, her şeyi hükmü yanında olan, her şeyin anahtarı onda olan tevhit inancı tarzındaki bir inanç insanda yoksa o insanın ibadetleri yapması çok zor. İbadet var, Allah var yaratmıştır, ama karışmıyordur diye düşünüyordur bazı insanlar. Bana karışmayan bir kimseye karşı sorumluluğum da yoktur diyor, nefsin hoşuna gidiyor bu. İbadetle ilgili yapması, soru işareti kalmaması için, önce Allah tasavvurunu doğru tanımlaması gerekiyor ki, buna marifetullah ilmi deniyor. Bütün ilimler şahıdır.

RAMAZAN MARİFETULLAH AYIDIR

Ramazan marifetullah ayıdır aslında. Allah’ı tanıma, kendini tanıma, varoluş problemlerini giderme ayıdır Ramazan. 1400 senedir İslam bunu yapmış bir gelenek haline getirmiş, din sadece bir sosyolojik olgudur değil, din aslında varoluşsal bir olgudur, o halde. Benim konferanslarımda kullandığım bir söz var. İyi insan olmak, sadece bir erdem değil, iyi insan olmak aynı zamanda varoluşumuzun bir kirasıdır. Bir insan iyi insan oluşunu varoluşunda iyi insan olmayı seçmezse, -biz ağaç değiliz, kuş değiliz, böcek değiliz- insan olarak yaratılmışız. Bize akıl gibi yüksek bir özellik verilmiş. Akıl gibi çok özgün bir cihaz verilmiş bize. Bu cihazı doğru kullanıyor muyuz? Kullanmıyor muyuz? Bunu bilmeden bir insanın hayattaki pozisyonunu kavraması, kendini sorgulaması mümkün değil. Bu geçmiş çağlarda taklit çağlarıydı. Zamanın ruhuna uygun Allah tasavvurunu anlatmamız gerekiyor. Zamanın ruhuna uygun anlatmadığımız zaman, liseli öğrencilere, üniversiteli öğrencilere ve batı zihnine Allah tasavvurunu anlatamayız.

“Ben ahir zamanda gelseydim, hüccet silahını kullanırdım”

Peygamber Efendimiz (asm) “Ben ahir zamanda gelseydim, hüccet silahını kullanırdım” diyor. Hüccet ne demek? Delil demek, ispat demek, kanıt demek. Burada silah olarak tüfek, top kullanmıyor. Biz akıl yürütmenin zamanın ruhunda olduğu zamandayız biz. Akıl yürütme yöntemlerini sadece akli ilimler değil, sadece nakli ilimler de değil ikisinin birlikte olması gerekiyor. Ramazan’da bunu anlamamız gerekiyor. Marifetullah’ı tanımamız gerekiyor. Bunu tanıdığımız zaman diğer ibadetler gelir. Gençlere bunu öğretmemiz gerekiyor. 

İlahiyatçılar Allah'ı eksik anlatıyor

Mesela, ilahiyatçılar şöyle derler, “Allah’ı tanıtan iki kaynak vardır” derler. Biri Kur’an-ı Kerim, ikincisi Resulullah (sav). Hâlbuki üçüncü bir kaynak daha var. Bu kaynağı görmüyoruz. Bu kaynak kâinat kitabı. Bu kaynak ağaca, kuşa, böceğe baktığınız zaman Allah’ın bir sanatı olduğunu görüyorsunuz. Kur’an-ı Kerim’de zaten bununla ilgili sineklerle ilgili, arılarla ilgili doğayla ilgili çok şeyler sunmuş bize. Buna inanmak, “Düşünmez misinizi? İnanmaz mısınız?” diye sunumlar yapıyor. Bu demektir ki, Allah kendini tanıttırmak istiyor, kendini ifade ettirmek istiyor. Onun için biz bu çağın araçlarını kullanarak Allah’ı tanımamız lazım. Burada Osmanlının endüstri devrimini neden kaçırdığını sorgulamamız gerekiyor.

OSMANLI ENDÜSTRİ DEVRİMİNİ ISKALADI

Nasıl sorgulamamız gerekiyor?

Bu Ramazan’da bunu yapsak da yeridir. Osmanlı insanlık tarihinde, İslam tarihinde çok büyük hizmetleri olmuş. 400 seneyi huzur içinde geçirtmiş.

Ama endüstri devrimi başladıktan sonra Osmanlı tökezlemeye başlıyor. Osmanlı ilmiye sınıfıyla, özellikle askeriye, mülkiye sınıfı arasında ciddi bir anlaşmazlık oluşuyor. Hayata bakış farklılıkları ortaya çıkıyor, fikir ayrılıkları ortaya çıkıyor. İlmiye sınıfı hayata başka bakıyor, mülkiye yönetici sınıfı farklı bakmaya başlıyor. Osmanlı’nın yükseliş devri ne zaman bitiyor? 1700’lü yıllarda. Ve medreselerde o zaman özellikle Yavuz Sultan Selim zamanında. 1500’ lü yılların ilk yarısında Mısır fethediliyor, halifelik İstanbul’a geliyor. Ve ondan 100 sonra halifelikle birlikte gelen akıl karşıtı düşünce hastalığı da Osmanlılara karışıyor.  Ondan önce Yavuz ve Kanuni’de selefi bakış açısı Osmanlı’da yoktu. 

Osmanlı’da medrese tarzı şuydu. Medrese-i Zülcenaheyn deniliyordu. İki kanatlı medrese. İbrahim hakkı Konyalının vurguladığı din ilimleri ile akli ilimlerin beraber okutulduğu, mantık okutuluyor, felsefe okutuluyor bunlarla birlikte okutuluyor. Akli ve nakli ilimler birlikte okutuluyor. Medrese-i zülcenahen denilen medrese, Mısır’dan selefi akımın gelmesinden sonra buradaki medreselerin ve ulamanın düşüncelerini değiştiriyor. Değiştirmekle beraber Osmanlı uleması, 1600’lü yallardan itibaren, akli ilimlere karşı tavır alıyor. Bize matematik lazım değil, bize mantık lazım değil, astronomi lazım değil, fen bilimi lazım değil diyorlar. Şöyle bir şey de yaşanıyor. Hazerfan Ahmet Çelebi uçmayı başarıyor. Deneme yapıyor. Deneme yaptıktan bir gün sonra deprem oluyor. Enteresan. O zaman Padişah istiyor, destekliyor. Deprem olduktan sonra İstanbul uleması diyor ki, “Allah bizim uçmamızı isteseydi, bizi kanatlı yaratırdı. Kanatlı yaratmadığına göre uçmaya gerek yok” diyorlar. O zamanki siyaseti etkiliyor. Bunu yapan sürgüne gidiyor. Kitapları da imha ediliyor. 

Bu dönem aslında endüstri devrimini kaçırtan, medeniyet tasavvurumuzdaki değişiklik. Bunun üzerine ulema diyor ki, “Fen ilimlerini okuyan kâfirdir” Ayrı bir damar oluşturuyor. Batıdan gelen, silah üretiyor, teknoloji üretiyor, siyaset okuyor, askere gidiyor, görüyor ki, medeniyet değişmiş endüstri devrimi var, medeniyet değişmiş, bunlara uymamız gerekiyor diyor. Medrese bunlara karşı çıktığı için, “Mürtecii” diyor. Medrese de onlarla uğraşana “Dinden çıktı” diyor. İki tane damar oluşuyor. Bu iki damar ittihat terakki ile kendini gösteriyor. Abdülhamit’in bütün hassasiyetine rağmen, ikisini birleştirmeye çalışmasına rağmen, fakat bu vizyon siyasette bir şey getirirken fikir bazında birleştirme başarılamamış. Ama ikisini de desteklememiş. Medresedeki vizyon değişikliğini başaramamış. Ulemanın akli ve n akli ilimleri birlikte okuma geleneğini kabul etmemiş Osmanlı. Ondan sonra zamanın ruhu da gelişiyor tabi iki.

ZAMANIN RUHU MEVSİM GİBİDİR

Zamanın ruhu şuna benzer. Sonbahar geldiği zaman, yaz güzel, ben yaza uygun davranırım deyip insan üstüne başına dikkat etmezse, insan hasta olur. Evinden çıkmamak zorunda kalsa, sonunda evinde soba yakmak zorunda kalır. Zamanın ruhu böyle bir şey mevsim gibidir uymak zorundasınız. Uymadığı için Osmanlı zamanın ruhunu kaçırmış, Rusya endüstri devrimini yakalamış, Osmanlı yakalayamamış.  Onu n için biz, dini ilimlerle uğraşanlarla, fen bilimleriyle uğraşanların ortak hareket etmeyle ilgili eğitim sistemimizde bir kültür oluşturamadık. 

Milli Eğitim Sistemimizde din ilimleriyle fen ilimlerini barıştıramazsak

Eğer biz Milli Eğitim Sistemimizde din ilimleriyle fen ilimlerini barıştıramazsak, gelecek nesilleri kurtaramayız. Biz burada iki insan tipini tek insan tipi haline getirecek, bir eğitim sistemi kurmamız lazım. Bunu yapamadığımız için gençler popüler kültürün çocuğu oluyorlar. Daha özgürlük ortamı olduğu için insanlar dindarlığını daha dolu dolu yaşayabildiği halde, gençlerin dine karşı duruşunu sorgulamak gerekir. Bu eğitim sistemimizde iki damarın barıştırılmamasıyla ilgili çok yakından; iki caddenin barıştırılamamasıyla ilgilidir. Ramazan’da nefsi kemalati bırakalım, gelecek nesilleri düşünelim. Ramazan bizim için gelecek nesilleri kurtarmak için bir şeyler yapmazsak, inzivaya çekilmiş, münzevi bir derviş gibi oluruz. Bundan da mesul oluruz. Ramazan’ı bu sene bu gözle değerlendirelim. Sorgulayalım. 

Taklide dayanan bir teslimiyet değil, tahkike dayanan bir teslimiyet olmalı

Gençlik neden popüler kültürün esiri oldu? Çocuk İbn-i vakit olur. Eğer biz zamanın rüzgârlarını etkileyemezsek, çocuk zamanın çocuğu olur ve buna biz iletim teknolojilerinin, internetin bu kadar yaygınlaştığı dönemde hiçbir sonuç alamayız. Bunun için Ramazan’da buna önem vermeliyiz. Bir insan Namazı nasıl kılacağım diye sormuyor. Neden kılacağım diye soruyor. İbadeti nasıl yapacağım diye sormuyor insan, neden yapacağım diye soruyor. İbadeti neden yapacağını bugün insanına anlatmadıkça istediğimiz kadar. İslam dini teslimiyet dinidir. İman tevhidi, tevhit tevekkülü. Tevhit için akılla başlıyoruz, teslim oluyoruz. Akılsız bir teslim, sadece taklide benzeyen bir teslimiyet oluyor. İslamiyet teslimiyet dini, doğru ama teslimiyet taklide dayanan bir teslimiyet değil, tahkike dayanan bir teslimiyet olmalı. Araştırıp araştırıp bu olmalı demeliyiz. Bu çağın gerçekleri bunlar. Bu çağın özelliklerine bağlı varoluş problemlerini açıklayamazsak, dünyanın gidişini olumlu yöne çeviremeyiz diye düşünüyorum.

“SANA YAPILMASINI İSTEMEDİĞİN BİR ŞEYİ BAŞKASINA YAPMA”

Ramazan ayı empati ayı. Bununla ilgili neler söylersiniz?

Ramazan empati ayı doğru. 1990 yılında Küresel Ahlak deklarasyonu açıklandı Chicago’da. Küresel ahlak deklarasyonunda madde şu: “Sana yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma”. Bu aslında bütün dinlerin ortak öğretisidir. Aslında empatik bak demektir. Empatik bakış, karşı tarafın ihtiyaçlarına bakmaktır. Sadece kendi pencerenden bakmamaktır. Empatinin karşıtı benmerkezciliktir. Empati fedakârlığı gerektirir, benmerkezcilik sadece almayı gerektirir. Empati vermeyi gerektirir. Burada mutluluk araştırmaları yapılıyor. Senelerdir mutluluk araştırmaları yapılıyor, adına pozitif bilimcilik denildi. Mutluluk biliminin geldiği nokta ne biliyor musunuz? Mutluluk biliminin tek şeyi, işbirliği kurmaktır. İyi işbirliği kurabilen insan mutlu olabiliyor. Asıl empati pratikte ortaya çıkıyor. Yaşarken ortaya çıkıyor. Ramazan aslında duyguları yönetme çağıdır.

Empati karşı tarafa bakmak, duygu regülasyonu yapabilmektir. Ramazan’da en önemli kazanacağımız beceri, duygusal becerilerdir. Kendi duygularımızı fark etmek, başkalarının duygularını fark etmek, başkalarının çektiği acıları, sıkıntıları fark etmek, kendi acılarımızı sıkıntılarımızı fark etmek ve bunların arasında denge kurabilmektir. Empati karşı tarafın duygularını anlayacak ve ona uygun doğru tepki verebilmektir. Hayat alışveriş değil, veriş alış aslında. Ramazan’da bizim kültürümüzde çocuğa para yönetimi öğretilir çocuğa. Ödüllendirme olarak bayramda harçlık verilir,  oruç tuttuğu zaman harçlık verilir, yarım oruç tuttuğu zaman harçlık verilir. Bu kaynak yönetimidir. Parasal kaynakları nı yönetebilen bir insan duygusal kaynaklarını da yönetebilir. Bütün duygularımızı orkestraya benzetirsek,  orkestra şefi açlık duygusudur. Neşe, sevinç, korku, ümit, kin, öfke… Bütün duygularımızı orkestra gibi kabul edersek, açlık duygusu bütün bu duyguların orkestra şefidir. Açlık duygularını yönetebilen bir insan, diğer duygularını da yönetir. Açlık duygusunu yönetemeyen kimse obez olur. Beden kitle endeksi 40 olur. Bu kendisini kontrol edemeyen kimse demektir. Açlık duygusunu yönetemeyen kimse sevgi duygusunu da yönetemez, saldırganlık duygusunu da yönetmez. Açlığını terbiye edebilen bir kimse diğer duygularını da terbiye edebilir.  Onun için nefis terbiyesi olarak geçen bizim kültürümüzdeki beynin ön bölgesini eğitmek demektir.

Milli Gazete

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.

Nur Talebeleri Haberleri