Mustafa Sungur Ağabeyi rahmetle anıyoruz: Bediüzzaman'la yaşadıklarından notlar

Mustafa Sungur Ağabey 1 Aralık 2012 tarihinde İstanbul’da vefat etmişti... Bugün vefat yıl dönümü. Rahmet dualarımızla anıyoruz...

Mustafa Sungur Ağabey Hatıralarını, Ömer Özcan’ın Ağabeyler Anlatıyor-1 kitabına anlatmıştı. İşte o hatıralardan kısa kısa bölümler:

ÜS­TAD HA­FIZ­LA­RA, “BİZ DE HA­FI­ZIZ” DER­Dİ

Sun­gur Ağa­bey bir de­fa­sın­da şöy­le de­miş­ti:

“Üs­tad’ımı­zın ya­nı­na ha­fız­lar ge­lir­di. Üs­tad on­la­ra, ‘Kar­de­şim! Biz de ha­fı­zız; siz Kur’an’ın hu­ru­fu­nu, biz ise Kur’an’ın ha­ka­i­kı­nı mu­ha­faza edi­yo­ruz.’ der­di.”

“HAYR-I AZİM­DEN MAH­RUM KAL­MAK…”

Sun­gur Ağa­bey Sam­sun Bü­yük Ci­hat ga­ze­te­si­ne bir ya­zı gön­de­ri­yor, tev­kif edi­yor­lar! Son­ra Üs­tad’ımı­za ge­li­yor­lar, “Bu­nu sen mi gön­der­din?” di­ye so­ru­yor­lar. Üs­tad da “Bu hayr-ı azim­den mah­rum kal­dı­ğım için cid­den mü­te­es­si­rim!” di­ye ce­vap ve­ri­yor.

ALİ UL­Vİ BEY’İN MEK­TUP­LA­RI OKUN­DU­ĞU ZA­MAN…

‘Gö­nül­ler Fa­ti­hi Bü­yük Üs­tad’a’ isim­li man­zu­me ve Ali Ul­vi Bey’in mek­tup­la­rı gel­di­ği ve okun­du­ğu za­man Üs­tad, ‘Ben bu­nu şah­sım için de­ğil, Me­di­ne-i Mü­nev­ve­re’de­ki şahs-ı ma­ne­vî­nin Ri­sa­le-i Nur hak­kın­da­ki gö­rü­şü ola­rak ka­bul edi­yo­rum.’ di­ye bu­yur­muş­lar­dı."

“Sİ­ZİN KÖY­DEN SE­NİN YE­Nİ HA­Lİ­Nİ GÖR­ME­DEN ÖLEN VAR MI?”

“Üs­tad ba­na sor­du: ‘Si­zin köy­den se­nin bu ye­ni ha­li­ni gör­me­den ölen var mı?’ Bi­raz düşün­dük­ten son­ra ‘Ha­yır Üs­tad’ım, yok.’ de­dim. Üs­tad de­rin bir ne­fes alıp, ‘El­ham­dü­lil­lah! Senin es­ki ha­li­ni gö­rüp ye­ni ha­li­ni gör­me­den ve­fat eden ol­say­dı, mes’ul olur­dun!’ de­di.”

“MEN­DE­RES SE­Nİ MAA­RİF NA­ZI­RI YAP­SA...”

Üs­tad, Sun­gur Ağa­be­ye di­yor:

“Men­de­res se­ni maa­rif na­zı­rı yap­sa, ‘Mek­tep­ler­de Nur­ları oku­ta­cak­sın’ de­se, ‘Fa­kat ara­da sı­ra­da ba­zı me­se­le­ler­de bi­zim de­di­ği­miz gi­bi ola­cak.’ de­se, sen de ka­bul et­sen... Nur’da­ki ih­lâs bu­nu red­de­der!”

SUN­GUR AĞA­BEY, TEK­RAR AN­KA­RA’YA GİT­MEK İS­TE­YİN­CE…

Sun­gur Ağa­bey, An­ka­ra’dan gel­miş, fa­kat şid­det­le tek­rar An­ka­ra’ya git­mek is­ti­yor. Tale­be­ler­le meş­gul ol­mak için... Be­ra­ber çı­kı­yor­lar. Yol­da Üs­tad, “Sen Men­de­res’i Nur­cu yapsan, o da bü­tün Ri­sa­le-i Nur­la­rı neş­ret­se, sen be­nim ya­nım­da el­de et­ti­ğin ne­ti­ce­yi el­de edemez­sin.” di­yor.

“TA­LE­BE-İ ULÛM OLA­RAK ÖLEN, ŞE­HİT­TİR”

“Üs­tad, Zü­be­yir Ağa­bey, Cey­lan ve ben gi­di­yor­duk... Üs­tad, ‘Zü­be­yir ile Cey­lan şe­hit­tir.’ de­di. Ben de ‘Ne olur Üs­tad’ım, dua edi­niz, ben de şe­hit ola­yım!’ de­dim. Üs­tad da ‘Ta­le­be-i ulûm ola­rak ölen, şe­hit­tir.’ de­di.”

“Rİ­SA­LE-İ NUR’UN HER BİR Kİ­TA­BI BİR SAİD’DİR”

“Bir­çok kar­de­şi­miz, Üs­tad’ın ve­fa­tın­dan son­ra bu hiz­me­te gir­di, Üs­tad’ımı­zı gö­re­me­di... Pe­ki aca­ba Üs­tad’ın ru­ha­ni­ya­tıy­la şim­di bir ir­ti­bat ku­ru­la­bi­lir mi? Onun­la gö­rüş­me­yen­le­rin bir his­se­si yok mu?” di­ye so­ran Sun­gur Ağa­bey, daha son­ra ce­vap ola­rak Emir­dağ Lâ­hi­ka­sı-II’den şu mek­tu­bu oku­du:

“Kat’iyen si­ze ha­ber ve­ri­yo­rum ki: Ri­sa­le-i Nur’un her bir ki­ta­bı bir Said’dir. Siz han­gi ki­ta­ba bak­sa­nız be­nim­le kar­şı kar­şı­ya gö­rüş­mek­ten on de­fa zi­ya­de hem fay­da­la­nır, hem ha­kikî bir su­ret­te be­nim­le gö­rüş­müş olur­su­nuz. Ben şu­na ka­rar ver­miş­tim ki, Al­lah için be­nim­le gö­rüş­mek is­te­yen­le­ri, gö­rüş­me­dik­le­ri­ne be­del her sa­bah oku­duk­la­rı­ma, du­a­la­rı­ma dâ­hil ediyo­rum ve et­mek­te de­vam ede­ce­ğim.”

Sun­gur Ağa­bey, “Han­gi ki­ta­ba bak­sa­nız be­nim­le kar­şı kar­şı­ya gö­rüş­mek­ten on de­fa ziya­de hem fay­da­la­nır” cüm­le­si üs­tün­de dur­du. Ve şöy­le de­di:

“Biz es­ki­den bu­nu Üs­tad’ın ken­di­ni per­de­le­mek için te­va­zu yap­tı­ğı­nı zan­ne­der­dik, ama gö­rül­dü ki ayn-ı ha­ki­kat imiş…"

"BİR­DEN O AYET AÇIL­DI, HA­ŞİR Rİ­SA­LE­Sİ TE­LİF EDİL­Dİ"

“1954 se­ne­sin­de Zü­be­yir Ağa­bey, Cey­lan ve ben, Bar­la’da Üs­tad’ın ya­nın­da ka­lı­yor­duk. Üs­tad, Zü­be­yir Ağa­bey­le be­ni Bar­la’nın gü­ney­do­ğu­sun­da­ki va­di­le­re bah­çe­le­re gö­tür­dü. Ceylan ev­de kal­dı. Ora­da Üs­tad, ‘Kar­deş­le­rim! Otuz se­ne ev­vel ay­nı bu mev­sim­de (ba­dem ağaç­ları­nın çi­çek aç­tı­ğı mev­sim­de) bu­ra­da ‘Şim­di bak Al­lah’ın rah­met eser­le­ri­ne: Ye­ryü­zü­nü ölümü­nün ar­dın­dan na­sıl di­ril­ti­yor? Bu­nu ya­pan, el­bet­te ölü­le­ri de öy­le­ce di­ril­te­cek­tir. O her şeye hak­kıy­la ka­dir­dir. (Rum, 30/50)’ âye­ti­ni gün­de 40 de­fa oku­dum. Bir­den o âyet ba­na açıl­dı, Ha­şir Ri­sa­le­si te­lif edil­di.’ de­di."

“KÂİ­NAT Kİ­TA­BI­NI OKU­MAK DA AY­NI SE­VAP­TIR”

“Üs­tad, ‘Na­sıl ki Kur’an oku­mak, onun ayet­le­ri­ni oku­mak se­vap­tır; şu bü­yük Kur’an olan kâi­na­tı da oku­mak, te­fek­kür et­mek ay­nı şe­kil­de se­vap­tır. Bir sa­at oku­mak, 80 se­ne ibadet se­va­bı­na eşit­tir.’ der­di."

“1954 se­ne­sin­de Üs­tad’la Bar­la’da­yız. Her gün bi­ze ki­tap oku­tu­yor, kır­la­ra dağ­la­ra çı­karı­yor­du."

"Bir gün Söz­ler’i al­ma­yı unut­mu­şum. Me­zar­lık ta­ra­fın­dan ge­ri dö­ner­ken Üs­tad, ‘Nere­ye gi­di­yor­sun?’ di­ye sor­du. Ben ki­ta­bı unut­tu­ğu­mu söy­le­yin­ce, ‘Bu­gün de bü­yük ki­ta­bı okuya­ca­ğız, gel!’ de­di. Üs­tad bü­yük ki­tap­la kâi­na­tı kas­te­di­yor­du…"

“Is­par­ta’da üzüm­le­rin ol­du­ğu za­man­dı... Üs­tad bir gün şöy­le aya­ğa kal­kıp bağ­la­ra üzüm­le­re te­fek­kür­le bak­tı bak­tı ve ‘Sa­hip­le­rin­den zi­ya­de bun­lar­dan ben is­ti­fa­de edi­yo­rum.’ de­di."

“Bir gün Üs­tad’ı, ca­ma da­yan­mış, pen­ce­re­den ka­vak ağaç­la­rı­nı sey­re­der­ken gör­dük. Üs­tad’ımız bi­zi gö­rün­ce, ‘Yü­zer si­ne­ma­dan, ti­yat­ro­dan on de­fa zi­ya­de bun­la­rı sey­ret­mek, nefsi­min ho­şu­na gi­di­yor.’ de­di."

“‘Es­ma-i İlâ­hi­ye­ye ayi­ne ol­mak’ de­mek: Me­se­la şim­di bir ay­na ol­sa, şu ağa­ca tut­sak ağacı gös­te­rir, Ka­di­fe­ka­le’ye tut­sak onu gös­te­rir, bin­ler şey­le­re tut­sak on­la­rı gös­te­rir... İş­te ayi­ne­dar­lık bu­dur. İn­san da bin­ler es­ma-i İlâ­hi­ye­ye ayi­ne­dar­lık eder, Al­lah’ın isim­le­ri­ni göste­rir.”

“BEN Yİ­YO­RUM, SİZ UZAK­TAN KOK­LU­YOR­SU­NUZ!”

Dör­dün­cü Şua oku­nur­ken Sun­gur Ağa­bey şöy­le de­di: “Üs­tad’ımız böy­le ba­his­ler okundu­ğu za­man der­di: ‘Ben bu bah­si yi­yo­rum, siz uzak­tan ko­kucuk alı­yor­su­nuz! Ko­kucuk da ol­sa bü­yük bir ha­zi­ne­dir…’ Ay­nen böy­le der­di…"

“Ri­sa­le-i Nur her yer­de hu­zu­ra yol gös­te­ri­yor. Kar­deş­ler, bu az bir şey de­ğil. Her yer­de ‘Al­lah’ı gö­rür gi­bi’ hu­zu­ra yol ve­rir Ri­sa­le-i Nur. Sair ev­li­ya ma­si­va­yı, ya­ni kâi­na­tı unu­ta­rak hu­zu­ra yol bul­muş­lar. Hal­bu­ki Ri­sa­le-i Nur kâi­na­ta ba­ka­rak hu­zu­ra yol gös­te­ri­yor.”

“BU DER­STEN YE­Nİ OKU­NU­YOR Gİ­Bİ İS­Tİ­FA­DE ET­TİM!”

“Bir gün Is­par­ta’da ‘ha­ka­ik’a dair ki­tap da­ğı­tıp es­ki­mez ya­zıy­la Üs­tad’ın hu­zu­run­da ders ya­pı­yor­duk. Üs­tad kar­yo­la­da boy­nu­na ka­dar yor­gan çe­ki­li, din­li­yor­du. Bir ara dur­du: ‘Kardeş­le­rim! Ha­fı­za­nız na­sıl? Ben ar­tık ih­ti­yar­la­dım, ha­fı­zam za­yıf­la­mış.’ Son­ra, ‘Ye­min edi­yorum, ye­min edi­yo­rum, bu der­sten ye­ni oku­nu­yor gi­bi is­ti­fa­de et­tim! Hal­bu­ki bu me­se­le­yi on bin ke­re oku­mu­şum…’ de­di."

“1959 yı­lı­nın bir güz ayın­da Üs­tad Haz­ret­le­ri ab­dest al­dık­tan son­ra, ‘Şu ca­zi­be­dar si­yaset ha­di­se­le­ri bi­raz te­vak­kuf et­se, bir­den be­şer na­za­rı Kur’an’a çev­ri­le­cek.’ de­di.”

“ÜS­TAD’IMIZ DİN VE FEN İLİM­LE­Rİ­Nİ BİR­LEŞ­Tİ­Rİ­YOR”

“On Be­şin­ci Şua / El-Hüc­ce­tü’z-Zeh­ra, 1948’de Af­yon Ha­pish­ane­si’nde te­lif edil­di. Biz ya­zar­dık; bir gün­de, İkin­ci Ma­kam te­lif edil­di. Oku­dum... Val­la­hi ne­ler öğ­ren­dim ne­ler! Şü­kür ve tah­dis-i ni­met su­re­tin­de arz edi­yo­rum. Üs­tad hâlâ der­si­ni ve­ri­yor..."

“ÜS­TAD, Çİ­ÇEK­LE­RE, OT­LA­RA, Sİ­NEK­LE­RE, BÖ­CEK­LE­RE BA­KAR, TE­MA­ŞA EDER, MÜ­TA­LÂA EDER­Dİ. PE­Kİ NE GÖ­RÜ­YOR­DU?"

Sun­gur Ağa­bey, ilm-i İlâ­hî­nin de­lil­le­rin­den do­ku­zun­cu ve onun­cu­la­rı oku­du.

“Her masn­uda, hu­su­san ba­har mev­si­min­de ze­min yü­zün­de ser­me­dî bir hüsn-ü ce­ma­lin cil­ve­le­ri­ni gös­te­ren bü­tün gü­zel mah­lûk­lar, ez­cüm­le çi­çek­ler, mey­ve­ler ve kuş­çuk­lar ve si­nek­ler ve bilhas­sa yal­dız­lı ve yıl­dız­lı kuş­çuk­la­rın hil­kat­le­rin­de ve su­ret­le­rin­de ve ci­ha­za­tın­da öy­le mu­ci­za­ne bir ma­ha­ret ve dik­kat ve ha­ri­ka bir sa­nat, bir it­ti­kan, bir mü­kem­me­li­yet ve sa­natkâr­la­rı­nın mu­ci­zat­lı hü­ner­le­ri­ni gös­te­ren ayrı ayrı, çe­şit çe­şit tarzlar­da şe­kil­ler, ma­ki­ne­cik­ler, ga­yet iha­ta­lı bir il­me...” cüm­le­si­ni tek­rar tek­rar oku­du ve tek­rar tek­rar ke­li­me­le­re dik­ka­ti çekti:

“Biz Üs­tad’la, me­se­la Ku­le­ö­nü’nden dö­ner­ken, yol­da gi­der­ken, Üs­tad yo­lun ke­na­rın­da­ki çi­çek­le­re, ot­la­ra, si­nek­le­re, bö­cek­le­re ba­kar, te­ma­şa eder, mü­ta­laa eder­di. Pe­ki ne gö­rü­yor­du? Her masn­uda ser­me­dî bir hü­sün ve ce­ma­lin cil­ve­si­ni gö­rü­yor­du."

“Şim­di bir ta­le­be­ye so­ru­yo­rum: ‘Yağ­mur­lar na­sıl ya­ğı­yor, fen ve mu­al­lim­le­ri­niz ne diyor?’ ‘De­niz­le­rin bu­har­laş­ma­sıy­la ağa­bey.’ di­ye ce­vap ve­ri­yor."

“Pe­ki Üs­tad’ımız ne di­yor ba­ka­lım, Mü­na­cat Ri­sa­le­si’nden oku­ya­lım: ‘Evet, bu dün­yamı­zın men­ba-ı aca­yip bu­har ka­zan­la­rı hük­mün­de olan de­niz­ler­de hiç­bir mev­cut, hat­ta hiç­bir kat­re su yo­ktur ki, vü­cu­duy­la, in­ti­za­mıy­la, men­fa­atiy­le ve va­zi­ye­tiy­le Ha­lı­kı­nı bil­dir­me­sin...’ (Şu­a­lar, Üçüncü Şua, s. 48) De­mek Üs­tad’ımız, din ve fen ilim­le­ri­ni bir­leş­ti­ri­yor…”

“KÜF­RE KAR­ŞI MA­NE­VÎ KI­LIÇ­LA YA­PI­LAN Cİ­HAT”

“Üs­tad Is­par­ta’day­ken, Di­yar­ba­kır’dan Meh­met Ka­ya­lar’dan bir mek­tup ge­li­yor. Mehmet Ka­ya­lar gör­dü­ğü bir rü­ya­yı an­la­tı­yor Üs­tad’a. Rü­ya­da dört ha­li­fe, Gavs-ı Azam ha­ze­ra­tı­nı gö­rü­yor. ‘Ya Re­su­lal­lah! Mad­dî ci­hat za­ma­nı…’ di­yor. Meh­met Ka­ya­lar bun­dan mad­dî ci­hat za­ma­nı gel­di­ği­ni dü­şü­nü­yor ve Üs­tad’a ya­zı­yor. Üs­tad ce­va­ben Meh­met Ka­ya­lar’a şöy­le bir mek­tup ya­zı­yor:

‘Rü­ya­nı­zı teb­rik­le be­ra­ber, sa­kın yan­lış an­la­ma, mad­dî ci­hat ‘Ta­biat Ri­sa­le­si’nde­ki gi­bi küf­re kar­şı ma­ne­vî kı­lıç­la ya­pı­lan ci­hat­tır.’

“AF­YON HAP­SİN­DE ÜS­TAD’IN GÖ­ZÜ SO­ĞUK­TAN KA­PAN­MIŞ­TI”

“Üs­tad Haz­ret­le­ri Af­yon hap­sin­de... Kı­şın çok so­ğuk, Üs­tad 60 ki­şi­lik ko­ğuş­ta tek ba­şına tu­tu­lu­yor. Bak­tım gö­zü so­ğuk­tan ka­pan­mış... Be­ni gö­rün­ce ‘so­ba­yı yak’ di­ye işa­ret et­ti. Fakat odun yok ki ya­ka­yım. O za­man­lar Af­yon’da ek­si yir­mi de­re­ce so­ğuk­lar olu­yor­du..."

“Ay­nı Üs­tad, Rus­ya’da ku­man­da­na aya­ğa kalk­ma­mış, Hur­şit Pa­şa’ya ‘Şe­ria­tın bir ha­kika­ti­ne bin ru­hum ol­sa fe­da ede­rim!’ de­miş, M. Ke­mal’e ‘Na­maz kıl­ma­yan hain­dir!’ de­miş vs… Böy­le bir Üs­tad, ba­kın asa­yi­şi mu­ha­fa­za için ne­le­re sab­re­di­yor!"

“Af­yon hap­sin­de Re­fet Bey, Ke­rem is­min­de bir Af­yon­lu köy­lü­ye ri­sa­le ve­ri­yor. Son­ra Ke­rem has­ta­la­nı­yor, 15 gün teb­dil-i ha­va ve­ri­yor­lar. Ke­rem de ‘Ha­di gi­der­ken Üs­tad’ın eli­ni öpe­yim de öy­le gi­de­yim.’ di­yor. Üs­tad 80 ya­şı­na ya­kın... Üs­tad’ın eli­ni öper­ken Ke­rem’e ‘Ni­ye öp­tün?’ di­ye to­kat­lı­yor­lar. Bu­nu Üs­tad bi­ze an­lat­tı. ‘Be­nim ye­ri­me onu döv­dü­ler.’ de­di. Bun­lara sab­ret­ti­ği­ni be­lirt­mek için, ‘Asa­yi­şi mu­ha­fa­za için men­fî ha­re­ket et­mi­yo­rum, on­la­ra beddua bi­le et­mi­yo­rum; ye­ter ki Ri­sa­le-i Nur’a za­rar gel­me­sin, ge­len ne­sil­le­rin ima­nı kur­tul­sun di­ye sab­re­di­yo­rum.’ de­di.

“Üs­tad, bir de­fa­sın­da da ‘Nur ta­le­be­le­ri­ne dua et­ti­ğim va­kit, on­lar­dan ge­le­cek ne­sil­leri­ne de çocuk­la­rı­na, to­run­la­rı­na da ni­yet edi­yo­rum.’ der­di."

“EN SÜ­RUR­LU HA­YA­TI­MIZ, ÜS­TAD’LA KAL­DI­ĞI­MIZ GÜN­LER...”

“1954’te Cey­lan, Zü­be­yir Ağa­bey, ben, üçü­müz Üs­tad’ımız­la Bar­la’ya git­tik. Bay­ram Ağa­be­yi nö­bet­çi bı­rak­tık. Üç-dört ay kal­dık ora­da..."

“Bir gün Üs­tad Haz­ret­le­ri bir şey­ler söy­le­di, ‘gel­me­yin’ der gi­bi bir şey­ler, ama tam anla­ya­ma­dık! Zü­be­yir Ağa­bey o me­zar­lık­tan yu­ka­rı çık­tı, ben de gi­de­yim, de­dim ve tâ yu­ka­rı­da bu­luş­tuk Üs­tad’la. Üs­tad de­di: ‘Siz gel­di­niz. Ben es­ki za­man­lar­la bu­lu­şa­cak­tım, be­nim ha­yalim kuv­vet­li ol­du­ğu için, 10 se­ne­ye ya­kın kal­dı­ğım Bar­la’da o gün­kü âle­me gi­de­cek­tim. Be­nim Bar­la ha­ya­tım, ha­ya­tı­mın en lez­zet­li, en sa­â­det­li gün­le­ri­dir.’ de­di.

“Hal­bu­ki ya­zı­yor ki ri­sa­le­ler­de, ‘Bar­la’da­ki iş­ken­ce­li ha­ya­tım.’ di­yor. De­mek ki bir ci­hetten ba­kın­ca en mes’ut… Ma­lum ek­ser Ri­sa­le-i Nur ha­ki­kat­le­ri ora­dan ilan edil­miş. Ora­da yazıl­dı ya... İş­te o ha­tı­ra­lar, kâi­na­tı te­ma­şa, en mes’ut ha­tı­ra­la­rı. Za­hir na­zar­da da dai­ma na­zar ve ta­kip al­tın­da. Ona Üs­tad ‘en iş­ken­ce­li ha­ya­tım’ di­yor."

“Siz de bi­ze ba­zen di­yor­su­nuz, ‘Sun­gur Ağa­bey, ha­ya­tı hep ha­pis­te geç­miş’ fa­lan… Bir ci­het­te doğ­ru, ama bir ci­het­te en sü­rur­lu ha­ya­tı­mız, Üs­tad’la kal­dı­ğı­mız gün­ler. Ha­pis ha­ya­tı ha­ya­tı­mı­zın en sa­a­det­li, mad­dî ma­ne­vî bay­ram­la­rı­mız­dı el­ham­dü­lil­lah...”

“ÖLÜN­CE­YE KA­DAR HİZ­ME­TE HİS­SE­DAR OL­MAK LA­ZIM”

“Lem’alar ye­ni harfle ba­sıl­mış­tı… Said Öz­de­mir, Sa­lih Öz­can pa­ket pa­ket her ta­ra­fa gön­de­ri­yor­lar. Üs­tad’ımız­la Eğir­dir’e be­ra­ber gi­der­ken iki ta­ne Lem’alar al­dı; bi­ri­ni Çi­lin­gir Ali’ye, bi­ri­ni de De­mir­ci Sa­lih’e ver­mek için... İki ta­ne Lem’alar’la Üs­tad’ımız his­se­dar ol­mak is­te­di bu hiz­me­te. İki Lem’alar’la bi­le ol­sa hiz­me­te iş­ti­rak... Ar­tık şim­di hiz­met umu­mî hâl al­mış, be­nim hiz­me­tim bit­ti, yok; ölün­ce­ye ka­dar hiz­me­te his­se­dar ol­mak la­zım.”

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (4)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.

Nur Talebeleri Haberleri