Mustafa Öztürk’ün düşünce dünyası

Şahin DOĞAN

Geçtiğimiz haftalarda Karar Gazetesinde Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün “Cemaatlerin Ortak Arızaları” ile “Said Nursi’den F. Gülen’e Amerika, Hıristiyanlık ve Diyalog Aşkı” başlıklı sırayla iki yazısı yayınlandı. Birincisinin tahlilini aynı başlıkla geçen hafta pazartesi günü, ikincisinin tahlilini “Hıristiyan aşkı kimde? Said Nursi de mi, Mustafa Öztürk’te mi?” başlıklı Çarşamba günü yine bu köşede çıkan bir yazımızla yapmaya çalıştık. Bu yazımıza “Cemaatlerin Cennetinde Yaşamak” başlıklı bir yazıyla isim vermeden bir cevap verdi. Yani anlayacağınız Öztürk, bildiğini okumaya devam ediyor. Birkaç yıl önce Öztürk’le yaptığımız uzun tartışmaları bu köşeyi düzenli takip edenler bilirler. Geçmişte onun düşünce dünyasının sefaletini bütün çıplaklığıyla ortaya koymaya çalıştık ama bu yazıda düşünce dünyasını bilmeyenlere onun düşüncelerini -eserlerinden alıntılarla ve bilhassa kendi yorumlarımızı katmadan- hulasa şeklinde sunmaya çalışacağız. Ta ki kimin ne olduğu çıksın ortaya. Ve kararı komu oyu versin. Biliyoruz, bize yine her zaman olduğu gibi “tetikçilik yapıyorsun” diyecek. Hiç önemli değil amacımız hakikatin ortaya çıkması çünkü. Farkındayız, batılı tasvir hoş bir şey değil ama bazı zaman hakikatin bütün yönleriyle ortaya çıkması bakımından şart-ı adi değil sadece şartı zaruri.

Allah hakkındaki düşünceleri

“…Tanrı, Mezopotamyalı İbrahim’e eşlik ettiği süreçte barışçı denebilecek bir tavır sergiler veya en azından hesap sorup cezalandırma hususunda çok arzulu gözükmez… Musa’nın döneminde ise Tanrı, İsrailoğullarını içinde bal ve süt olan bir ülkeye yerleştirmek için sanki özel bir gayret sarf etmiştir. Bu süreçte savaş ve kan dökmeye tutkunluk, acımasızlık ve davranışlarında süreksizlik gibi sıfatlarla temayüz eden Tanrı kimi zaman kendisiyle çelişmiştir… Doğrusu bu Tanrı, Karen Armstrong’ın ifadesiyle ‘son derece zalim, tarafgir ve katil bir tanrıdır bu. Orduların tanrısı olarak bilinen bir savaş tanrısıdır bu. Kendi gözdeleri dışında hiç kimseye küçücük bir merhamet kırıntısı taşımayan basit bir kabile tanrısıdır.’

Bundan sonra Tanrı, İsa’nın her nedense babasız olarak dünyaya gelmesini takdir etmiş bu dönemde Tanrı, bambaşka bir kimlik ve karaktere bürünmüştür. Daha açıkçası asırlar boyu seçkin halkının düşmanlarıyla dişe diş, göze göz mücadele eden Tanrı gitmiş onun yerine son derce müşfik bir ‘Baba’ gelmiştir. Ruhsal esrimeler ve gözyaşlarıyla kalpleri arındırmaya çalışan Tanrı bu defa da mistisizme yönelmiş. …Son elçisi Muhammed’le bile çok resmi denebilecek bir ilişki kuran Tanrı, Mekke döneminde diğer tanrılarla didişmeye pek niyeti yoktu ve bu yüzden elçisine “sizin dininiz size/benim dinim bana” demesini tembihliyor, böylece konjöktüre uygun konuşuyordu. Müminlerin Medine’ye göç etmeleri ve orada güçlenmeleri üzerine yine konjöktüre uygun olarak savaştan söz etmeye başladı. Çatışma ve şiddetin tırmanmasıyla birlikte Tanrı göze, göz, dişe diş diye tabir edilen savunma mekanizmasını tarihin derinliklerinden çekip çıkardı; böylece İsa vesilesiyle uzak kaldığı savaş meydanlarına tekrar dönmüş oldu.” [Kıssaların Dili, Mustafa Öztürk, Ankara Okulu Yayınları, sh, 51-52] [Geniş bilgi için bkz: https://www.risalehaber.com/ilahiyatcilik-risale-i-nurlar-ve-allah-tasavvuru-16471yy.htm]

İman kavramına bakışı

“…Bizce iman; bilişsel değil, duygusal bir tecrübedir. İmanda rasyonellik aranmaz. İmanın mantıki doğruluğu sorgulanamaz. İmanın alanı bilmenin, düşünmenin, saptamanın, kanıtlamanın alanı değildir. İman bir sıçrama edimidir. Bu sıçramada etkin olan şey, dinin ve ilahi fiillerin akılsallığı değil, akıl dışılığı, anlaşılabilirliği değil anlaşılamazlığı, kanıtlanabilirliği değil kanıtlanamazlığı, bilinebilirliği değil bilinemezliğidir. Dolayısıyla iman, Tanrıyı bilmek ve eylemlerini anlamak değil aksine Tanrının bilinemezliğini, kavranamazlığını onamaktır.” [Kıssaların Dili Ankara Okulu Yay, sh:75-76] [Geniş bilgi için bkz: https://www.risalehaber.com/ilahiyatcilik-ve-musbet-elestiriye-tahammul-16488yy.htm]

Kurandaki mucizelere bakışı.

“Hissi mucizeler sayesinde Mekkeli müşriklerden en azından bir kısmının imana geleceği şüphesiz olmakla birlikte vahyin nüzul sürecinde bu türden hiçbir mucize vuku bulmamıştır. Bize öyle geliyor ki daha önceki dönemlerde de anılan türden mucizeler vaki olmamış ve fakat Kuranın teosantrik dil dizgesi içinde nesneler dünyasındaki doğal olaylara ait sebeplerin hazfedilip sırf sonuçların zikredilmesi biz Müslümanlar (müfessirler) tarafından mucize diye kavramsallaştırılmıştır… Ne var ki biz “Hint-İslam Modernistleri” “el Kur’aniyyun” diye anılan çevrelerden farklı olarak mucizenin imkanını reddetmekten öte, bunun fiilen vuku bulmadığını, dolayısıyla kıssalarda bildik anlamda mucize diye tasvir edilen olayların Allah-merkezli dil sistemine uygun biçimde formüle edilmesinden ibaret olduğunu düşünmekteyiz… Kur’anda ve diğer kutsal kitaplarda harikulade hadiseler gibi anlatılan olayların aslında kendi doğal süreçlerinde olup bittiği şüphesizdir…” [Kıssaların Dili, Ankara Okulu Yay, sh: 18-19] [Geniş bilgi için bkz: https://www.risalehaber.com/ilahiyatcilik-mucizeler-ve-kuran-kissalari-16503yy.htm]

Kurandaki kıssalara Bakışı

“…Kurandaki tarihi anlatılar, geçmişte olup bitenleri olduğu gibi tasvir etmemektedir. Daha açıkçası geçmişteki doğal olaylar, sözgelişi sel baskınları, kum fırtınaları, gibi doğa afetleri Allah-merkezli bir dil dizgesi içinde sebep-sonuç ilişkisinden soyutlanarak doğrudan Allah’ın edimi şeklinde betimlenmekte dolayısıyla tarihsel olaylar dini-ahlaki mesaj aktarma gayesiyle bir bakıma tağyir edilmektedir. Böylece geçmişte olup bitenler kendine özgülüklerini kaybetmektedir. Sözgelişi Kur’andaki anlatılar, Musa’nın gerçek yaşamı ve tarihi kimliği hakkında sarih bilgiler vermemektedir… Musanın Nildeki kamışlar arasına bırakılan papirüsten bir sepet içinde ölümden mucizevi bir şekilde kurtulmasıyla başlayan hayatının Theseus, Perseus, Agadeli Sargon, Romulus, Kyros ve daha birçok efsanevi kahramanın yaşam öyküsünde karşımıza çıkan bir ana izleğe uyması, Kur’andaki kıssaların tarihsel Musa’dan çok, karizmatik ve dolayısıyla kısmen mitolojik bir Musa’dan söz ettiğini düşündürmektedir…” [Kıssaların Dili, Ankara Okulu Yay, sh: 72]

Kuranın tarihselliğine bakışı

“…Kurandaki tarihselliğin ahkamla sınırlı olduğunu düşünmüyoruz. Kanaatimizce Kur’an bazı temel mesajları hariç tamamen tarihseldir. Hatta tüm peygamberlerin ortak mesajını teşkil eden tevhit inancına ilişkin bazı Kuran ifadeleri dahi tarihsel unsurlar içermektedir. Keza

bütün peygamberlerin mesajında bulunması hasebiyle ahiret konusuna ilişkin tasvirlerde yerel ve tarihsel karakterlidir… Hz. Peygamber’in genelde Arap toplumunu özelde de Kureyş kabilesini, diğer bir deyişle Mekke ve çevresinde yaşayan müşrik Arapları uyarması için gönderildiğini bildiren ayetler Kuran hitabının tarihsel ve yerel oluşunu gösterir…” [Kur’an ve Tefsir Kültürümüz, Ankara Okulu Yay, s. 11-12] [Geniş bilgi için bkz: https://www.risalehaber.com/ilahiyatcilik-kuran-ve-tarihsellik-16521yy.htm]

Ehl-i kitap olan Yahudi ve Hıristiyanlara bakışını geçen yazımızda işlediğimiz için burada tekrar etmiyoruz. Evet, bütün cemaatlere “Haşhaşi” ve “makurt”, Said Nursi’ye Amerika, Hıristiyanlık ve diyalog aşığı diyen M. Öztürk’ün düşünce dünyası özetle böyle. Yine yorum yapmıyoruz. Takdiri siz değerli okuyucularımıza bırakıyoruz.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (5)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.