Nazım'ın manevi dünyası!

Mustafa ÖZCAN

Nazım Hikmet (Ran) son demlerinde ve dönemlerinde Doğu bloğuna sığınmıştı daha doğrusu sıkışmıştı. Köklerinden kopuk bir vaziyette yaşıyordu. Bu onun geçmişine tamamen sünger ve çizgi çekmesi ya da unutması anlamına gelmiyor. Zamanın çalkantıları onu Marksist bir dünya görüşüne/anlayışına sürüklemiştir. Bu isteyerek mi oldu yoksa olayların sevkiyle mi? Halbuki gençliğinde Mevlana hayranıdır ve ona meftundur.

İnsanlar fıtrat üzerine doğarlar. Fıtrat da İslamiyet’tir. Çocukluk devresi genellikle masumiyet ile örülüdür. Lakin daha sonra karşılaştığı çevreler ve zemin onu başkalaştırır ve bambaşka bir noktaya taşır. İnsan asrının ve çevresinin çocuğudur. Lakin yine de herkes geçmiş masum günlerine hasret duyabilir. İnsanın geçmişinden tamamen kopması kolay değildir belki de imkansızdır. Geçmiş daima geleceğini gölgeler.

Mesela illuminati kızı olarak da anılan Katy Pery bu örneklerden birisidir. Çocukluğunda kilise korusunda ilaheler söylerken zamanla çevresi değişmiş kendisini illüminati çarkları arasında bulmuştur. Daha doğrusu kaybolmuştur. Bu yeni çevresinde masumiyetini de kaybetmiştir. Bu dönüşümü bazen pişmanlıkla dile getirmektedir. Günahtan uzak günlerini özlemekte ve iç geçirmektedir. Yeni döneminde içindeki manevi hava, balıkların oksijensiz kalması sonucu can çekişmesi gibi can çekişmektedir. İnayet eli yetişmezse manevi ölüm kaçınılmazdır.

Nazım Hikmet de Moskova'ya kaçtıktan sonra mazisini unutmamıştır. İçinde özlemi ve tortusu kalmıştır. Tevfik Hakim'in ifadesiyle bilinç dönüşümü yaşamıştır. Doğu Bloğu ülkeleri arasında mekik dokurken, gezinirken zaman zaman yolu Romanya gibi Osmanlı bakiyesi ülkeler kuşağına düşer. Burada kökleriyle buluşur. Bilhassa Romanya'da Türkler, Tatarlar gibi Müslüman unsurlar yaşamaktadır. Bükreş'e gittiği gezilerden birisinde Türk toplumuyla buluşur. Buluşma bir kandil münasebetine denk gelir ve topluluktan kendisini Bükreş Camiine götürmelerini ister. Gönlü mevlit dinlemek istemiştir. O manevi havayı yeniden solumayı arzular.

Bir defasında Salih Özcan'ın da hatırladığı gibi Nikolay Çavuşeşku kendinden maddi yardım istememeleri halinde Romanya'da İslami çalışmalar yapabileceklerini söyler. Bilindiği gibi Salih Özcan Rabıta kurucuları arasındadır.

Çok arzu etmesi üzerine Nazım Hikmet’i Bükreş Camiine götürürler. Orada ilahi nağmeler eşliğinde mevlit dinler, gönlü coşar ve kendisinden geçer. Maneviyattan uzak günlerine mi yanar bilinmez. Sonra bu buluşma sonucu bir ara fenalaşır ve kendinden geçer ve kendisini cami avlusunda bulunan banklar üzerine yatırmalarını söyler. Burada kendisine gelmeye çalışır. Yanındaki Türk heyeti de istenileni yapar ve sonra yavaş yavaş kendisine gelir. Belki bu kendinden geçme faslında ve seansında Marks-Lenin yerine yeniden Mevlana’nın karaltısı ile buluşmuş olmalıdır.

İçinde kopan fırtınaları bilmiyoruz.

Nazım Hikmet'in manevi özlemini ve hasretini ilk ben yazmıştım. 1988 yılında olmalı Ankara'ya gelen bir Romanya heyetine rehberlik etmiştim. Nazım'ın hasretini ilk onlardan duymuştum. Lakin İbrahim Refik adlı yazar Tarih Şuuruna Doğru kitabının ciltleri arasında olayın mahrecini silikleştirmiştir. Miri malı gibi üzerine konmuş ve kendisine mal etmiştir. Sonra da haberini yıllar sonra Karar gazetesinde gördüm. İlk defa hikayesini o heyette bulunan türkolog ve tarihçi Mustafa Mehmet dile getirmiştir.

Nazım Hikmet kayıp yıllarını manevi özlemle geçirmiş olmalıdır. Keşke aramızdan hiç ayrılmasaydı. Hasret karşılıklı kalsaydı. Kendi gök kubbemizde hoş bir seda bıraksaydı.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.