İnsan dünyada mükemmeli arar ama bulamaz. Zira şer ile hayır sarmal bir haldedir. Buradan da bulanıklık doğar. İnsan noksanlık ile maluldür. Bu dünya mahza yani katıksız iyilik diyarı olsaydı öte dünyaya belki de gerek kalmazdı. Ama Cenab-ı Hak öte dünyayı bu dünyaya bina etmiştir. Bu dünyanın sağlaması ahirettir. Süper insanı arayan ve yazan Alman filozofu Friedrich Nietzsche başka eserlerinde bu söylemini ret ve inkar eder. Güç İradesi (istenci) adlı eserinde insandaki zafiyet noktasını teşhis eder ve ‘zorunlu olarak eşyanın kötü karakterini ve yüzünü anlayamaması ve keşfedememesidir’ der. Burada adeta hayır ve şerrin birbirine bağlı olduğunu ve şer olmadan hayrın kazanılamayacağını söylemek ister. İyilik adeta kötülükte gizlenmiştir. Araplar buna ‘şerrun la budde minhu/vazgeçilmez, gerekli şer’ dererler. Bu şerri benimsemek olmasa gerek. Nietzsche, ‘ insan hayatta genellikle işlerin olumsuz yönlerini veya zorluklarını hesaba katmadığı için sıkıntı çeker’ demektedir. Akabinde şunları yazar: “Eşyanın olumsuz yönleri gelişme, eğitim ve olumlu yönlerin keşfinde önemli bir rol oynar.” Şer hayra köprüdür. Mesela kimi filozoflar veya sufiler ’ bu güzel ahlaki nereden öğrendin?’ sorusuna şöyle cevap verirler ‘kötülerden öğrendim. Bu sayede ahlakın gereğini ve ona olan ihtiyacımızı keşfettim.” Olumsuz durumlar ve meydan okumalar yine insana krizler ve zor durumlar karşısında nasıl davranacağını öğretir. Kötülüklerle yüzleşme onu daha dirençli ve bilinçli hale getirir. Zorluklar sırasında mutlu olmayı öğrenir ve başarıları takdir eder.
Bu yönü gözden kaçırmak, zorluklar karşısındaki insanın çöküntüsünü artırır. Zira zor zamanlar için sınanmamış ve olumsuz deneyimlerden ders çıkarmamıştır.
‘Böyle Buyurdu Zerdüşt’ adlı eserinde Nietzsche şöyle demektedir: “İnsanlardan ahlaken katıksız ve halis olmak isteyen birisi mutlaka bulanık sularda yıkanmasını bilmelidir. Hayırda şer de net değil. Veya birbirinin içine sinmiş, gizlenmiş boyuttadır. Nietzsche kitabının bir yerinde şunları söylemektedir: Ahlaki temizliğe riayet etmek isteyen ya da bozuk bir ortamda, toplumda temiz kalmak isteyen kimse, zor bir seçimle karşı karşıyadır. Adeta muhali talep eder. Bozuk bir toplum içinde ve meydan okumalarla dolu bir ortamda temiz kalabilmek için gerçekçi bir biçimde bu kötülüklerle yüzleşmesi gerekmektedir. Bu güç ve cesaret ister. Fesada ve bozukluğa sürüklenmeden temizliğini korumaya çalışmalıdır. Bu da kirli ve bulanık sularda yüzme becerisi gerektirir. Temizliği arzu eden insanın bu kötülük dalgalarını geçmesi ve kötü deneyimleri atlaması ve bundan ders alması gerekir. Zira kötülükler gerçek bir hayatın parçasıdır. Olmazsa olmazıdır. Nietzsche dünyada mutlak temizliğin mümkün olmadığını ancak insanın nispi ve izafi temizliği koruyabileceğini söylemektedir. Böylece göreceli saflık teorisini ortaya atar.
Farklı kültürlerden gelseler de bu şer analizi Bediüzzaman ile Nietzsche arasında bizi bazı ortak noktalara götürür. Göreceli saflık teorisine karşılık Bediüzzaman da bu dünyada mutlak adaletin nadiren olabileceğini, nispi ve izafi adaletin ise yaygın olduğunu haber verir.
Etnik saflık da böyledir. CNN’in naklettiğine göre 5000 yıl önce Mısır’da ve Mısır halkında yüzde 20 nispetinde Türk kanı bulunmaktadır. Bu veriyi değerlendiren dostumuz Cemal Sultan şöyle demektedir: Bu durumda Mısır ya da Firavunların ari bir ırka ve etnik olarak halis ve katıksız bir gene sahip olduğu meselesi bir masaldan ibaret gözükmektedir.
Adalet-i Mahza: Tam adalet demektir. Yani bir ferdin hakkını, bütün insanlar için de olsa, feda etmeyen adalettir. Örneğin: Bir gemide dokuz cani bir masum olsa o gemi batırılamaz. İşte bu Cenab-i Allah’ın adaletindendir. Adalet-i mahza, kimsenin hakkına tecavüz etmemeyi esas alır. Bütün insanların faydası için de olsa bir masumun hakkı çiğnenmez. Keza, “Bir insanın bir tek sıfatı masum olsa, bütün sıfatları da cani olsa, o tek sıfatın hakkı diğerleri yüzünden zayi edilemez.” Çünkü adalet-i mahzaya uygun düşmez.
Bediüzzaman şöyle buyurur: “Adalet-i mahza-i Kur’aniye; bir masumun hayatını ve kanını, hatta umum beşer için de olsa, heder etmez. İkisi nazar-ı kudrette bir olduğu gibi, nazar-ı adalette de birdir.”
Kudret-i İlahiyenin yanında bir insanı yaratmakla, bütün insanları yaratmak arasında fark olmadığı gibi; İlahi adaletinde de, bir insanın hukuku ile bütün insanların hukuku arasında fark yoktur.
Adalet-i İzafiye ise toplumun selameti için ferdin hakkı feda edilebilen görüştür. Yani azın çoğa feda eden veya bunu göze alan adalet anlayışıdır. Bu görüşe göre dokuz caninin cezalandırılması için bir masum feda edilebilir. Bu da adalet-i mahzaya, yani Allah’ın mutlak adaletine ters düşer. Eski Fas Kralı İkinci Hasan kimi Maliki ulemasından menkul olarak bir toplumun üçte ikisinin saadeti veya selameti için üçte birinin feda edilebileceğini söylemiştir. Abdusselam Yasin Maliki ulemasına nispet edilen bu fetvayı ‘cehennem fetvası’ demiştir (Bu konu, İslam Ya da Tufan kitabında irdelenmiştir) .
Katıksız hayır arayan kimseler ve zümreler dengeleri hesap edemeyerek istemeden de olsa şerre düşebilir. Hayrı arayıp bulmak da manevi sermaye ve hikmet gerektirir.