Ali Şeriati'nin ‘Dine Karşı Din’ diye meşhur bir eseri vardır. Burada dinin negatif kullanılmasına dair örnekler verilir. Din pozitif ve yapıcı bir davranış modelini ihtiva eder. Lakin öteki din suretinde gelişen sahte kopyası ise insanlara bozgunculuğa ve tahribata iter. Telkin eder. Her şey zıddı ile kaimdir. Bu itibarla Mesih'in karşılığı Deccal olarak tezahür eder. Birbirlerinin karşı ağırlığını üretirler. En kestirme yol, dini dinle yıkmaktır. Arapların meşhur deyimlerinden birisi 'la yefillu'l hadide illa el hadidu' ifadesidir. Yani demir ancak demirle dövülür. Demir hem zehir hem de panzehirdir. Moğolların Mısır önlerine geldikleri ve kapılarına dayandıkları bir ortamda olduğu gibi. Karşılarına Türk kökenli olan Memlüklüler çıkar. Bunun üzerine Mısırlı şairler durumu şöyle dile getirirler. Bir kavim ki, hem zehirleri hem de panzehirleri kendilerindendir. Moğolların Türk olup olmadıkları tartışma götürür bir husustur. Türk olduklarını varsayalım, konfeksiyon (hazır giyim) gibi üzerlerine oturur. Sahte dinin panzehiri hakiki dindir.
Esasında dine karşı din fikri Ali Şeriati’den çok önce bilinen bir gerçektir ve literatüre girmiştir. Lakin insanların birçoğu bunu ondan öğrenmiştir. Suriyeli ulemadan Muhammed Avvame'yi dinliyordum. Bu meseleye temas etti ve Arapların bu yöndeki bir kullanımını veya deyimini hatırlattı. La takteu rese'n dini illa seyfüddin. Yani dinin başı yine ancak din kılıcıyla vurulur. Din ancak din yoluyla tahrip edilebilir ve yıkılabilir. Aksi de doğrudur. Sahte dini ancak gerçeği doğrultabilir.
1980'li yıllarda henüz Osmanlı bakiyesi alimler hayattan çekilmemişti. Bunlardan bazıları ‘isami’ olarak anılan otodidakt tiplerdi. Bunlardan birisi de Bolulu Ekrem Doğanay hoca idi. Hakses gibi mecmularda yazardı ve titiz bir hocaydı. Çizgisinden taviz vermezdi. Bazı unutulan deyimleri literatüre yeniden sokardı. Şimdi o çizgide yeni isimler pek göremiyoruz. Belki eski alıcı atmosfer de kalmadı. O çizgiyi temsil eden yadigar isimler arasında Ali Değermenci, İbrahim Cücük gibi hocalar kaldı. Bunların ortak özellikleri amatör ruh taşmalarıdır. Yani daima taze kalmalarıdır. Merhum Ahmet Davudoğlu çizgisine yakın dururlar.
Aylık Baran dergisinde Ali Değermenci ile yapılan Modernizm ve Dinde Tahrifat Üzerine başlıklı bir mülakat okudum. Onun heyecanı ve duruluğu beni de sardı. Samimi havası beni de etkiledi. Kitap kitabın ihtiyacını ortadan kaldırmaz veya öteki kitaba olan ihtiyacı savmaz denilir. El hak doğrudur. Yine Kur'an ‘favka külli zi ilmin alim/Her bilenin üzerinde bir bilen vardır’ buyurmuştur. Silsile-i meratip Allah’a kadar uzanır. Diğerlerinin mertebesi alt düzeyde kalır. Bediüzzaman ve Suruş'un kullandığı bir deyim burada da geçerlidir. İn alimte şey'en fatetke eşya. Bir şeyi bilsen birçok şeyi de kaçırırsın. Bu açıdan ehli tahkik de olmak gerekir. Her buluntuyu heybeye atmamak gerekir. Aksi halde gece oduncusuna (hatibu leyl) olmaktan kurtulamazsınız. Mesela Ali Değermenci'nin yaptığı nakillerden birisine ‘fihi nazar (çekincemiz var) demek zorundayız. Muhammed Abduh'un Cemaladdin Afgani'ye gönderdiği varsayılan buluntu bir mektubunda şöyle dediğini aktarıyor: "Bu dinin boynunu yine dinin kılıcıyla vuracağız..." Bu çok ağır bir isnat ve ithamdır. Bunu ancak bir zındık söyler. Bu yönde meşrep saikinin insanı gayrete getirmesi yanlış olur. Dine Karşı Din kitabının yazarı Ali Şeriati'ye göre ise Afgani dinin hakiki veçhesini temsil etmektedir. Afgani, Muhammed Abduh ve Reşid Rıza ekolüyle veya ekolleriyle alakalı benim de çekincelerim var. Lakin hadis literatüründe vicade her ne kadar geçerli ve makbul ise de burada sakil kaçıyor.
Burada Muhammed Abduh'un dini yıkmak için Cemaleddin Afgani ile el ele vermesini içiren ibare güvene haiz olamaz. İlim ehli insaf ehlidir ve ihtiyatı elden bırakmaz. Muhammed Abduh ile ispatlı veriler üzerinden hesaplaşabilirsiniz lakin bunu gece oduncuların yöntemiyle yapamazsınız. Yapmamak da gerekir. Aksi halde bu da Dine Karşı Din yönteminin bir parçası olur. Kaçınmak istediğiniz şeyin içine düşersiniz.