Mustafa İslamoğlu, Cübbeli Ahmet Hoca ve Bediüzzaman'ın uyarısı

Ahmet AY

Mustafa İslamoğlu, Cübbeli Ahmet Hoca ve Bediüzzaman'ın uyarısı

Son zamanlarda Mustafa İslamoğlu Hoca ile Cübbeli Ahmet Hoca arasındaki sürtüşmeler, gerginlikler sizin de dikkatinizi çekiyor mu, bilmem. Fakat benim cidden dikkatimi çekiyor. Hem dikkatimi çekmekten öte, huzurumu kaçırıyor. "Yahu senin ne alakan var bu yaşananlarla, sen Nur talebesisin?" demeyin. Şu İslam âleminin "bir binanın tuğlaları" gibi olduğuna inancımız, fikrimizde hakikat, ama kalbimizde yalan değilse; böyle hissetmem normal. Nihayetinde çatışan tarafların ikisi de, kendi mesleklerince, Kur'an'a hizmet etmeye çalışıyorlar. İnsanlara bir şeyler anlatmanın çok zor olduğu bir zamanda, zor bir davanın hizmetini deruhte ediyorlar. Ben de bu nedenle emanetin taşınması esnasında güçlü omuzlarıyla Müslümanlara yardımcı olan her iki hocamıza da taraftarım. Ömürlerinin selametle ve sıhhatle devamına duacıyım. Her sözlerinin altına imzamı atamasam da, her görüşlerine katılmasam da, bu zor zamanlarda aynı cephede mücadele verdiğim her insanın hayatı için duacıyım.

Hem ikisini de şu veya bu şekilde dinlemek nasip oldu. Görmek, uzaktan da olsa tanımak nasip oldu. Televizyonların dışında başka şekillerde de sözlerini işittim, dinledim. Elhamdülillah, her ikisinden de çokça istifade ettim. (Bazen de fikirlerine katılmadım, içimde eleştirdim.) Allah razı olsun. Lakin bu son günlerde yaşanan gerginlikler, hakikatin incinmesi adına ve bir yeni fitnenin zuhuru ihtimaline binaen beni korkutuyor.
Malum, hakikat bir renk değil. Birçok farklı rengi var. Tasavvuf dahi İslam'ın bir rengidir, fakat onun dahi başka başka tonları var. Kadirîsi var, Nakşîsi var, Rufaîsi var, Şazelîsi var, Mevlevîsi var... Var, var... Daha başkaları da var. Hem hiç tasavvuf yoluna girmedikleri halde hakikatin izinden gidenler, Marifetullah’a erenler var. Kalbi ile yolculuk edenler var, aklı ile arkadaşlık etmeyi sevenler var... Gizli zikri tercih edenler var, cehrî zikre meyyal olanlar var. Var, var, yine var. Hem hiç zikir yoluna meyyal olmayıp tefekkürle, salt tefekkürle bile hakikatin peşinde koşanlar var. Hem tefekkür, hem zikir yapanlar var. Tefekkürle zikri birleştirenler var. Var, var, onlar da var. Daha neler neler var. Sekir halindeki sözlerinden dolayı asılan, fakat bugün velayetlerini iade ettiğimiz insanlar var.

İslam'ın bu çok renkli ve çok sesli dünyasında kendi rengimize hapsolmak, dahası kendi rengimizi ehl-i sünnetin tek rengi sanmak çok büyük bir hatadır. Vaktiyle Cübbeli Ahmet Hoca'mızın, bazı ifadelerinden dolayı Bediüzzaman Hazretlerini önce Haber Türk'te biraz eleştirip daha sonra araştırmaları sonucu hakikati fark ederek Moral FM'den ve Lalegül FM'den ortak yayınlanan bir radyo programında cümlelerini tashih etmesi, çok manidar, çok hakikatli ve çok hoş bir hareketti. Ehl-i sünnet âlimi nasıl olmalı, çoklara gösterdi. İşte hak yolunun yolcuları böyle hakka taraftar olmalılar. İnsan hata yapabilir, ancak bir mümin hatasının tashih eder, tevbe eder, hakikate döner... Ahmet Hoca'nın bu tavrı, bugün de hepimize, herkese örnek olmalı.

Fakat aynı Cübbeli Ahmet Hoca'nın sevenleri tarafından, belki kendisinin dahli bile olmadan, belki ona bile danışılmadan şu günlerde girilen bir yol var ki, beni hakikaten endişeye sevk ediyor. "Acaba gizli hasımlarımız iki kanaat önderini birbirleriyle mücadeleye mi sürükleyecek? Böyle bir çatışma çıkararak yine bir kazanç mı elde edecekler?" diye korkulara gark ediyor. Zira biliyoruz, ta eskilerden beri bu meyil onlarda vardır. Bizi çatıştırmak, savaştırmak âdetleridir. Bediüzzaman'ın, Kastamonu Lahikası'ndaki bir mektubunda, böyle bir fitnenin zuhurunu engellemek için talebelerine itidal tavsiye etmesi, hem kendisine ilişen o hocalarına karşı saygısızlık yapmaktan uzak durmayı emir vermesi, şu günlerde her iki hocamızın da sevenlerinin hatırlaması gereken şeyler. Hatta orada Bediüzzaman, geleceğe dair şöyle de bir tahminde bulunuyor:

"İstanbul’da malum itiraz hâdisesi ima ediyor ki; ileride, meşrebini çok beğe¬nen bazı zâtlar ve hodgâm bazı sofi-meşrepler ve nefs-i emmaresini tam öldür¬meyen ve hubb-u cah vartasından kurtulmayan bazı ehl-i irşad ve ehl-i hak, Ri¬sale-i Nur’a ve şakirtlerine karşı kendi meşreplerini ve mesleklerinin revacını ve etbâlarının hüsn-ü teveccühlerini muhafaza niyetiyle itiraz edecekler; belki deh¬şetli mukabele etmek ihtimali var. Böyle hadiselerin vukuunda, bizlere, itidâl-i dem ve sarsılmamak ve adavete girmemek ve o muarız taifenin de rüesalarını çürütmemek gerektir."

Evet, Bediüzzaman'ın yaptığı bu tespitin haklılığını ben, bugünlerde, işte bu iki cemaatin nizası esnasında da görüyor, hissediyorum. Her iki cemaatin de etki alanı birbirine yakın olduğundan ve bu nedenle cemaatlerin arasında birinden diğerine teveccüh anlamında kaymalar olduğundan, adam kaybeden ve mürşidi bulunduğu kalabalığın azaldığını hisseden taraf, diğer tarafa, bazen insafı dahi elden bırakarak eleştiri yöneltebiliyor. O böyle eleştirince de, diğeri, yine aynı sertlikte ve belki daha da beter şekilde cevaplar veriyor. Ve bu böyle sürüp gidiyor... Olan yine cemaatin rüzgâra çabuk kapılan fertlerine oluyor. Çünkü cemaatin bu fertleri, kanaat önderlerinin arasındaki gerginlikte akl-ı selim ile düşünmektense, hislerine taraftar olmayı tercih ettiklerinden, habire birbirlerinin gıybetini ediyorlar.

Halbuki İslam'ın ilk dönemlerinde meslekleri farklı olanların dahi birbirlerine böyle saldırdıklarını görmüyoruz. Mesela bir İmam-ı Şafii, hiçbir zaman İmam-ı Azam'ın hatırasına hürmetsizlik etmiyor. Hatta anlatılır ki; türbesini ziyaret ettiğinde, namazını, kendi mezhebine göre değil; Hanefi mezhebine göre kılıyor. Bununla İmam-ı Azam'ın makamını ne denli takdir ettiğini, onu ne denli sevdiğini gösteriyor. Fakat bizler yok muyuz? Şeyhlerimiz uçmasa da, onları uçururuz. Belki de Mustafa Hoca ve Ahmet Hoca arasında başlayan bu gerginlikte de, avam taraftarlar, hocalarının hiç taraftar olmadığı ve belki haberlerinin dahi olmadığı işlere girişiyorlar. Birbirlerinin hatalarını bulup ortaya çıkarmaya çalışıyorlar.
Bir de öyle videolar dolaşıyor ki internette, sanırsınız 28 Şubat süreci yeniden yaşanıyor. O zamanlar Fethullah Gülen Hocaefendi'nin, Cübbeli Ahmet Hoca'nın vaazlarını kesip kesip, önü başı olmadan suç unsuru gibi yayınlayanlar; bugün de aynı şeyi Mustafa İslamoğlu ve Cübbeli Ahmet Hoca arasındaki gerginlikten faydalanarak yapıyorlar. Cümlelerinin başını, sonunu kesip; sanki saatlerce süren konuşma o cümleden ibaretmiş gibi, ya da daha kötüsü; muhataplarının hayatları o cümlenin üzerine bina edilmiş gibi birbirlerine gönderiyorlar, yayınlıyorlar, tahrik ediyorlar. Sağda solda "falancanın gerçek yüzü" başlıkları altında paylaşıyorlar. Halbuki ne alaka? Bir insanın koca bir ömürde yaptığı şeyler, bir cümleyle tarif edilir mi? Bu nasıl bir insafsızlık?

Bence şu an her iki tarafın da kanaat önderlerine düşen, cemaatlerine itidal tavsiye etmek. Tıpkı yıllar önce Bediüzzaman'ın kendi sevenlerine yaptığı gibi... Yoksa Allah korusun, bir fitne uyandırılacak! Ve belki zaten buna çalışılıyor. Belki iki cemaatin içine de bir yerlerden sızma var. Planlar yapılmış, işleme konmuş... Allah korusun, kim emin olabilir? Bu nedenle itidalin hemen ve şiddetle tavsiye edilmesi; hatta başka âkil insanlar tarafından her iki cemaatin de uyarılması şart oluyor. Yoksa daha evvel bir meczubun cinayetiyle Mahmut Efendi cemaatini karıştırmak isteyenler, yine bir meczubun elinden bir başkasına zarar verebilirler. Bence böyle bir plan da vardır. Komplo teorisi değil bu. İki taraf da suçlamalarında daha dikkatli olmalıdır. Allah cümle fitnecilerin şerrinden bizleri korusun, amin.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.