Müspet hareket

Kadir AYTAR

Müspet hareket nedir?   

Müspet hareket, doğru ve isabetli hareket etmektir. Böyle bir hareketin temelinde ise, feraset, feragat, kendine güven, sabır, tamir, insaf, adalet, yardım, sevgi, olumlu ve pozitif düşünce yatmaktadır. Müspet hareket, aynı zamanda cihattır ve mukteza-yı hâle mutabık hareket etmektir. Müspet harekette, başta Allah’ın emirlerine, daha sonra da toplumca kabul gören genel nizam ve kanunlara uygunluk vardır. Bozgunculuğa, tahrip ve tecavüze asla yer yoktur.

Müspet hareketin kaynağı

Müspet hareketi pozitif düşünce besler. Her şeyin iyi tarafına bakan, yani bardağın boş tarafına değil de dolu tarafına bakan bir anlayışı kazandırmak gerekiyor. Pozitif düşünen bir insan; gerçekçidir, çözüm üretmeye yöneliktir, alternatifler geliştirir, kalıpları zorlar, değişime ayak uydurur, uzlaşmacıdır, özgür düşünür, kararlı adımlar atar ve başarmayı hedefler. 

Fakat içinde bulunduğumuz 21. yüzyıldaki her alandaki hızlı değişimler, düşünce sistemimizi zorlamaktadır. Çünkü zihin yapımız, korkunç hızdaki değişimleri fark etmek, anlamak, buna uyum sağlamak, çözüm üretmek ve geleceği yapılandırmak için hızlı karar vermek, ayrıca bu kararları hızla uygulamaya koymak durumundadır. Yorucu olan bu sürekli değişim insanda, iç çatışma, stres, depresyon, tatminsizlik, moral bozukluğu ve motivasyon düşüklüğü gibi durumlara sebep olmaktadır. Böylesine olumsuz şartlarda moral değerlerin aynı hız ve canlılıkta gündemde tutulması gereklidir. Sosyal hayatta yaşanan menfîliklerin en aza indirgenmesi ve çoğunluğun saadetini hedef alan müspet bir hayat tarzının seçilmesi buna bağlıdır.
Dünyada zulüm, tahrip ve tecavüzlerle dolu görünen menfîliklere, duygu ve kabiliyetleri sınırsız olan insanların taşkınlıklarına dur diyecek birtakım nizam ve kurallara ihtiyaç vardır. Yüce Allah, her zaman bu ihtiyacı karşılamış, insanlara indirdiği semavî kitaplarla ve gönderdiği peygamberlerle başıboş olmadıklarını, birtakım kurallara tabi olduklarını ve sorumluluklarını sürekli hatırlatmıştır.

Sorumluluğunu bilen, Allah’ın emirlerine ve ilâhî nizama uyan bir kimse, müspet hareket tarzını benimser, canlı veya cansız hiçbir varlığın hukukuna tecavüz edemez, onlar hakkında yanlış düşünemez ve kötülüklerini isteyemez.

İslamın yanlış imajı

Bugün İslam toplulukları, müspet hareketin kaynağı olan İslam dininin prensiplerinden bir hayli uzak yaşamaktadırlar. Tembellik, ümitsizlik, az gelişmişlik ve menfî olan birçok davranış biçimleri, dış dünyanın, İslam hakkındaki düşüncelerini olumsuz yönde etkilemekte ve yanlış imaj bırakmaktadır. Bugün İslamın terörle birlikte anılır olmasının asıl sorumlusu aldanmış ve aldatılmış birtakım Müslümanlardır.

Bir Müslüman her şeyden önce taşıdığı misyonun bilincinde olmalıdır. İslamı temsil ettiğini hiçbir zaman unutmamalıdır. Kur’an’ı bir bütün olarak öğrenmeli, hissî ve kendi başına hareket etmekten kaçınmalıdır. Yapacağı her bir hareketin sonunun nereye varacağını iyi hesap etmelidir.

11 Eylül saldırısı gibi saldırılar, İslama kara çalmaktan başka bir işe yaramaz. Tamamen hissî bir harekettir. Binlerce masum insanın ölümüne sebep olan bir saldırıya, İslamın müsaade etmesi imkansızdır. İslam, bir tek masumun hakkını bile zayi etmemektedir. Bu saldırıda birtakım gizli planlarların işlediği ve gizli oyunların oynanmış olduğu ve suçun Müslümanlar üzerine yıkılmaya çalışıldığı açıktır. Nitekim 11 Eylül saldırısı bahane edilerek Büyük Ortadoğu Projesini gerçekleştirmek üzere önce işgale, ardından Ortadoğu’nun petrol kaynakları sömürülmeye başlanmıştır. Bugün işgale uğrayan topraklara getirilen vahşî demokrasi sayesinde, Müslümanlar katil Saddam’ı bile arar duruma düşmüşlerdir. Halbuki her bir Müslüman, bilinçli bir şekilde doğru İslamiyeti kendi hayatında yaşayarak gösterebilmiş olsa, nurlu İslam hakikatleri parlak bir imajla herkesi hayran bırakacaktır.

Bediüzzaman ve Müspet Hareket

Çağımızda İslama getirdiği farklı yorumlarla dikkatleri üzerine çeken, bu nedenle de İslama düşman olan iç ve dış güçlerin hedefi haline gelen, sürgün, mahkum, mahpus ve çilekeş Bediüzzaman, birçok tahrik faaliyetlerine rağmen müspet hareket etmekten vazgeçmemiş, İslamiyetin hakiki temsilcisi ve Peygamber Efendimizin hakiki vârisi olduğunu göstermiştir.

Sık sık; “Menfi hareketten Kur'ân bizi men ediyor." diyen Bediüzzaman; “Bizim vazifemiz müspet  hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler âsâyişi muhafazayı netice veren müspet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.” tavsiyesinde bulunmaktadır.

Bu tavsiyesine harfiyen uyduğunu da şu ifadelerinden anlıyoruz:
“Ben eskiden beri tahakküme ve terzile karşı boyun eğmemişim. Hayatımda tahakkümü kaldırmadığım, birçok hadiselerle sabit olmuş. Meselâ, Rusya'da kumandana ayağa kalkmamak, Divan-ı Harb-i Örfîde idam tehdidine karşı mahkemedeki paşaların suallerine beş para ehemmiyet vermediğim gibi, dört kumandanlara karşı bu tavrım, tahakkümlere boyun eğmediğimi gösteriyor. Fakat bu otuz senedir müspet hareket etmek, menfî hareket etmemek ve vazife-i İlâhiyeye karışmamak hakikati için, bana karşı yapılan muamelelere sabırla, rıza ile mukabele ettim. Cercis Aleyhisselâm gibi ve Bedir, Uhud muharebelerinde çok cefa çekenler gibi, sabır ve rıza ile karşıladım. (1)

Gerek gizli münafıkların oyunları ile ve gerekse başka sebeplerle birbiriyle boğuşanların, müspet hareket edemeyeceklerini (2) söyleyen Bediüzzaman, müspet hareket etmekle hem gizli münafıkların planlarını bozduklarını, hem de iman hizmetini genişlettiklerini dile getirmektedir.

Şeyh Said’in isyana destek teklifini, “Yaptığınız mücadele kardeşi kardeşe öldürtmektir ve neticesizdir. Türk milleti İslâmiyete bayraktarlık etmiş, dini uğrunda yüz binlerle, milyonlarla şehid vermiş ve milyonlar veli yetiştirmiştir. Binaenaleyh kahraman ve fedakar İslam müdafiilerinin torunlarına, yani Türk milletine kılınç çekilmez ve ben de çekmem.” (3) sözleriyle reddeden ve “Bin Şeyh Said kadar kuvvetimiz de olsa, biz yine müspet hareket edeceğiz. Asayişi muhafazaya çalışacağız.” diyen Bediüzzaman, hariçteki cihatla, dahildeki cihadı kesin hatlarıyla ayırır:

“Haricî tecavüze karşı kuvvetle mukabele edilir. Çünkü düşmanın malı, çoluk çocuğu ganimet hükmüne geçer. Dahilde ise öyle değildir. Dâhildeki hareket, müspet bir şekilde mânevî tahribata karşı mânevî, ihlâs sırrıyla hareket etmektir. … Biz bütün kuvvetimizle dahilde ancak âsâyişi muhafaza için müspet  hareket edeceğiz. Bu zamanda dahil ve hariçteki cihad-ı mâneviyedeki fark pek azîmdir.” (4)

Hariçteki düşmana karşı hareket tarzı elbette kuvvetle karşı koyarak müdafaa şeklinde olacaktır. Bizim inancımızda ve geleneğimizde düşmanın pis çizmeleri altında zilletle yaşamaktansa, izzetle ölmek vardır. Son kişi kalana ve kanının son damlasına kadar mücadeleyi bırakmamak vardır.

I. Dünya Savaşında gönüllü alay kumandanı olarak talebeleriyle birlikte hiç tereddüt etmeden ülke savunmasını yapan gazi ve hürriyet kahramanı Bediüzzaman, Rusya’da esir iken bile İslamın asalet ve vakarına yakışır tarzda davranmaktan geri durmamıştır.

Esirleri teftişe gelen Rus Kumandanı Nikola Nikolaviç’in karşısında herkes korkudan ayağa kalkarak el pençe divan durdukları halde o, “Ben Müslüman âlimiyim. Kalbimde iman vardır. Kendisinde iman olan bir şahıs, imanı olmayan şahıstan efdaldir. Ben ona kıyam etseydim, mukaddesatıma hürmetsizlik yapmış olurdum. Onun için ben kıyam etmedim." (5) diyerek  istifini bile bozmadan oturmuştur.

Bediüzzaman, Rus kumandanının karşısında ayağa kalktığı zaman bütün mukaddesatının ve İslam âleminin rencide olacağını biliyordu. Dolayısı ile temsil ettiği inanç ve değerlerin bilincinde bir hareket tarzını, ölümü bile göze alarak seçmesi müspet bir harekettir. Onun bu faziletli davranışını sonunda düşman bile fark edip takdir etmiş ve af dilemiştir.

Ülke dahilinde huzur ve asayişi bozacak hareketlerden kaçınılması, görevli asker ve polislere yardımcı olunması gerekir. Asker ve polis düşmanımız değil, aksine bizim kardeşlerimiz ve çocuklarımızdır. Ülkede yaşayan halk da bizim halkımızdır. İmanlı bir kimsenin asayişi bozmak gibi bir işi olamaz. İslamiyet ve iman, emniyetten, adaletten ve barıştan yanadır.

Bir milletin ve devletin bütünlüğü ortak değerlerle, birlik ve beraberlikle sağlanabilir. Aradaki ayrılık sebepleri ortak noktalarda birleşmek suretiyle karşılıklı hoşgörü ve anlayışla telafi edilebilir. Bu birlik sağlanamazsa barış ortamı yok olur, kaos ve anarşi ortamı oluşur. Bu da dış düşmanların arayıp da bulamayacakları bir ortamdır.

İslam kahramanı ve âlimi Bediüzzaman, harice karşı yıkılmaz bir kale gibi dururken içeride asayişin temini için, “Dahilde kılıç çekilmez.” (6) diyerek emir kulu bir askere itaat etmiştir. Bunun sebebi de asayişsizlik yüzünden zarar görecek binlerce masuma şefkat ettiği içindir. Onun bu davranışı, anarşi ortamını arzu edenlerin heveslerini kursaklarında bırakmıştır.

Dahilde birbirlerine kılıç çekecek olanlar kardeştir. İnsanların kardeşlerine kılıç çekmesi kadar acı bir şey olamaz. 12 Eylül 1980 öncesinde bunu canlı olarak yaşadık. O acı günleri hiç kimse bir daha yaşamak istemez. İhtiyacımız olan asayiş, karşılıklı öldürerek, vurarak ve kırarak sağlanamaz. Yapılan maddî ve manevî tahribata karşı, Müslümana yakışır bir tarzda yapıcı ve müspet davranarak yediden yetmişe herkesin asayişe katkıda bulunması elzemdir. Aksi takdirde esaret ve zillete yol açmış oluruz. 

Haksızlıklar karşısında susmamak

Bir haksızlık olduğunda kişinin konuşması veya başkalarının tecavüzlerine karşı canı pahasına da olsa kendisini savunması en doğal hakkıdır.

Bilindiği üzere “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” (Hadis-i Şerif) Haksızlık zaten menfi bir harekettir. Bunun müspet olan karşılığı ise, haksızlığa karşı koymaktır. Bunu yaparken de insaflı davranılmalıdır. Haklı iken haksız durumlara düşülmemelidir.

Bir haksızlık görüldüğü zaman güç yetiyorsa elle, yetmiyorsa dille, o da olmuyorsa kalple buğz etmek gerekir. Buğz etmek bir zaaftır. Bu zaaf zulme ve haksızlığa davetiye çıkartacağından bir an önce kurtulunması lazımdır. Günümüzde, dayanışma ve müspet gücün sembolü haline gelen sivil toplum örgütleri, insanların bu zaaflarını telafi edebilmelidir.

İnsanlar sömürülmek, aldatılmak ve köleleşmek istemiyorsa, haklarını öğrenmeli ve sonuna kadar savunmalıdır. Tabi bütün bunlar, meşru dairenin dışına çıkılmadan yapılmalıdır. 

Peygamberimiz ve müspet hareket

Peygamberimizin ahlakı, yaşayışı ve hareket tarzı Kur’an’a göredir. Kur’an menfî bir hareketi emretmeyeceğine göre, Peygamberimizin hayatı baştan sona müspettir.

Peygamber Efendimizin (a.s.m.) savaş sırasında düşmana karşı olabildiğince sert, barış sırasında da oldukça nazik ve yumuşak bir tavır sergilediği görülmektedir. Kendisine her türlü eza ve cefa edenlere beddua yerine dua etmesi, İslâm'ın bir hoşgörü dini olduğunu açıkça göstermektedir.

Peygamberimiz; kaba davranana yumuşaklıkla muamele etmeyi, vermeyene vermeyi, hayırlı işler yapmayı, şerli işlerden vazgeçmeyi, öfkeye hakim olmayı, intikama gücü yettiği halde affedici davranmayı, katı davranmamayı, güçlük çıkarmamayı, öğretici ve kolaylaştırıcı olmayı, fitnelerden uzak durmayı, musibetlere karşı sabretmeyi, insanlarla sürtüşmekten sakınmayı, doğru yolda olmayı ve orta yolu tutmayı ümmetine tavsiye etmiştir. Son derece menfî bir ortamda sabırla başlattığı İslamın müspet hareket tarzı ile yüz âlimin yüz senede yapamayacağı bir işi yaparak asrını saadet asrına çevirmiştir. (7)

Sonuç

Dünyada, özellikle İslam dünyasında vahşet, kan ve gözyaşı dinmemektedir. Bu gidişin durup dururken değişeceğini beklemek yanlış olur. Çünkü bu vahşeti yapanlar, hiçbir kural tanımamaktadırlar. Ellerindeki tahrif edilmiş ve kutsiyeti kalmamış değerlerle yollarını şaşırmış oldukları çok açıktır. Onlar, hayatı bir mücadele olarak ve hedefe ulaşacak her yolu meşru olarak gördüklerinden “vuracaksın, öldüreceksin, alacaksın” mantığına göre hareket etmektedirler. Buna çözüm getirecek değerler şüphesiz İslamdadır. Ama İslam toplulukları bu değerleri, hayata geçiremedikleri için ne kendileri, ne de başkaları gereği gibi faydalanamamaktadır.

Müslümanların İslam esaslarına bağlılıkları ile oluşacak hürriyet ortamında gerek ilmî ve teknolojik, gerekse maddî ve manevî alanlarda büyük gelişmeler sağlayacakları muhakkaktır. Maddî ve Manevî yöndeki gelişmeler, insanları olgunlaştıracak ve etrafına daha müspet ve hoşgörülü bir bakış açısıyla bakmalarını sağlayacaktır. Müspet hareketin kazandıracağı güven ortamı ile insanlar arasındaki samimi ilişkiler, başta iman birliğini, ülke birliğini, İslam birliğini beraberinde getirecektir. Dünya birliğinin da bu alt yapıya çok ihtiyacı olduğu açıkça hissedilmekte ve görülmektedir.

Kaynaklar:
1- Nursî, Bediüzzaman Said, Emirdağ Lâhikası II, s: 455, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul.
2- Nursî, Bediüzzaman Said, 22. Mektup  259, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul.       
3- Nursî, Bediüzzaman Said, Beyanat ve Tenvirler, s: 137, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul.       
4- Nursî, Bediüzzaman Said, Emirdağ Lâhikası II, s: 456, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul.
5- Nursî, Bediüzzaman Said, Şualar 449, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul.
6- Nursî, Bediüzzaman Said, Şualar 315, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul.
7- Cami‘ü’s-Sağir: 36 [25], 144 [242], 300 [612], 482 [1018], 543 [1158], 741 [1574], 1069 [2344],

kadiraytar@risalehaber.com

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.