Müslüman liberal olabilir mi?(2)

Ahmet NAS

Bugün, ‘Müslüman Liberal olabilir mi?’ sorusuna cevap bulmaya çalışacağım. Aslında, soruyu tersinden de sorabiliriz? Liberal, Müslüman olabilir mi?

Her iki soruda da bir ön yargı bulunmaktadır. Ve zımni olarak, Müslüman ve liberalin, önce bir birine zıt iki ayrı dünya görüşünü temsil eden kişileri tavsif ettiğini kabul etmekte, sonra da bu iki ayrı dünya görüşü sahiplerinin, aynı çevreyi paylaşabilip paylaşamayacağını sormaktadır.

Bu ön yargı yerine, liberalizmin ve İslamiyetin ne olduğunu birer cümle ile özetlemeye çalışarak yola çıkalım. İslamiyet, içinde akletmeyi de barındıran ve fakat hükümlerini vahye dayandıran ilahi hükümler mecmuasıdır. Liberalizm ise, aklı eksenine alan ve fakat ilahi hükümleri de akıl ile tartan dünyevi bir ideolojidir.

Bu kısa tarifte özetlemeye çalıştığım şey, İslamiyetin bir din olduğu, liberalizmin ise bir ideoloji olduğudur. Dolayısıyla, bu yazıda dinin çok geniş olan kapsama alanını, bir ideolojinin sınırlı kapsama alanı ile karşılaştırmanın abes olduğunu vurgulamalıyım.

Farklı anlam kümelerini içinde barındırmasına rağmen, ikisinin de dünyevi bir sorunu çözmek konusunda, ilkelerini karşılaştırmak mümkündür. Söz gelimi İslamiyetin ekonomik sahaya ilişkin ilkeleri nelerdir? Liberalizmin ekonomik ilkeleri nelerdir? sorusunu sormak ve cevaplamaya çalışmak, anlamlı bir çabadır.

Yine liberalizmin, devlet aygıtı karşısındaki duruşu ile, dinin devlet aygıtı karşısındaki duruşu arasında karşılaştırmalar yapmak, hatta bazı kavramları ödünç almak mümkündür.

Bediüzzaman, tarih boyunca, felsefenin, dinle barışık olması halinde insanlığın parlak devirler geçirdiğini belirtmektedir.

Bu karşılaştırmayı, liberalizm ile ilgili de yapabiliriz. Liberalizm, dayandığı akli sonuçları, vahyin hükümleri ile çatışma biçimine sokarsa, liberalizm ayrı bir yolda, İslamiyet ayrı bir yolda gider. Dinle barışık felsefe gibi liberalizm de vahiyle barışık giderse, bu insanlığın dünyevi selameti bakımından daha hayırlı bir sonuç verebilir.

Liberalizm hakkında özet bir bilgi vermek, yukarıdaki noktaları karşılaştırmaya yardımcı olabilir.
Fransız ihtilalinin kökeninde üç önemli kavram vardır. Liberte (serbestlik), freternite (kardeşlik) ve egalite (kardeşlik). Bunlardan liberte, liberal düşüncenin kaynakları arasındadır. Bireycilik, özgürlük ve eşitlik ilkelerinden yola çıkan liberalizm, bir aydınlanma felsefesi ürünüdür. Aydınlanma felsefesinin ürünü olması, yer yer onu, bütün aydınlanma ideolojileri ile paralel sonuçlara götürmüştür.

Bir ideoloji bir siyasal düşünce olmasına rağmen, liberalizm, daha çok iktisadi teorilere dayandığından dolayı kapitalizmle paralel bir düşünce yapısı olarak algılanmıştır. Gerçekten de liberalizmin ilk yüzyılı, kapitalist süreçlerle anılır. Bu yüzden liberal düşünce yapısı ilk kuruluş yüzyılında, ‘daha az devletçi daha çok bireyci’ olmasına rağmen, yol açtığı kapitalist süreçlerden dolayı, bir yandan bireyci, öte yandan devletçi bir görünümdedir.

Bu çelişki, yani hem devletçi hem de bireyci olması daha çok birey menfaatine ilişkindir. Devlet, bireyin menfaatlerini korumak, geliştirmek ve daha çok büyütmekle meşgul olmalıydı. Bireyin menfaatleri ne kadar geliştirilirse, toplumun menfaatleri de o denli büyüyecek ve sonuçta devletin çıkarları büyümüş olacaktı.

Böylece, sonuçta devletin çıkarlarını büyütmeyi hedefleyecek şekilde bir birey hakkından söz edilebilirdi. Son tahlilde, söz konusu olan, birey de olsa devlet de olsa fayda, ana eksendeydi. Menfaatler, daha çok ekonomik olanlardı. Zira fayda olmadan ekonomik özgürlük, ekonomik özgürlük olmadan bireysel mülkiyet, bunların hepsi olmadan da mutluluk olamazdı.(J.Bentham) Mutluluk dediğimiz, bireysel mutluluktu. Bireysel mutluluğun temelinde de hazz vardı. Devletin amacı, bireysel hazzı maksimize etmekti.(J.S.Mill)

Bireysel hazzı gaye edinmek, bireysel hazzı maksimize etmek, hazzcılıkla sonuçlanmış ve bu güne geldiğimizde insanoğlu, zevki uğruna yapmayacağı bir şey kalmamıştır. Hatta, işkence ve insan öldürmeyi bile zevkleri arasına almıştır. Bu gün gelinen noktada, hazzcılık ‘her şey zevk için’ şeklinde sloganlaştırılmaktadır.

Tam da burada, Bediüzzaman’ın bu günkü batı medeniyetinin gayesi olarak, ‘nefsin hevesatlarını arttırmak’ ve ‘hacat-ı beşeriyeyi tezyid için bazı lehviyat’ olarak tespit etmesini hatırlamak gerekir.

Bireysel hazz dediğimiz kişisel menfaatler, herkese kafi gelmediğinden dolayı, çatışma ve kriz ortamlarının doğması kaçınılmazdır. Nitekim dünya savaşları bu fikrin bir sonucudur. 1929, 1970 ve 2008 yılından beri bütün dünyayı etkisi altın alan finansal ve ekonomik kriz, yine aşırı tüketim ve aşırı üretim anlayışının bir krizidir.

Yine 20. asır öncesi döneminde liberalizm, her ne kadar devletin müdahalesine karşı dursa da, devletin, iktisadi güçler arasında tarafsız kalmasını savunarak, küçük sermaye ve emeğe karşı gittikçe büyüyen kapitalist sermayenin ezici gücüne karşı hiçbir şey yapmamıştır. Hatta, ‘Laissezfaire, laissepasse’’Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler’ diyerek, kapitalist düşünce yapısının oluşumuna zemin hazırlamıştır.

Sonuçta, ulus-devletin daha belirleyici olduğu, kapitalin belli kişilerde toplanması, sermaye ile emek arasındaki uçurumun daha da arttığı bir dünya kuruldu.
Bu gün geldiğimiz noktada, liberalizm denince, daha çok özgürlük, daha az devlet, daha çok demokrasi gibi kulağa hoş gelen söylemlerle beraber, eşcinsel evlilik, mutlak bir kadın-erkek eşitliği gibi sevimsiz özgürlük söylemleri de mevcuttur. Bunun yanında, çılgınca tüketim özgürlüğü, kapitalizmin üçüncü dünya ülkelerine karşı saldırısına karşı liberal düşüncenin diyeceği çok fazla bir şey yoktur.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.