Yahudi Kindarlığı

Prof. Dr. Musa Kazım YILMAZ

Müminlerin annesi Safiyye validemiz anlatıyor: “Ben babam Huyyey b. Ahtab ile amcam Ebû Yâsir b. Ahtab’ın en sevdikleri çocuğuydum. Bir yere gittiklerinde mutlaka beni de yanlarına alırlardı. Resûlüllah (sav) Medine’ye geldiklerinde Kubâ’da, Benû Amr b. Avf ailesine misafir olmuştu. Haberi alır almaz babam ve amcam erkenden Resûlüllah’In yanına girdiler. Ben de onları dışarda bekliyordum. O kadar uzun kaldılar ki, gün batımıyla çıktılar. Fakat Resûlüllah’ın yanından çıktıklarında onları çok yorgun ve bitkin bir şekilde gördüm. Biraz tereddüt ettimse de her zamanki gibi onların kucağına koştum, fakat kederlerinden hiç biri benimle ilgilenmedi. Adeta dayak yemiş gibiydiler.” [1]

“Kendi aralarında konuşurken duydum. Amcam Ebû Yâsir babama, ‘Yani o gerçekten o mudur, diyorsun?’ diye sordu. Babam, ‘Evet, vallahi onun ta kendisidir’ dedi. Amcam, ‘Peki, onu tanıyıp tespit ettin, öyle mi?’ diye sordu. Babam, ‘Evet, bunda kuşku yoktur” dedi. Amcam, Peki, ne yapmayı düşünüyorsun? dedi. Babam, ‘Hayatta kaldığım sürece ona adavet edeceğim’ dedi.”[2]

Bâbil Kralı Buhtunnasır’ın Kudüs’ü işgal edip Süleyman Mâbedi’ni yıkmasından sonra [M.Ö. 586] buradan çıkarılan Yahudiler Hicaz bölgesine gelip yerleşmişlerdi. Şüphesiz Yahudilerin Hicaz bölgesine göç etmelerinde sadece Buhtunnasır’ın baskısından kaçış rol oynamamış, son peygamberin Yesrib’e hicret edeceğinin kutsal kitaplarında yer alması da etkili olmuştu.[3] Hicaz’a gelen Yahudiler, Yesrib, Hayber ve Vâdi’l-Kurâ’ya yerleştiler. Ve “Son peygamber bizim çocuklarımızdan biri olabilir” diyerek hep beklenti içinde kaldılar. Yahudilerin en seçkin kabileleri Benû Kurayza, Benû Nâdir ve Benû Kaynuka Yahudileri, Medine’nin çevresinde kaleler inşa ederek oralarda yaşamaya başladılar. Safiyye validemizin babası Huyyey b. Ahtab, Medine civarındaki bir kalede yaşayan Benû Nâdir kabilesinin kralıydı.

Medine’li Ensar’dan bazıları şöyle dediler: “Resûlüllah (sav) Medine’ye geldiklerinde hemen ona icabet ettik ve Müslüman olduk. Ancak Yahudiler, ‘Bu adama inanmayın, bu yalancıdır. Yesrib’e hicret edecek son peygamber bu değildir. Son peygamber bizden çıkacaktır’ demeye başladılar. İşte Bakara Suresinin şu ayeti bizler ve onlar hakkında nazil oldu. Allah şöyle buyurdu: “Onlara Allah katından ellerindekini (Tevrat’ı) doğrulayan bir kitap gelince, daha önce kâfirlere karşı zafer isterlerken işte şimdi bilip tanıdıkları (o Kur’an) kendilerine gelince onu inkâr ettiler. Allah’ın lâneti böyle inkârcılaradır.[4]

Yahudilerin imana gelmelerine engel olan tek şey, kalplerinde büyüyen haset idi. Medine’ye hicret eden Hz. Peygamber’i gördüklerinde, Tevrat’ta işaretlerini gördükleri halde onu bile bile inkâr ettiler. Bu da hasetten başka bir şey değildi. Yahudiler iman etmemekle kalmadılar, Araplarla olan dostluklarını devreye sokarak Müslümanları küfre döndürmek için birçok dolaplar çevirdiler. Bazılarının münafık olmalarına sebep oldular. Nitekim münafıkların reisi kabul edilen Hazreç kabilesinin reisi Abdullah b. Übey, Benî Kaynuka Yahudileriyle sıkı fıkı ilişki içindeydi. Allah onların kin ve hasetten dolayı Müslümanları nasıl putperestliğe döndürmek istediklerini şu ayetiyle bildiriyor: “Ehl-i kitap olanların çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki haset duygusundan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler.”[5]

Aslında Yahudiler Allah’ın düşmanlarıdır. Çünkü Allah’ın mesajını peygamberlere getiren Cebrail’in düşmanıdırlar. Onlara göre Cebrail vahiy meleği değil savaş ve kıtlık meleğidir. Bu yüzden ona düşmandırlar. Allah onların bu saçma görüşlerine işareten şöyle buyuruyor: “Söyle (yahudilere): Cebrâil’e kim düşmansa bilsin ki, Allah’ın izniyle önce gelen kitapları doğrulayıcı, müminler için bir hidayet rehberi ve müjdeci olarak Kur’an’ı senin kalbine indiren odur.”[6] Sadece bu da değil, Allah’ın gönderdiği elçileri öldürdüler. Zekeriyya Peygamberin oğlu Yahya’yı (MÖ:5. Yıl) öldürüp kafasını da bir fahişeye gönderdiler. Keza Hz. İsa’yı çarmıha gerip öldürmek için planlar yaptılar, ama Hz. İsa (as) Allah tarafından göğe yükseltildi. Neden bizim çocuklarımız peygamber olmadı diye kendi kavimlerinden olan peygamberleri dahi öldürecek kadar kin ve adavetleri büyük olan Yahudi milleti Hz. Peygamber’e ve Müslümanlara neler yapmazlar?

Hz. İbrahim’in oğlu İshak’tan itibaren İsrail oğullarından peş peşe çok sayıda peygamber gelmiştir. Allah böyle bir şerefle onları şereflendirmiş, Hz. Musa ile onları medenî bir millet haline getirmiştir. Ama ırkçılık yapmaları, Allah’ın elçilerine eziyet etmeleri ve onları öldürmeleri sebebiyle Allah onlara gazap etmiş ve birkaç kez katliama maruz kalmışlardır. Yine de uslanmadılar. Son peygamberin de kendi soylarından gelmesini ve onunla şereflenmeyi beklediler. Bunun için Hicaz’a göç ettiler. Fakat son peygamberin kendilerinden olmadığını gözleriyle müşahede ettiklerinde haset ve kindarlıktan gözleri döndü.

Allah Kur’an’da onların bu hasetlerine şöyle atıfta bulunuyor: “Allah’ın, kullarından dilediğine peygamberlik ihsan etmesini kıskandıkları için Allah’ın indirdiğini inkâr ederek kendilerini harcamaları ne kötü! Böylece onlar gazap üstüne gazaba uğradılar. Kuşkusuz Kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır.”[7]

Yahudiler Allah’ın rahmetinin ve nimetinin kendilerine mahsus olduğunu sanıyorlar. Allah bizden başka kimseye fazlını ve keremini ihsan etmez diye düşünüyorlar. Yahudi kavminin müstesna bir şekilde yaratılan bir kavim olduğunu iddia ediyorlar. Oysa Allah kimi elçi olarak göndereceğine ancak kendisi karar verir. Bu konu hakkında Allah şöyle buyuruyor: “Ehl-i Kitap’tan olan kâfirler ve putperestler rabbinizden size iyi bir şey indirilmesini istemezler. Hâlbuki Allah rahmetini ancak dilediğine tahsis eder. Allah büyük lütuf sahibidir.[8]

Hatta Müslümanlara ihsan edilen bazı şaâir-i diniyeyi bile kıskanırlar. Resûl-i Ekrem (sav) de şöyle buyuruyor: (إنَّ اليهودَ قومٌ حُسَّدٌ ، و إنهم لا يحسدونَنا على شيٍء كما يَحْسُدُونَا على السَّلامِ ، و على آمين) “Yahudiler hasut bir kavimdir. Birbirimize selam vermemizi ve duaya ‘Âmin’ dememizi kıskandıkları kadar hiçbir şeyimizi kıskanmazlar.”[9]

Haset, kindarlık ve düşmanlık onların ruhlarına ve tabiatlarına işlemiştir. Benî Kurayza Yahudilerinden 700 kişinin Sa’d b. Muaz’ın hakemliğiyle ihanet suçundan öldürülmeleri bu düşmanlığı zirveye çıkarmıştır. Eğer Medine sözleşmesiyle sağlanan barış anlaşmasına imza atan Yahudiler, Hendek savaşında ihanet edip Müslümanları arkadan vurmasalardı bu felaket başlarına gelmeyecekti. Yahudilerin Hz. Peygamber’e bu kadar haset etmeleri ve Müslümanlara bu kadar düşmanca davranışları bir hakikati de ortaya koyuyor. O da Hz. Muhammed’in (sav) son peygamber olduğunu bilmeleridir. Gün ortasında güneş ne kadar açık ve belli ise, onlar da Muhammed’in (sav) son peygamber olduğunu o kadar biliyorlardı.

Safiyye validemizin dediklerine geri dönelim: Amcası babasına ne demişti: “O gerçekten o mudur?” demişti. Babası Huyey b. Ahtab ne demişti: “Evet, vallahi ta kendisidir” demişti. Nitekim Allah da şöyle buyuruyor: “Kendilerine kitap verdiklerimiz onu kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Yine de içlerinden bir grup bile bile gerçeği saklıyorlar.”[10] Bir diğer ayette Allah, Yahudilerin Hz. Peygamber’e iman etmemekle kendilerini bile bile harcadıklarını ve ziyan ettiklerini şöyle buyuruyor: “Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini ziyan edenlere gelince, işte onlar [bile bile] inanmazlar.”[11]

Bir gün Resûlüllah (sav) bir gölgede oturan Yahudi topluluğunun yanından geçti ve onlara şöyle dedi: “Ey Yahudiler, yazıklar olsun size... Kendisinden başka ilah bulunmayan Allah’a kasem ederim ki, siz benim hak peygamber olduğumu ve size hakkı getirdiğimi biliyorsunuz. Yazık size, iman edin.[12] Onlar ise, her zaman dedikleri gibi, “Hayır Ya Eba’l-Kasım, son peygamber henüz gelmedi” dediler.

Kindarlık ve hasetten kendi kendilerini harcamaya karar veren Yahudiler tarih boyunca başta Müslümanlar olmak üzere İnsanları birbirine düşürmeyi, güçleri yettiğinde onları imha etmeyi hayatlarının prensibi haline getirdiler. Bugün İsrail’in Gazze’de yaptığı soykırım tarihin tekerrüründen başka bir şey değildir. Kudüs Yahudi krallığı defalarca bugünkü gibi katliamlar yapmıştır. Kur’an-ı Kerim de onların iki kez yeryüzünde bozgunculuk yapacaklarını haber vermiştir. [İsra, 4-8]

Yahudilerin yaptığı soykırımı bir tarafa bırakacak olursak asıl trajedi, hem askeri hem ekonomik açıdan İsrail’den kat kat güçlü olan Müslümanların bu katliama seyirci kalmalarıdır. Bu vebal taşınabilecek bir vebal değildir. Müslümanların bu sorumsuzluğu, başlarına büyük ve umumi bir belanın gelmesine sebep olabilir.

[1] İbn Hişâm, Siret, 1/519; Beyrut, 1983.

[2] İbn Hişâm, Siret, a.y.

[3] TDV İslam Ansiklopedisi, Medine maddesi.

[4] Bakara, 2/89.

[5] Bakara, 2/109.

[6] Bakara, 2/98.

[7] Bakara, 2/90.

[8] Bakara, 2/105

[9] İbn Maceh, İkâmet, 14.

[10] Bakara, 2/146.

[11] Enâm, 6/20.

[12] Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 45.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (21)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.