Hayvancılığın ve ticaretin tek geçim kaynağı olduğu Osmanlı döneminde bazı insanlar hayvan yetiştirir, bazıları da yetiştiricilerin hayvanlarını satın alarak celeplik, yani hayvan ticareti yaparlardı. Hayvanlarını önlerine katarak, belde belde dolaşır ve onları satmaya çalışırlardı. Ancak böyle tüccarları zorlu günler bekliyordu. Çünkü gece gündüz yollarda oldukları için, sıcak havalarda bir sıkıntı yaşamasalar da yağışlı ve soğuk havalarda hem kendilerini hem de havanlarını misafir edecek bir ev sahibi bulmak zorundaydılar.
İşte böyle soğuk ve yağışlı bir havada hayvan tüccarı Hacı Ahmed Ağa Kilis'ten Halep’e hayvan satmaya gitmişti. Akşamüzeri elli koyunuyla birlikte Halep kentine varmıştı, ancak tam da kentin sınırlarına vardığı sıralarda çok şiddetli bir yağmur yağıyordu. Hem yağmur hem karanlık, göz gözü görmüyordu. Bu yüzden bir an önce hem kendisi için hem hayvanları için kalacak bir yer bulmak zorundaydı.
Yağmurdan sırılsıklam olan Hacı Ahmed daha fazla yağmur altında kalmadan hemen şehrin kenar mahallesinde bulunan bir evin kapısına dayandı ve kapıyı çalmaya başladı. İşin aksi yanı bu evde çok fakir bir aile yaşıyordu. Ev sahibi Memduh Efendi, arkasında elli koyunla kapıya dayanmış olan Hacı Ahmet Ağayı karşısında görünce önce şaşırdı, sonra toparlanarak misafirini içeri aldı, Hayvanlarını da avluda bulunan üstü kapalı ağıla koydu.
Ev pek kalabalık sayılmazdı. Ev sahibi Memduh Efendi, eşi Fıtnat hanım ve çocukları Selman vardı. Memduh önce misafirine ayakyolunu gösterip akşam namazı için hazırlık yapmasını istedi. Fıtnat Hanım, sadece kendileri için pişirmiş olduğu akşam yemeğine misafir için de biraz ilavede bulundu. O akşam hep beraber akşam yemeğini yediler. Hacı Ahmed Ağa Kilis’ten geldiğini ve celeplik yaptığını, ancak zaman zaman hayvanlarıyla birlikte bazı aksilikler yaşadığını anlattı.
Uzun kış gecelerinden biriydi. Karşılıklı sohbetler birbirini izledi. Herkes başından geçen öyküleri anlatıyordu. Nihayet yatma vakti gelmişti. Evde üç oda vardı. Odalardan birisi hem mutfak hem kiler olarak kullanılıyordu. Bir odada Memduh Bey ve eşi yatıyorlardı. Bir odada da çocukları Selman yatıyordu. Misafirin yatağını da Selman’ın odasına koymuşlardı. Selman’ın yatağı her geceki yerinde, pencere önüne konulmuştu. Hacı Ahmed’in yatağı da, kapıya yakın, duvarın önüne serilmişti.
Fıtnat Hanım fakir bir aileden gelmiş ve yine fakir olan Memduh Beyle evlenmişti. Çalışıp çabalamalarına rağmen bir türlü zengin olamıyorlardı. Ama Fıtnat Hanım’ın hayalinde hep başkaları gibi zengin olmak vardı. Büyük ve tükenmez bir hırsla bu hayalini her zaman canlı tutuyordu. “Acaba felek bize de bir gün güler mi?” diye düşünüp duruyordu. Akşam birden bire bahçedeki ağılda elli koyunu görünce şeytanî bir vesvese içini kemirmeye başladı.
Bir ara kocasını kilere çağırdı ve ona bir teklifte bulunup şöyle dedi: “Bak Memduh, yıllardır fakr-u zaruret içinde yaşıyoruz. Bir karın tok, on karın aç geziyoruz. Bir türlü yeterli sermaye bulup da başkaları gibi bir ticaret yapamadın. Bu gece gelen misafirle birlikte devlet kuşu da başımıza konmuş demektir. Aklını kullanman lazımdır. Bu fırsat bir daha ele geçmez. Beni dinlersen, misafirimiz uyuduktan sonra onu yatağında öldür, cenazesini bir yere gömelim. Onun bize misafir geldiğinden kimsenin haberi yoktur. Böylece elli koyun da bizim olur. Koyunları satıp kendimize sermaye yaparız.”
Fakat bugüne kadar bir sinek bile öldürmeyen Memduh Bey karısının bu fikrine sıcak bakmadı. “Nasıl olur! Ben nasıl kendi evime misafir ettiğim adamı öldürürüm? Ben adam öldüremem ki?” dedi. Ancak karısı kesin kararlıydı. Adeta gözü dönmüş, koyunların kokusu onu fena çıldırtmıştı: “Kocacığım, bu bizim son şansımız. Bu gece bu işi becerdin becerdin, becermedinse ömür boyu bu sefaleti çekmek zorunda kalacağız. Aklını kullan. Ayrıca bizim oğlumuz Selman da aynı sıkıntıları çekmeye mecbur değildir. Eğer dediğimi yaparsan hem kendi hayatımızı hem de oğlumuzun istikbalini kurtarmış oluruz.” dedi. Adam şeytana uyup çar-naçar karısının dediklerini yapmaya karar verdi.
Sohbetler bitince herkes odasına çekildi. Selman ve Haci Ahmed de yataklarına gittiler. Fakat Haci Ahmed Ağa, arada bir pencereden hayvanlara bakmak istiyordu. Bu yüzden Selman’a, “Oğlum, eviniz tenha bir yerdedir. Ne olur ne olmaz! Arada bir pencereden hayvanlara bakmak istiyorum. Seni gece rahatsız etmemek için yataklarımızı değiştirsek olur mu?” şeklinde ricada bulundu. Selman kabul etti, böylece yatakların yeri değişmiş oldu.
Herkesin derin uykuya daldığı gece yarısından sonra Fıtnat Hanım kocasını kaldırdı; keskinleştirdiği hançeri eline verdi ve “Misafirin yatağını biliyorsun. Kapının yanındadır. İçeri girer girmez hançeri kalbine sokacaksın, ben de tokmağı kafasına indireceğim.” dedi. Karı-koca kirli planlarını uygulamak üzere Selman’ın odasına yöneldiler. Selman’ın Haci Ahmed’le yer değiştirmiş olduğundan bi-haber olarak misafirin yatağı diye oğulları Selman’ın yatağının başına gittiler. Aynen planladıkları gibi Memduh hançeri göğsüne sapladı, ardından Fıtnat Hanım büyük bir hınçla tokmağı kafasına indirdi. Hemen ardından cesedini bir çarşafın içine koyup dışarıya çıkardılar. Hacı Ahmed yorgunluktan derin bir uykudaydı ve olup bitenlerin farkına varmadı.
Memduh ve karısı Ceset için çukur kazmak üzere lambayı yaktıklarında kendi çocukları olan Selman’ın cesediyle karşılaştılar. Selman’ın kanlı yüzünü gören anne, hazin bir çığlık atarak ortalığı velveleye verdi. İhanetin cezasını acil ve ağır biçimde ödemiş oldular. Evet, bazen merhametsizliğin, zalimliğin ve vicdansızlığın cezası bu dünyada erken veriliyor. Ahiretteki cezası daha da ağırdır.
Fıtnat Hanımın attığı çığlıkla, hem Haci Ahmed hem de komşular uyanmıştı. Hacı Ahmed bu vaveylaya, bu feryat ve figana bir anlam veremedi. “Ne oluyor, neden ağlıyorsunuz?” dediyse de bir cevap alamadı. Gelen komşular, oğulları Selman’ın öldürüldüğünü söylediler. Sabah olunca Hacı Ahmed, evde yaşanan telaşın gerçek sebebini öğrenemeden koyunlarıyla evden ayrıldı. Ancak keder, hüzün ve pişmanlık yıllar yılı Fıtnat hanımla Memduh beyin yakasını bırakmayacaktı.