Takva ve Güzel Ahlak

Prof. Dr. Musa Kazım YILMAZ

Takva lügat itibariyle kötülükten ve zarardan korunmak anlamında bir kelimedir. Istılahta ise, şerî emirlere uymak ve günahlardan içtinap etmektir. Başka bir deyimle, Allah’ın gazabına uğramaktan sakınmak ve ona isyan etmekten korkmaktır.[1] Hatta denilebilir ki takva, bütün iyiliklerin ana kaynağı ve bütün güzelliklerin birleştiği bir noktadır. İbnü’l-Arabî’ye göre takva kelimesinin Kur’an’da sıkça tekrar edilmesinin sebebi Allah’ın takvaya verdiği önemdir.[2]

Bediüzzaman Kastamonu Lahikasında, takva ve amel-i salih kavramları hakkında, Risale-i Nurun o güzel üslubuyla enfes bir tahlil yapıyor. Mektubun başında Bu mektub gayet ehemmiyetlidir kaydını koyduktan sonra özetle şöyle diyor:

Aziz, sıddık kardeşlerim! Bugünlerde Kur’an-ı Hakîm’in nazarında imandan sonra en ziyade esas tutulan takva ve amel-i sâlih esaslarını düşündüm. Takva, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek ve amel-i sâlih, emir dairesinde hareket etmek ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def’-i şer, celb-i nef’a racih olmakla beraber; bu tahribat ve sefahet ve cazibedar hevesat zamanında takva olan def’-i mefasid ve terk-i kebair üss-ül esas olup, büyük bir rüchaniyet kesbetmiş.”

“Hem takva içinde bir nevi amel-i sâlih de var. Çünki bir haramın terki vâcibdir. Bir vâcibi işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takva, böyle zamanlarda, binler günahın tehacümünde bir tek içtinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vâcib işlenmiş oluyor.”[3]

Takva sahibi bir insan aynı zamanda güzel ahlak sahibidir. İbn Kayyim el-Cevziyye, ahlakın tanımını yapmamış; ancak ahlakı, güzel ahlak ve çirkin ahlak diye iki kısma ayırmıştır. Özetle şöyle der: “Çirkin ahlakın aslı kibir, zillet ve alçaklıktır. Güzel ahlakın aslı ise takva, yani Allah’a karşı gelmekten sakınmak ve O’na saygılı olmaktır.[4]

Buradan ve daha önce geçen Bediüzzaman’ın takva ile ilgili sözlerinden anlaşıldığına göre İslam’ın öngördüğü ahlakın, öncelikle hakiki bir imanla eşlik etmesi gerekir. Sadece insan seciyesinin ve vicdanın bir gereği olarak güzel davranışlarda bulunmak yeterli değildir. Hakiki imandan maksadımız, insanın Allah’ı isim ve sıfatlarıyla tanıması ve O’nu sevmesidir. Allah’ı sevmenin işareti de, takvaya ulaşmak için Resûlüllah’ın (s) getirdiği din-i İslam’ı benimsemek ve onun izinden gitmektir.

Nitekim Allah şöyle buyuruyor: (قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللَّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللَّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ) “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir."[5] Bu ayette Allah’ın elçisine uymanın, Allah sevgisinin ayrılmaz bir parçası olduğu vurgulanmıştır.

Bediüzzaman bu ayette i’câzlı bir îcâz olduğunu söylüyor ve şöyle diyor: “Çünkü çok cümleler bu üç cümlenin içinde derç edilmiştir. Şöyle ki: Şu âyet diyor ki: Allah’a (celle celâluhu) imanınız varsa, elbette Allah’ı seveceksiniz. Madem Allah’ı seversiniz; Allah’ın sevdiği tarzı yapacaksınız. Onun sevdiği tarz ise: Allah’ın sevdiği zâta benzemelisiniz. Ona benzemek ise, ona ittibâ etmektir. Ne vakit ona ittibâ etseniz, Allah da sizi sevecek.”[6]

Tıpkı bir mantık önermesi gibi, Allah şöyle demek istiyor: “Eğer Allah’ı seviyorsanız onun elçisine mutlaka tabi olmanız gerekir. Eğer onun elçisine uymuyorsanız, Allah’ı sevmek yolundaki iddianız yalandır.” Sonuç olarak, Resûlullah’ın (s) getirdiği sistemi benimsemek ve ona tabi olmak, Allah’ın sevgisine ve mağfiretine mazhar olmanın ön şartı olarak kabul edilmiştir.

Kur’an birçok ayette, ahlak ve takva arasındaki ilişkiye dikkat çekmektedir. Aşağıdaki ayet, bu konuda önemli bir örnektir:

Kendilerine mehir tayin ederek evlendiğiniz kadınları, temas etmeden boşarsanız, tayin ettiğiniz mehrin yarısı onların hakkıdır. Ancak kadınların vazgeçmesi veya nikâh bağı elinde bulunan (velinin) vazgeçmesi hali müstesnadır. Affetmeniz (mahirden vazgeçmeniz) takvaya daha uygundur. Aranızda iyilik ve ihsanı unutmayın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görür.”[7]

Bu ayetten önceki ayetlerden anlaşıldığına göre cinsel ilişkiden önce boşanmış kadın için daha önceden bir mehir miktarı belirlenmiş olursa koca bunun yarısını ödemekle yükümlüdür. Boşayan veya boşanan tarafın malî ve psikolojik durumu farklı tavır ve davranışlar gerektirebilir. Bu sebeple bu ayette taraflar bağışlamaya ve hoşgörüye, birbirlerine lütufkâr davranmaya teşvik edilmişlerdir. Bu teşvik kadın açısından –kocasının durum ve şartlarına bakarak– alacağını azaltma veya bağışlamaya, koca tarafından ise daha fazlasını vermeye yöneliktir. Ayette “Affetmeniz takvaya daha uygundur. Aranızdaki iyilik ve ihsanı unutmayın” buyrularak takvaya, yani üstün ahlak örneğine dikkat çekilmiştir.

Allah şöyle buyuruyor: (وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَىٰ وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ) “İyilik ve takva hususunda yardımlaşın; günah ve haksızlık yolunda yardımlaşmayın.”[8]

Bu, Maide Suresi 2. ayetinin son kısmıdır. Ayetin ilk kısmında dinin kutsal değerlerinin çiğnenmesi yasaklanmış, ardından intikam duygularının insan haklarına tecavüze sebep olmaması gerektiği bildirilmiştir. Son kısımda ise, Müslümanların birr ve takva hususunda birbirlerine yardım etmeleri, günah işlemek, intikam almak, düşmanlık gütmek, insan haklarını çiğnemek gibi amaçlara yönelik faaliyetlerinde birbirlerine yardım etmemeleri ve Allah’a karşı saygılı olmaları emredilmiştir.[9]

Esasen samimi ve sadakat içinde, ihlasla ve temiz bir kalp ile inanmak birri, takvayı, dünya ve ahiret için yararlı olan işleri de içine almaktadır. Peygamber (a.s) (أَلدٌينُ اَلنٌصِيحَةُ. قِيلَ لِمَنْ يَا رَسُولَ اللهِ؟ قَالَ لِلهِ وَلِكِتَابِهِ وَلِرَسُولِهِ وَلِأَئِمَّةِ الْمُسْلِمِينَ وَعَامتِهِمْ) “Dinin samimiyettir” buyurdu. Kendisine, “Kime karşı samimi olmaktır ey Allah’ın elçisi?” denildi. Resûlüllah (s), “Allah’a karşı, onun kitabına karşı, onun elçisine, Müslümanların liderlerine ve bütün Müslümanlara karşı samimi olmaktır” buyurdu.[10]

Bazıları bu hadise, “Din nasihattir” şeklinde hatalı bir mana veriyorlar. Oysa bu hadis dinin tümünün samimiyetten ibaret olduğunu ifade ediyor. Eğer bir mümin Allah’a, onun kitabı olan Kur’an’a ve Müslümanlara karşı samimi olursa birre ve takvaya ulaşması kolaylaşır. Yani dinde samimi olmak, dinin özünü oluşturuyor.

[1] İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, (Dârü’t-Tunusiyye, 1404/1984), I: 226.

[2] İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, I: 228.

[3] Kastamonu Lahikası, s. 148.

[4]Ebû Abdullah Eyyub İbn Kayyim el-Cevziyye, el-Fevâid, (Riyad: Müessesetu Süleyman er-Racihî, ts.), s. 209.

[5] Al-i İmran, 3: 31.

[6] Lemalar, 11. Lema, onuncu Nükte.

[7] Bakara, 2: 237.

[8] Maide, 4: 2.

[9] Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, II: 208.

[10]Buhârî, ‘’İman’’ 42.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.