Sad B. Muaz (r.a) ve kabir

Prof. Dr. Musa Kazım YILMAZ

Medineli Müslümanlardan olan Sa’d b. Mua’z ashabı kiramın meşhurlarındandır. İsmi, Sa’d b. Muaz b. Nu’man el-Ensârîdir. Evs kabilesindendir. Annesi Kebşe bt. Râfi’dir. Künyesi Ebû Amr, lâkabı Seyyid-ül-Evs’dir. Yaklaşık olarak (M. 590) senesinde Yesrib’te (Medine’de) doğdu. Hicretin 5. Yılında (M. 627) Hendek Savaşında kolundan yaralandı ve 37 yaşında şehit oldu. Müslüman olmadan önce, Medine’de bulunan Evs kabilesinden Eşhel oğullarının reisi idi. Evs kabilesi içinde Abd-ül-Eşheloğulları, çok zengin ve itibarlı olup, Sa’d b. Muaz’ın sözlerini derhal kabul ederler ve ona tâbi olurlardı. Bu bakımdan kabile içerisinde en ileri gelen bir kimse olarak kabul edilirdi.

Mekke’deki Dostu

Sa’d b. Muaz’ın Mekke’de çok samimi bir dostu vardı: Ebû Leheb… Her yıl kendisi hediyelerle Mekke’ye gider, onu ziyaret ederdi. Ebû Leheb de yine hediyelerle Yesrib’e gelir onu ziyaret ederdi. Henüz Müslüman olmadan önce bir gün Mekke’ye, dostu Ebû Leheb’in evine gitti. Yemekten sonra, “Dostum, Mekke’de Muhammed adında biri peygamberliğini ilan etmiş, doğru mu?” dedi. Ebû Leheb, “Evet doğru” dedi. Sa’d, “Peki, onunla samimiyetin var mı?” dedi. Ebû Leheb, “Maalesef o sihirbaz benim yeğenimdir ve onunla düşmanız” dedi. Bunun üzerine Sa’d şöyle dedi:

Bak dostum, eğer o zat senin yeğenin ise, dinine girmesen de ona düşman olmaman gerekir. Çünkü ulu orta herkes peygamberliğini ilan edemez. Bu adamda bir yetenek yoksa böyle bir şeye cesaret edemez. Diyelim ki yalancı bir peygamberdir, o zaman kendi yalanıyla kalır ve insanlara maskara olur. Ama eğer gerçekten peygamber ise onun ulaşacağı büyük şereften sen de nasibini alırsın. Bu yüzden ona düşman olmak aklın icabı değildir.

Sa’d b. Muaz’ın bu sözleri Ebû Leheb’in kafasına yattı. O sırada Mekke’de Müslümanlara boykot uygulanmış ve herkes gıda sıkıntısı çekiyordu. Ebû Leheb hurma ve diğer değerli gıdalardan oluşan bir çuvalı alıp Hz. Peygamber’in (asm) kapısını çaldı. Hz. Peygamber onu kapıda görünce şaşırdı ve, “Buyurun amca, bir arzun mu vardı?” dedi. Ebû Leheb, “Bak yeğenim, ben senin dinine girmeyeceğim ama bundan böyle senin düşmanın değilim. Kim sana düşman ise o benim de düşmanımdır. Ayrıca ne arzun varsa amcana bildir” dedi ve geri döndü. Onu gören Ebû Cehil ve avenesi, “Muhammed’in yanında ne işin vardı ey Ebû Leheb, yoksa sen de mi onun dinine girdin?” dediler. Ebû Leheb, “Hayır, ama size söylüyorum. Bundan sonra yeğenime düşmanlık yapan bana da düşmanlık yapmış sayılır” dedi.

Ebû Cehil onun Müslüman olmasından korktuğu için daha fazla ısrarcı olmadı ve sustu. Fakat bir planı vardı. Hemen yanına gitti ve, “Bak dostum, Muhammed’e git, acaba baban Abdulmuttalib şimdi cennette mi cehennemde mi, diye sor” dedi. O da gitti ve, “Yeğenim babam şimdi nerede, cennette mi yoksa cehennemde mi?” dedi. Resûl-i Ekrem (sav), “Dedem Abdulmuttalib putlara tapıyor muydu?” dedi. Ebû Leheb, “Evet, tapıyordu” dedi. Hz. Peygamber, “O zaman cehennemdedir. Eğer bana farklı bir haber getirilirse sana söylerim” dedi. Ebû Leheb bunun üzerine çok öfkelendi ve Ebû Cehillerin yanına giderek eski düşmanlığına geri döndü. Ebû Leheb zaten Müslüman olamazdı, çünkü kendisinin ve eşinin cehennemlik oldukları Tebbet Suresiyle bildirilmişti.

Sa’d b. Muaz’ın Hakemliği

Hendek Savaşından hemen sonra Benî Kureyza Yahudileri kuşatma altına alındı. Kuşatma bir ay sürdü. Sonunda Benî Kurayza Yahudileri teslim oldular. Resûlüllah (sav) haklarında verilecek hüküm için, ashaptan kendilerine bir hakem seçmelerini istedi. Yahudiler, daha önce dost oldukları ve yaralı bir şekilde revir çadırında yatmakta olan Sa’d b. Muaz’ı hakem olarak seçtiler. Onların bu isteği üzerine Peygamberimiz (sav), Yahudiler hakkında hüküm vermek üzere Sa’d b. Muaz’ı yattığı çadırından getirtti. Sa’d, Yahudilere “Ne hüküm verirsem vereyim, razı mısınız?” diye sordu. Yahudiler, “Evet, razıyız. Biz sana güveniyoruz ey Ebû Amr” dediler.

Bunun üzerine Sa’d b. Muaz, “Tevrat’a göre mi hüküm vermemi istersiniz yoksa Kur’an’a göre mi?” diye sordu. Yahudiler, “Tevrat’a göre hüküm verin” dediler. Sa’d b. Mu’az, “Bildiğiniz gibi Resûlüllah Medine’nin reisidir. Bu hususta sizinle aramızda bir sözleşme de vardır. Siz Medine’nin reisi olan Resûlüllah’a ihanet ettiniz; Tevrat’a göre ihanet edenin cezası ölümdür” dedi. Sa’d b. Muaz’ın verdiği karar göre Benî Kurayza erkeklerinin boynu vurulacak, kadın ve çocukları esir edilecek ve malları Müslümanlar arasında paylaştırılacaktı. Bu hüküm gereğince erkeklerin boynu vuruldu. Kadınlar ve çocuklar esir alınıp, mallarına el konuldu. Benî Kureyza’dan az sayda erkekler ise Müslüman olup, kurtuldular. Sa’d b. Muaz bu hükmü verince Peygamberimiz (sav) ‘Onlar hakkında Allah’ın ve Rasûlünün hükmüyle hükmettinbuyurdu.[1]

Sa’d’ın Vefatı

Saʻd b. Muaz Hendek savaşında, Kureyş müşriklerinden Hibbân b. el-Arika tarafından okla yaralanmıştı. Ok, kolundaki atar damarı kesmişti. Resûlullah (s) kolunu ateşle yaktıysa da kolu şişti ve kan tekrar akmaya başladı. Benî Kurayza hakkında hüküm verdikten sonra Kuʻaybe bt. Saʻd el-Eslemiyye’nin çadırına götürüldü. Resûlullah yarasına tekrar baktı, kan akıyordu. Bir daha kolunu kızarttı, fakat eli şişmeye devam etti; kan durmuyordu.

Bunu görünce Saʻd şöyle dua etti: “Yedi gök ve yedi yerin Rabbi olan Allah’ım! İnsanlar içinde, senin Resûlü’nü tekzib eden ve onu yurdundan çıkaran bir kavimle [Kureyş ile] savaşmak istediğim kadar hiçbir kavimle savaşmak istemiyordum. Ben tahmin ediyorum, artık bizimle onların arasında savaş sona ermiştir. Eğer hala bizimle onlar arasında savaş kalmışsa beni iyileştir; onlarla savaşayım. Eğer savaşı sona erdirmiş isen, bu yaramı patlat ve beni onunla öldür. Benî Kurayza sana, senin Resûlü’ne ve senin dostlarına düşman oldukları için onlar hakkında da gözümü aydınlattın. Sana sonsuz hamd ve sena olsun.”

Geceleyin yarası patladı, Saʻd yatıyordu; farkında değildi. Resûlullah (s), bir grup Ashabıyla birlikte onu ziyaret için yanına vardı. Üstünün beyaz bir örtü ile örtüldüğünü gördü. Saʻd uzun ve beyaz bir adamdı. Resûlullah (s) başının yanında oturdu; başını kucağına aldı ve “Allah’m! Saʻd senin yolunda cihad etti ve senin Resûlü’nü tasdik etti. O görevini yaptı. Mahlûkatın ruhunu aldığın en hayırlı alış şekliye onun ruhunu kabzeyle” dedi. Saʻd Resûlullah’ın (s) sesini işitince gözlerini açtı ve “es-Salatu ve’Selâmü Aleyke Yâ Resûlallah! Allah’n elçiliğini tebliğ ettiğine şehadet ederim.” dedi. Resûlullah (s) onun başını kucağından indirdi, sonra kalktı ve yanından ayrıldı.

Saʻd b. Muʻâz henüz ölmemişti. Resûlullah (s) evine döndü. Güneş doğduktan bir saat kadar sonra Sa’d vefat etti. Saʻd b. Muʻâz vefat ettiği zaman Cibrîl (a), başında atlastan bir sarık olduğu halde indi ve “Ya Muhammed! Sizde vefat eden bu sâlih adam kimdir? Semanın kapıları onun için açıldı ve Rahman’n arşı titredi.” dedi. Resûlullah (s) Cibril’e, “Bildiğim kadarıyla Saʻd b. Muʻâz vefat etmiştir dedi. Sonra aniden Kuʻaybe’nin çadırına doğru hızla yola çıktı; yolda elbiselerini çekiştiriyordu. Çadıra varınca Saʻd’ın vefat ettiğini gördü.

Seleme b. Harîş şöyle dedi: Biz kapıdaydık; Resûlullah’ı (s) gördük; onun arkasından gitmek istedik. Resûlullah (s) eve girdi; evde hiç kimse yoktu. Sadece Saʻd vardı ve üstü örtülüydü. Baktım, Resûlullah (s) adım adım ilerliyor. Onun ilerlediğini görünce durdum. O da bana “Dur” işareti yaptı; hemen durdum ve arkamdakileri de geri çevirdim. Resûlullah (s) bir süre durdu; sonra çıktı. Ben, “Ey Allah’ın Resûlü! Kimseyi görmedim; sadece senin ilerlediğini gördüm” dedim. Bunun üzerine Resûlullah (s), “Bir melek bana kanatlarından birini sermeden bir yerde oturamadım. Kanatlarını açınca oturdum.” dedi. Resûlullah (s) Saʻd için, “Afiyet olsun sana cennet ey Ebû Amr, afiyet olsun sana” diyordu.

Rivayete göre Sa’d’ın kabri kazılıyordu. Resûlullah (s) kabrin yanında, ayakta duruyordu. Sa’d lahdine konulunca Resûlullah’ın (s) yüzü değişti ve üç kere “Sübhanallah” dedi. Müslümanlar da tesbih getirdiler. Öyle ki, sesten Bakî mezarlığı sallandı. Sonra Resûlullah (s) üç kere tekbir getirdi. Onun Ashabı da üç kere tekbir getirdiler. Mezarlık yine sallandı. Bu durum Resûlullah’a (s) soruldu, “Ey Allah’ın Resûlü! Senin yüzünde bir değişiklik gördük; sonra üç kere tesbih getirdin. Sebebi neydi?” denildi. Resûlullah (s), “Onun kabri, arkadaşınızı sıkmaya başladı ve onu bağrına bastı. Eğer ondan kurtulacak birisi olsaydı Saʻd kurtulacaktı. Sonra Allah onu rahatlattı” buyurdu.

Bir gün Resûlüllah’a deve yününden yapılmış ve kralların giydiği bir cübbe hediye edilmişti. Resûlüllah (sav) onu giyip minbere çıktı. Minberden inince ashab yanına gidip, “Hayırlı olsun ya Resûlellah, çok güzeldir; ne kadar da sana yakışmış” dediler. Resûlüllah, “Bu cübbeyi çok mu beğendiniz?” dedi. Onlar, “Evet Ya Resûlelleh” dediler. O zaman Sa’d b. Muaz yeni vefat etmişti. Resûlüllah, “Vallahi Sa’d b. Muaz’ın cennetteki mendilleri bile bundan daha güzeldir” buyurdu. Cübbeyi çıkarıp azatlı kölesinin oğlu Usame b. Zeyd’e giydirdi. (Ensabü’l-Eşraf, Kültür Bak. Yayını, Terc. Musa K. Yılmaz).

Hz. Peygamber’in Sa‘d’ın vefatı münasebetiyle arşın titrediğini, cenazesine yetmiş bin meleğin katıldığını ve onun cennet ehlinden olduğunu belirttiği nakledilmiştir (İbn Mâceh, Muḳaddime, 11). Hadisi rivayet eden Câbir b. Abdullah titreyen şeyin “Rahmânın arşı” olduğunu belirtmiştir. (Buhârî, Menâḳıbü’l-enṣâr, 12.)

Allah bizleri Resûl-i Ekrem’in ve ashabının şefaatlerine nail eylesin.

[1] TDV İslam Ansiklopedisi, Sa’d b. Muaz maddesi.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (12)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.