Ebû Süfyân b. Hâris b. Abdülmuttalib Resûlullah’ın (s) amcasının oğlu, aynı zamanda sütkardeşiydi. Resûlüllah’ın sütannesi Halime, onu da birkaç gün emzirmişti. Ebû Süfyân Muhammed’le yaşıt idi ve peygamber olmadan önce onu çok seviyordu. Ancak Muhammed (s) peygamber olarak gönderilince Ebû Süfyân b. Hâris, hiç kimsenin asla yapmayacağı bir şekilde ona düşmanlık yapmaya başladı. Mekkeli müşriklerin Müslümanlara boykot uyguladıkları sıralarda, Müslümanları ölüme mahkûm eden İslam düşmanlarının yanında yer aldı. Bir lokma ekmeği bile Resûlüllah’tan ve onun arkadaşlarından esirgedi.
Ebu Süfyân b. Hâris düşman tarafında yer alarak, boykotun şartları gereğince Benî Hâşim’in mahallesine asla girmedi. Bununla da kalmadı; Resûlullah’ı ve Ashabını şiirleriyle hicvetti ve onlara ağır hakaretlerde bulundu. Böylece Ebû Süfyan b. Hâris 20 yıl Resûlullah’ın (s) düşmanı olarak müşriklerin tarafında kaldı. Müslümanları hicvediyor, Müslümanlar da onu hicvediyorlardı. Resûlullah (s) ile savaşmak için müşriklerin gittiği hiçbir savaştan geri kalmazdı. Bedir, Uhud ve diğerleri… Bütün savaşlara katılarak Hz. Peygamber ve arkadaşlarıyla savaştı. Mekke Fethinden önce, yani Resûlullah (s) henüz fetih yolunda iken Allah’ın fazlıyla kalbi, İslam dinine ısınmaya başladı. Bundan sonrasını kendisinden dinleyelim:
Ebû Süfyân b. Haris’in kendisi anlatıyor:
Bir gün başımı iki avucumun arasına alarak kendi nefsime: “İslâm istikrarlı bir konuma gelmiş ve Arabistan’ı kuşatmıştır. Artık bu saatten sonra kiminle arkadaş olabilirsin ki?” dedim ve Medine’ye, Peygamber’in yanına gitmeye karar verdim. Eşimin ve çocuklarımın yanına geldim ve onlara, “Çıkış için hazırlanın; Muhammed’in bize baskın yapması yakındır.” dedim. Eşim bana, “Yazıklar olsun sana… Sen Arapların ve Acemlerin eninde sonunda Muhammed’e tabi olacaklarını bildiğin halde hala ona düşmanlık yapıyorsun. Oysa onun amcaoğlu ve sütkardeşisin; ona herkesten daha çok yardım etmeliydin” dedi. Niyetimi eşime ve çocuklarıma söylememiştim ama asıl amacım Medine’ye varıp Resûlüllah’tan af dilemekti.
Mezkûr adlı bir kölem vardı. Kendisine: “Çabuk birkaç deve ve bir at getir” dedim. Sonra hemen bineklerimize binip yola çıktık; Mekke’den Medine’ye gidiyorduk. Resûlüllah da büyük fetih için Medine’den Mekke’ye geliyordu. Nihayet, Resûlüllah’tan önce, bir konaklama yeri olan Ebvâ’ya vardık. Öldürülmekten korktuğum için kılık değiştirdim. Çünkü Resûlullah (s) görüldüğüm her yerde kanımın dökülmesinin helal olduğunu çoktan ilan etmişti.
Resûlullah’ın (s) Ebvâ’da sabahlayacağı gün, benden önce Müslüman olan ve Resûlullah’ın ordusunda olan oğlum Caʻfer’i buldum. İnsanlar kafileler halinde Medine’den Mekke’ye doğru ilerliyorlardı. Ben Resûlullah’ın (s) Ashabından korktuğum için bir kenara çekildim. Resûlullah’ın beni görmesini istiyordum. Resûlullah’ın (s) bineği görününce tam onun yüzünün hizasına geldim. Gözleri bana takılınca yüzünü benden çevirip başka tarafa yöneldi. Tekrar onun yüzünün bulunduğu tarafa geçtim. Birkaç kez benden yüz çevirdi. Bunun üzerine, öldürüleceğimi düşünerek uzak-yakın ve karışık düşünceler kafamı kurcalamaya başladı. Kendi kendime, “Vallahi ey Ebû Süfyân b. Hâris, artık işin bitti. Ona ulaşamadan öldürüleceksin” dedim. Bir taraftan da içimde sönük de olsa bir umut vardı. Akrabalığım sebebiyle onun iyiliğinin ve büyük merhametinin beni öldürtmeyeceğini düşünüyordum.
Müslümanlar Resûlullah’ın benden yüz çevirdiğini görünce onlar da benden yüz çevirdiler. İbn Ebû Kuhâfe (Ebû Bekr) ile karşılaştım; o da benden yüzünü çevirdi. Sonra Ömer’e baktım; Ömer yüz çevirmekle kalmadı, Ensâr’dan bir adama, “Bu Allah düşmanına haddini bildir” diyerek onu üzerime saldırttı. Adam hemen yakama yapıştı ve “Ey Allah’ın düşmanı! Allah’ın Resulüne ve onun ashabına şiirlerinle eziyet eden sen değil misin? Ona düşmanlık yapmakta zirveye ulaşmıştın. Yaptıklarının hesabını vereceksin ey Allah’ın düşmanı” dedi. Biraz kendimi savunmaya çalıştım ama adam üzerime gelmeye devam etti ve sesini daha da yükseltti. Hatta insanların önünde, beni sık bir ağaçlığa götürüp iyice hırpaladı. İnsanlar onun bana yaptıklarına seviniyorlardı.
Darda kalınca, adamın elinden kaçıp amcam Abbas’ın yanına gittim ve ona, “Ey Amca! Ben, hem onun akrabası hem şerefli bir kişi olmam sebebiyle Resûlullah’ın (s) Müslüman olmamla sevineceğini umuyordum. Ama ondan gördüğüm muameleyi sen de gördün. Benden yüz çevirdi. Benden razı olması için onunla konuş ey amca” dedim.
Amcam Abbâs, “Hayır vallahi! Onun gösterdiği tavrı gördükten sonra senin hakkında onunla bir kelime bile konuşamam. Ancak ondan bir yüz görürsem, o başka. Çünkü onun sana gösterdiği bu olumsuz tavırdan sonra ben de Resûlullah’tan çekiniyorum” dedi. Ben, “Peki amca, o halde bana sahip çıkmayacak mısın? Adamlar beni hırpalıyor. Beni kime bırakıyorsun?” dedim. Abbas, “Ne yapalım; durum böyledir. O izin vermeden bir şey yapamam” dedi. Sonra amcam oğlu Ali ile karşılaştım; onunla konuştum. Ali de bana, Abbas’ın söylediklerinin benzerini söyledi.
Bu kez tekrar amcam Abbas’a döndüm ve ona, “Ey Amca! Bari bana küfreden bu adamı benden uzaklaştır!” dedim. Abbâs, “Onu bana anlat; o nasıl biri?” dedi. Ben, “O çok esmer birisidir. Kısa boylu ve iki gözü arasında bir yara izi vardır” dedim. Abbas, “Tamam, o Nuʻmân b. Hâris en-Neccârî’dir” dedi ve gelmesi için ona haber gönderdi. Numan gelince amcam Abbas ona, “Ey Nuʻmân! Ebû Süfyân b. Hâris Resûlullah’ın amcasının ve benim de kardeşimin oğludur. Resûlullah (s) şimdi ona kızgın olsa bile ondan razı olur. Sen de şimdilik ondan vazgeç” dedi. Numan kısa bir süre sonra benden vazgeçti ve “Tamam, bir daha ona sataşmayacağım” dedi.
Bunun üzerine yola devam ettik. Nihayet kervan el-Cuhfe’ye vardı. Hemen fırsat kollayarak Resûlullah’ın (s) çadırının kapısında oturdum. Ama peygamber dâhil hiçbir Müslüman orada da benimle bir tek kelime bile konuşmadı. Öyle oldum ki, Resûlullah (s) nerede konaklıyorsa onun çadırının kapısındaydım. Oğlum Caʻfer de hep yanımda duruyordu. Ne var ki, Resûlullah (s) beni her gördüğünde benden yüz çeviriyordu. Bu hal ve bu vaziyet içinde yola devam ettim. Mekke’nin fethinde onunla birlikte hazır bulundum. Ama o hiç bana yüz vermedi. Yine de ben hep ona yanaşmak istiyordum ve onunla yüz yüze gelecek bir plan peşindeydim.
Nihayet Resûlullah Mekke yakınındaki el-Ebtah’da konakladı. Yine onun çadırının kapısına yanaştım. Bana, önceki bakışından daha yumuşak bir bakışla baktı. Vallahi onun bana bir kez bakıp tebessüm etmesi bütün dünya malından benim için daha sevimliydi. Tebessüm edeceğini bekledim ama tebessüm etmedi. Muttalib oğullarının kadınları yanına girdiler. Eşim de onlarla birlikte yanına girdi ve onu bana karşı biraz yumuşatmak istedi. Sonra Mescidü’l-Haram’a doğru yola çıktı; ben de onun yanı başındaydım.
Mekke’nin fethinden sonra gerçekleşen Hevâzin savaşına çıkana kadar hiçbir şekilde ondan ayrılmadım. Ama o bana bakmadı. Hevâzin savaşlarında Resûlullah (s) beyaz katırı Düldül’ün üzerinde iken kılıcını kınından çıkardı. Ben hemen atımdan indim. Kılıcım çıplak bir şekilde elimde duruyordu. Kılıcımın kınını kırmıştım. Vallahi ben onun uğrunda ölmeye hazırdım, o da o sırada tam bana bakıyordu. Amcam Abbas Düldülün yularından tutmuş, ben de eyerinden tutmuştum.
Nihayet Resûlullah (s), kendisiyle karşılaşmamdan 20 gün sonra amcası Abbas’a dönüp, “Kim bu adam?” dedi. Ben de beni tanısın diye hemen başımdan miğferi kaldırdım. Abbâs, “Kardeşin ve amcan oğlu Ebû Süfyân b. Hâris’tir. Ondan razı ol ey Allah’ın Resûlü” dedi. Resûlullah (s), “Razı oldum. Çünkü Allah, onun bana yaptığı her türlü eziyeti ve düşmanlığı affetti” dedi. Bunun üzerine Onun üzengideki ayağını öptüm. Sonra bana yöneldi ve “Vay be, görmeyeli çok olmuş… Yemin ederim ki bu kardeşim Ebû Süfyan b. Hâris’tir” dedi. Sonra bana yönelerek, “Haydi kardeşim, öne geç ve düşmanla dövüş” dedi.
En ağır imtihanım başlamıştı. Çünkü saldırırken öldürülebilirdim de. Resûlullah’ın üzerine gelen düşmana öyle bir hamle yaptım ki, onları yerlerinden kaydırdım ve öteledim. Beni kabul edip benden razı oldu diye o kadar mutluydum ki… Resûlullah (s) da, düşmanın ortasına doğru yürüyüşümde beni adım adım takip etti. Düşman, bu kez amacına ulaşamadı ve onları ayakta tutacak hiçbir güçleri kalmadı. Nihayet Resûlüllah benden razı olmuştu, ben de onu savundum ve düşmanı bir fersah kadar öteye defettim. Resûlullah (s) ve yanındakiler rahatlamışlardı. Ben de uçurumun kenarından döndüğüm için çok mutlu olmuştum. (el-Vakidi-Mağazi, Terc. Musa K. YILMAZ)