“Babadan zengin” derler ya… Güneydoğunun bir ilinde yaşayan (şimdi vefat etmiş) Erol Amca da böyle bir zengindi. Gözünü dünyaya açar açmaz bolluk içinde yaşamış, kıtlık yılları hariç hiç sıkıntı çekmemişti. Babasından kalma altınları ve taşınmazları vardı. Taşınmaz mülk bakımından yaşadığı ilin en zenginlerinden sayılırdı. Hakikat şu ki, Erol Amca da boş durmamıştı. Babasından kalma mülkleri yiyip bitirmek suretiyle bir mirasyediliğe gözünü dikmemişti. Planlı ve projeli bir çalışma hayatı vardı. Başarılı bir iş hayatıyla daha da zengin olmaya başladı.
Derken mutlu bir evlilik yaptı; bu evlilikten iki oğlu ve iki kızı dünyaya geldi. Çocuklar liseyi bitirdikten sonra babaları onlar için iş imkânı hazırladıysa da, çocukların gözü başka mesleklerdeydi. Onlar mal-mülkle ve yorucu olan esnaflıkla uğraşmak istemediler. Bu yüzden Erol Amca çocuklarını yurt dışında ve en iyi üniversitelerde okuttu. Kızlar doktor oldular, erkekler de mühendisliği tercih ettiler. Babaları bundan memnun olmasa bile yapacak başka bir şey kalmamıştı. Bu yüzden işini yürütmek için çıraklar yetiştirerek işlerinin başına getirdi.
Çocukları da mesleklerinde son derece başarılıydılar. Mühendisliği tercih eden oğlanlar ortaklaşa bir müteahhitlik firması kurup inşaat yapmaya başladılar. Deyim yerindeyse kısa zamanda kendi işlerinin patronu oldular. Kızlardan biri çocuk uzmanı, diğeri kadın hastalıkları uzmanıydı. Her ikisi de, kentin ünlü doktorları arasında yerlerini almışlardı.
Zaman durmuyor, geçiyordu. Erol Amca ve eşi Zahide Hanım yavaş yavaş yaşlanıyorlardı. Derken Zahide Hanım amansız bir hastalığa yakalanmış ve 60 yaşlarında vefat etmişti. Erol Amca tek başına kalmıştı. Eşinin vefatından sonra yeni bir evlilik yaparak çocuklarını rahatsız etmek istemedi ve büyük bir fedakârlık yaparak bekâr kalmayı tercih etti.
İlk zamanlar fazla sıkıntı çekmedi. Hem kendi özel işini yapabiliyor, hem de çocukları zaman zaman gelip onu ziyaret ediyorlardı. Hayat bu şekilde devam edip gidiyordu. Fakat Erol Amca 80 yaşına geldiğinde o da eşi Zahide Hanım gibi bir hastalığa yakalanıp kötürüm hale gelmişti. Yardım görmeden hiçbir şahsi işini yapamıyordu. Aklı başında olmasına rağmen ne abdest alabiliyor, ne de sokağa çıkabiliyordu.
İlk zamanlarda çocukları gelip onunla ilgilendiler. Fakat kötürüm bir adamı kaldırıp indirmek, onu yıkamak, yedirmek ve tuvaletini yaptırmak o kadar kolay değildi. Bu, tam manasıyla sabır isteyen bir işti. Ama yurt dışında eğitim görmüş çocukları bu işe oldukça yabancıydılar ve babalarını indirip kaldırmaktan çabuk bıktılar. Hele eşleri, kokuyor diye kayınpederlerinin evine uğramaz olmuşlardı. Erol amca da torunlarını görmez olmuştu.
Çocukları bir araya gelip aile meclisinde babaları hakkında bir karar vermeliydiler. Öyle ya… Kim her gün gidip onu yedirecek, yıkayacak ve tuvalete götürecek? Aile meclisi olarak bir bakıcı tutmaya karar verdiler. Bir adam Erol Amcanın evine yerleşti ve ona bakmaya başladı. Fakat adam oldukça hırçındı; Erol Amcayı kaldırıp indirirken rahatsız ediyordu. Şikâyet üzerine yeni bir bakıcı aldılar. Fakat yeni bakıcı eskisinden beterdi. Çocuklar tekrar toplanıp bir karar verdiler. Aldıkları ortak karara göre babalarını Huzurevine yerleştirmek istiyorlardı. Huzurevinin müdürüne teklif götürdüklerinde, müdür ünlü ve zengin bir adamı huzurevine almayı seve seve kabul etti. Buna karşılık çocuklar her ay babaları için en üst düzeyde bir ödeme yapmayı kabul ettiler. Ancak bu işlemi babalarından gizli tuttular.
Erol Amca çocukların kendi aralarındaki fısıldaşmalarından Huzurevine taşınacağını anlamıştı. Zaten kendisi için bakıcı tutulmasından hiç hoşlanmamıştı, huzurevine gidecek olmaktan da çok korkuyordu. Zira bu, evinden, çocuklarından ve aile ortamından tamamen kopması anlamına geliyordu. Oysa o çocuklarıyla yaşamak istiyordu. Yabancı bakıcıların değil, kendi öz çocuklarının kendisine hizmet etmelerini istiyordu.
Çocuklar iki gün sonra onu bir taksiye bindirip huzurevine götürdüler. Yolda “Oğlum beni nereye götürüyorsunuz?” diye sorduğunda çocukları, “Baba seni çok mükemmel bir bakıcının yanına götüreceğiz. Orada sana çok iyi bakılacak” diye cevap verdiler. Bu cevap bir taş gibi Erol Amcanın göğsüne çöktü. Sesini çıkarmadı.
Erol Amca huzurevine yerleştikten iki gün sonra Müdür Beyi çağırdı ve ona, “Oğlum, ben mal-mülk sahibi ve taşınmazları çok olan zengin bir adamım. Madem artık burada yaşayacağım, lütfen beni Tapu Müdürlüğüne götürün de, bütün varlığımı müessesinize bağışlayayım. Ancak çocuklarım bunu duymasınlar” dedi. Müdür, Erol Amcayı hemen Tapu Müdürlüğüne götürdü; fakat tapudaki yetkililer, devrin yapılabilmesi için Erol Amcadan sağlık raporu istediler. Bunun üzerine müdür onu hemen hastaneye götürüp “Tüm aklî melekeleri yerindedir” raporunu aldılar. Böylece Erol Amca bütün mülkünü huzurevine bağışlamış oldu.
Birkaç gün sonra haberi alan çocukları şoke oldular. Hemen tapuya koşup itiraz ettiler. Fakat Erol Amca işlemde bir eksiklik bırakmamıştı. Her şey resmiydi ve herhangi bir açığı yoktu. Böylece o ilin huzurevi, Türkiye’nin en zengin kurumu haline gelmişti.
Bediüzzaman, anne-babanın evlatlarına karşı şefkatlerini ve insaniyetten çıkmamış evlatların peder ve validelerine karşı göstermeleri gereken saygıyı şu güçlü ifadelerle dile getirir: “Dünyada en yüksek hakikat, peder ve validelerin evlatlarına karşı şefkatleridir. Ve en âlî hukuk dahi onların o şefkatlerine mukabil hürmet haklarıdır. Çünkü onlar, hayatlarını kemal-i lezzetle evlatlarının hayatı için feda edip sarf ediyorlar. Öyle ise insaniyeti sukut etmemiş ve canavara inkılab etmemiş her bir veled; o muhterem, sadık, fedakâr dostlara hâlisane hürmet ve samimane hizmet ve rızalarını tahsil ve kalplerini hoşnut etmelidir. Amca ve hala, peder hükmündedir; teyze ve dayı, ana hükmündedir.”
“O mübarek ihtiyarların vücudlarını istiskal edip ölümlerini arzu etmek, ne kadar vicdansızlık ve ne kadar alçaklıktır bil, ayıl! Evet, hayatını senin hayatına feda edenin zeval-i hayatını arzu etmek, ne kadar çirkin bir zulüm, bir vicdansızlık olduğunu anla!”
Babalarına bakmayı çekilmez bir vazife kabul edenlerin bazıları, bu dünyada ciddi bir yaptırımla karşılaşmamış olabilirler. Ama ahiretteki hesapları çok daha ağır olacaktır.