İlgisizlik, Değersizlik Hissi ve İçsel Arayışların Psikolojik ve Manevi Boyutları

Muhammed Numan ÖZEL

İnsan ailesinden ve sosyal çevresinden yeterli ilgi ve değer görmemesi, temel duygusal ihtiyacın karşılanmaması olarak değerlendirilebilir.

Bu durum, kişinin değer algısında ciddi bir erozyona yol açabilir.

Sevgi ve ait olma ihtiyacı, fizyolojik gereksinimlerin ve güvenliğin ardından gelen temel bir basamaktır. Bu ihtiyacın karşılanmaması da değersizlik hissinin kökleşmesine ve dolayısıyla içsel bir yalnızlık duygusunun derinleşmesine neden olabilir.

Bu yalnızlık, yalnızca fiziksel bir izolasyon değil, aynı zamanda kişinin anlam arayışında bir boşluk hissetmesi şeklinde de tezâhür eder. Bu boşluk ve bulamama hissi insanda çöküntü yaşatır.

Risale-i Nur’da yer alan “Bütün kâinatın mayesi muhabbettir[1] ifadesi, insan fıtratı sevgi, görülme ve değer verilme, sahiplenme ve sahiplenilme gibi duygusal temellere dayalı olduğunu metafizik bir perspektiften vurgular.

İnsan, sosyal bir varlık olarak, ilişkiler aracılığıyla kendini ispat ve onaylanma ihtiyacı duyar. Ancak bu ihtiyaçlar karşılanmadığında, bireyde bir tür duygusal yoksunluk ortaya çıkar.

Bu yoksunluk, farklı davranışsal tepkilerle kendini gösterebilir. Bazıları sosyal medya platformlarında sürekli paylaşım yaparak dış dünyada görünürlük arayışına girerken, diğerleri evlilik gibi bağlayıcı ilişkilerle bu boşluğu doldurmaya çalışabilir. Ama bu da sosyokültürel açıdan toplumda tezatlıklara sebep olur.

Kimileri ise başarı odaklı bir yaşam tarzı benimseyerek ya da alışılmadık davranışlarla dikkat çekmeye yönelerek görmek ve görülme his eksikliği telafi etmeye çalışır.

Ne var ki, bu dışsal arayışların hiçbiri, bireyin içsel boşluğunu kalıcı olarak dolduramaz. Çünkü yediği ve içtiği şeyleri paylaşmak, sürekli paylaşımlarda bulunmak, dikkatleri üzerine çekmeye çalışmak insanda ben merkezli bir anlayış geliştirir. Ben merkezli insanlarsa toplumda kabul görmeyen karekterlerdir.

Sosyopsiko araştırmaları, dışsal onay arayışının kısa vadeli bir tatmin sağladığını, ancak uzun vadede bireyin öz-değer algısını güçlendirmek yerine daha fazla bağımlılığa yol açabileceğini göstermektedir.

Evet lafızperestlik bir hastalıktır, fakat bilinmez ki hastalıktır...

Tenbih: Lafızperestlik nasıl bir hastalıktır, öyle de: Suretperestlik ve üslûbperestlik ve teşbihperestlik ve hayalperestlik ve kafiyeperestlik şimdi filcümle, ileride ifrat ile tam bir hastalık ve manayı kendine feda edecek derecede bir maraz olacaktır.[2]

Özellikle günümüzün hızlı ve yüzeysel ilişki dinamikleri, bu arayışı daha da karmaşık hale getirebilir. Modern toplumda sıkça gözlemlenen bu durum, kişinin tatmin yerine hayâl kırıklığı ve tükenmişlik hissetmesine yani tükenmişlik sendromu ve mentâl yorgunluğa neden olabilir. Çünkü insanın gerçekle örtüşmeyen beklentileri ne kadar yüksek olursa hayal kırıklığı da o nisbette yüksek olur.

Çözüm önerisi olarak, bireyin mutluluğu ve değeri dışarıda aramak yerine içsel bir yolculuğa yönelmesi gerektiği öne sürülmektedir. Bu yaklaşım kişinin kendi değerini dışsal faktörlerden bağımsız olarak inşa etmesi gerektiği fikri burada merkezi bir rol oynar.

Manevi olarak bakıldığında ise, bu arayış, insanın ilahi bir bağ kurması ve varoluşsal anlamını tanımlaması şeklinde yorumlanabilir. “Teveccüh-ü ilahi” ve “sana verilen muhabbet” gibi ifadeler, bireyin değerini maddi dünyadan ziyade maneviyattan beslenerek araması tavsiyemdir.

Sefahat (aşırı dünyevi zevklere kapılma) insanın potansiyelini gölgeleyen bir faktör olarak görülürken, takva (bilinçli bir ahlâkî duruş) kişinin fıtrat değerini ortaya çıkaran bir araç olarak tanımlanır.

Bu, psikolojik açıdan öz-disiplin ve değerler sistemiyle ilişkilendirilebilir; insanın kendine yönelik farkındalığını artırarak dışsal kaosa karşı bir iç denge kurmasına olanak tanır. Aynı şekilde, “mana-yı harfiyle bakmak” ifadesi, olayları ve nesneleri yüzeysel, sathî anlamlarının ötesinde, daha derin bir değerlendirme çağrısıdır.

İlgisizlik ve değersizlik krizinin çözümü, hem psikolojik hem de manevi araçlarla kendini yeniden inşa etmesinden geçer. Dışsal arayışların geçiciliği kabul edilip, içsel bir dönüşüm hedeflendiğinde, kişi yaşamındaki anlam boşluğunu doldurabilir.

Bu süreç, öz-farkındalık, ahlâkî bir duruş ve sürekli bir yenilenme (imanın tecdidi) gerektirir. Bu dünyada geçici bir misafir olduğu bilinci ise, ona hem tevazû hem de dinginlik kazandırarak, içsel arayışını daha sağlam bir temele oturtabilir.

Problemin temeline inmek ve onu deşmek, bu dönüşümün ilk adımıdır; zira ancak bu şekilde kendi iç dünyasında saklı olan cevheri keşfedebilir dünyanın en şerefli mahlûku olan insan. Çünkü “Bir saadet-i âcile, vicdanda münderiçtir; bir firdevs-i manevî, kalbinde mündemiçtir.

Düşünmekse deşmektir; şuur ise, şiar-ı râz.[3]

Mutluluk vicdanda, cennet kalbdedir. Düşünmek içini deşmektir, şuur ise Allah’ın sırlarını görmektir. Ne mutlu bu gâyede hareket edene.

Selâm ve duâ ile.

[1] Sözler (624)

[2] Muhâkemat | Asar-ı Bediiyye - 223

[3] Sözler (745)

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (7)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.