Bu asrın Fıkh-ı Ekber Medresesi

Muhammed Numan ÖZEL

İhtar: Günümüz mü’minlerinin çoğu, dinin yalnız zahirine talip olmakta; marifet, tefekkür ve tahkikî iman gibi derinlikli hakikatlerden gafil kalmaktadır. Ferdî ve içtinaî problemlerde sonucu görüp “Asıl eksik nerede?” şeklinde bir tefekkürle gerekçelerine bakılmamakta maalesef.

Bu zamanda en fazla ihtiyaç duyulan hakikate temerküz etmiş, sağlam bir teşhis ve kuvvetli bir ilandır bu yazının mevzuu. İmanî bir ciddiyetle ve ruhî bir incelikle bu yazı okunmalıdır.

Tenkit değil tahkik ve tahlil yazısıdır.

Her Zamanın İlleti Başkadır, İlacı da Başkadır.

Bu zaman, imanın esasatına taarruz eden, küfür ve dalaletin felsefe lisanıyla yayıldığı bir fitne devridir. Bu devir öyle kısa bir zamanda hazırlanmış ve sahnelenmiş de değildir üstelik.

“Bin seneden beri iman ve Kur'an aleyhinde teraküm eden Avrupa feylesoflarının itirazları ve şübheleri yol bulup ehl-i imana hücum ediyor.”[1]

İşte böyle bir asırda yalnız şekil ve zahire bakan fıkhî hükümler yeterli olmayıp, doğrudan doğruya kalbi, aklı ve ruhu ihya eden, tahkikî iman hakikatlerini ders veren bir ilim zarurîdir. İşte o ilim, fıkh-ı ekberdir. Ve bu fıkhın en azametli medresesi Risale-i Nur’dur.

Fıkh-ı Ekber Nedir?

Fıkh-ı ekber”, sadece amelî hükümleri değil; doğrudan doğruya Allah’ın marifetini, tevhidin sırlarını, haşrin hakikatini, kaderin tahlilini, nübüvvetin ispatını ele alan bir iman ve itikad ilmidir.

İmam-ı Azam Hazretleri’nin “Fıkh-ı Ekber” adlı eseri, bu çizginin ilk büyük menbaıdır. Bu çizgiyi asrımıza taşıyan eser ise hiç şüphesiz Risale-i Nur’dur.

Beni güzel okur, güzel dinlersen, bendeki nurani merdivenle bir saraya erişir ve bir sultana kavuşursun.

Asıl ilm-i a'zam ve esas fıkh-ı ekber bendedir.[2]

Risale-i Nur, Neden Fıkıh Değil Fıkh-ı Ekber Üzerine Gitmektedir Bu Yolu Tercih Etmiştir?

Öncelik İman Kurtarmaktır

“İman hakikatları yüksek bir ibadet ve hasenedir ve onunla çokların imanını kurtarmak binler hasene hükmündedir..”[3]

“[Risale-i Nur].. erkân-ı imaniyeyi dahi içinde kuvvetli isbat etmekle beraber mecmu' hakikatların icma'ı ve ittifakı, imanımızı taklidden tahkike ve tahkikten ilmelyakîne ve ilmelyakînden aynelyakîne ve aynelyakînden hakkalyakîne iblağ ediyor.”[4]

Demek ki, Risale-i Nur'un vazifesi evvela ve bizzat imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmektir. Sair mesaili ise ikinci ve üçüncü derecededir. Her şeyin başı imandır. Çünkü, insanların

Başlarına akıl ve kalblerine iman versin, o vakit kendi kendine iş düzelir.”[5]

Fıkh-ul ekber olan esasat-ı imaniye ile meşgul olduğumuz için, nakle ve ehl-i içtihadın medarikine ve meâhizine bakan dekaik-i mesail-i fer'iyeye zihnim şimdilik ciddî müteveccih olamıyor.. ulema-yı İslâm o kadar tedkikat-ı sâibe yapmışlar ki, füruata dair tedkikat-ı amîkaya ihtiyaçları kalmamış.”[6]

Taklidî Değil Tahkikî İman

Risale-i Nur, yalnızca neye inanılacağını değil, neden ve nasıl inanılması gerektiğini, aklî ve mantıkî bürhanlarla izah eder.

“İman-ı tahkikî ilmelyakînden hakkalyakîne yakınlaştıkça daha selbedilmeyeceğine ehl-i keşf ve tahkik hükmetmişler ve demişler ki: Sekerat vaktinde şeytan vesvesesiyle ancak akla şübheler verip tereddüde düşürebilir.

Bu nevi iman-ı tahkikî ise yalnız akılda durmuyor.

Belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, hem öyle letaife sirayet ediyor, kökleşiyor ki, şeytanın eli o yerlere yetişemiyor; öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor.

Bu iman-ı tahkikînin vusulüne vesile olan bir yolu, velayet-i kâmile ile keşf ve şuhud ile hakikata yetişmektir.

Bu yol ehass-ı havassa mahsustur, iman-ı şuhudîdir.”[7]

Tevhid, Nübüvvet, Haşir, Adalet, İbadet...

Risale-i Nur’un her bir cildi bu rükünleri işler. Yani fıkh-ı Ekber üzerine gider ve okunan hakikatler kalp ve ruh başta olmak üzere insandaki boşlukları doldurarak gider.

Nasıl ki, Haşir meselesi yalnız iman rükünlerinden bir rüknü değil; umum rükünlerin neticesi ve her birinin delili ve hâsılâtıdır. Öyle de iman da sadece bir şeyin sebebi ve sonucu değildir. İman, dinamik bir süreçtir ve hem başlangıçta belirli bir sebeple oluşabilir hem de oluştuktan sonra başka sonuçlara yol açabilir.

Kur'andaki anasır-ı esasiye ve Kur'anın takib ettiği maksadlar; tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ile ibadet olmak üzere dörttür.”[8]

Risaleler Ruh Terbiyesi Verir

Risale-i Nur, yalnızca hüküm vermez; ruhu terbiye eder, kalbi ihya eder, aklı tatmin eder. Latifeleri de asıl gayelerine tevcih edip sevk eder. İşte bu yönüyle bir fıkıh kitabı değil, bir marifet mektebi, bir iman ilimleri medresesidir.

Bütün bu söylenen sözlere ilâç, risalelerde vardır[9]

Risale-i Nur; bu dünyada bir manevî cehennemi dalalette gösterdiği gibi, imanda dahi bu dünyada manevî bir cennet bulunduğunu isbat ediyor.”[10]

Medrese-i Yusufiyede Bile Fıkh-ı Ekber Vardı

Eskişehir, Denizli ve Afyon zindanlarında, mahpuslara ahkâm kitabı değil; Haşir Risalesi, Meyve Risalesi, İhlâs Risalesi okutuldu. Çünkü Üstad, imansızlıktan gelen bir yangını söndürmekteydi. Bu da fıkıh değil, fıkh-ı ekber vazifesidir. Zaten fıkha dair bir çok insanın yüzeysel sathî de olsa bir bilgisi var.

Risale-i Nur’un Farkı Nedir?

Fıkıh: “Şunu yap, bunu yapma” der.

Risale-i Nur: “Niçin yapıyoruz? Kime yapıyoruz? Neyin karşılığında?” suallerini cevaplar.

Fıkıh: Zahire bakar.

Risale-i Nur: Zahirle birlikte bâtını da nurlandırır.

Netice itibariyle, Risale-i Nur, Kur’an’ın Fıkh-ı Ekber Tefsiridir

Risale-i Nur; yalnızca “ibadetin hükmü”nü değil, ibadetin sırlarını, manalarını, tecellilerini ve meyvelerini anlatır. Yalnızca helâli-haramı değil; helâlin hikmetini, haramın felaketini beyan eder.

Bu cihetle: Risale-i Nur, bu asrın en büyük fıkh-ı ekber dersi ve Kur’an’ın imanî tefsiridir.

Bu manevî tefsir; "Sözler", "Mektubat", "Lem'alar", "Şuâlar" diye dört büyük kısımdan müteşekkil olup, yekûnü 130 risaledir.”[11]

“En âlî hakikatları taşıyan ve Kur'anın en yüksek ve mübarek tefsiri bulunan Risale-i Nur elimizde oldukça, sevinçlerimiz had ve hududa alınmaz.

İşte bu hakikatların herbir cüz'ü, saha-i faaliyete çıksa, her tarafta merakla, zevkle kendini okutturuyor.”[12]

Elhasıl: “Risaletü'n-Nur ise, Kur'an'ın bir manevî mu'cizesi olarak imanın esasatını kurtarıyor ve mevcud imandan istifade cihetine değil, belki çok deliller ve parlak bürhanlar ile imanın isbatına ve tahkikine ve muhafazasına ve şübehattan kurtarmasına hizmet ettiğinden; herkese bu zamanda ekmek gibi, ilâç gibi lüzumu var olduğunu dikkatle bakanlar hükmediyorlar.”[13]

Fıkıh ve fıkh-ı Ekber bir tohumdan çıkan iki kök, iki dal gibidir. Birinden birinin ihmâl edilmesi lakaytlık, bağnazlık, yobazlık, taassup, telfik gibi istenmeyen şeylere yol açar.

Kalplerde bir nur, ilahi bir kelâm,

Risale-i Nur’dan, hikmetli bir kelâm.

Fıkh-ı Ekber, imanın gür sesi,

Tevhidin nuru, gönlün neşvesi.

Allah'ı bilmek, sıfatınanla,

Abd olmak O'na, her an, her yanda.

Kaderi anlamak, hayrı şerri,

İmanın temeli, imanın yeri.

Günahlar, sevaplar, mizan-ı Hak,

Amellerin özü, kalpteki iman.

Büyük günahlardan, sakınır mümin,

Tevbe kapısı açık, asla üzülme sen.

Nefsinin şerrinden, uzak dur daima,

İmanınla yaşa, Hak yolda yürü daima.

Fıkh-ı Ekber, yol gösteren bir fener,

Gönüllere huzur, kalplere ferah.

Cenâb-ı Hak bizleri bu medrese-i nuriyede sadık ve daimî birer talebe eylesin. Âmin.

Fıkh-ı Ekberin hakikatine nüfûz eden, kalp, ruh, sır ve aklını bu manalarla istikamette tutan, nurlandıran ve tasaffi edenlerden eylesin âmin.

Selam ve dua ile.

[1] Şualar (166)

[2] Zülfikar (451)

[3] Emirdağ-1 (208)

[4] Ayet-ül Kübra (164)

[5] Şualar (439)

[6] Barla Lahikası (352)

[7] Kastamonu Lahikası (18)

[8] İşaratü’l-İ'caz (12)

[9] Barla Lahikası (159)

[10] İman ve Küfür Müvazeneleri (6)

[11] Tarihçe-i Hayat (682)

[12] Tarihçe-i Hayat (485)

[13] Kastamonu Lahikası (11)

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (10)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.