Günümüz dünyasında bilgiye ulaşma konusunda insanların bir problemi bulunmuyor. Sadece merak etsin ve eline telefonu alıp internetten merak etmiş olduğu şeyi araştırmak istesin yeterli.
Merak etmiş olduğu şey konusu ne olursa olsun ister müspet ister menfi her şeyin cevabını bulabilir.
Günümüzde İslami hizmetlerde tebliğ metodunda insanların bilgi aktarımı konusunda bakmış oldukları şey; kendisine tebliğde bulunan kimsenin dedikleriyle yaptıkları birbirine uyumlu mu buna bakıyor.
Çocuk eğitiminde bir söz var. “Çocuk kulağından değil gözünden eğitilir.” Yani sen ona anlatarak değil rol model olarak bir şeyler öğretebilir eğitmenlik yapabilir ve tebliğde bulunabilirsin.
Günümüzün hayat şartları, yaşam şekli, düşünceler, fikirler, temayüller... Bunların hepsi insanların dimağına zihnini karıştırdığı için adeta bütün insanlar bu karmaşa içerisinde çocuk gibi bir duruma düşüyor. Günlük hayatın meşguliyeti, insanın düşünceleri, hayalleri, hedefleri, yaptığı iş, hayat standartları, aldığı eğitim, içerisinde doğup büyüdüğü kültür... Bunların hepsi insanı âdeta düşünemez bir hale getiriyor veya insanı bildiklerine ulaşamayacak bir hale sokuyor.
Bu sebeple birisine tebliğde bulunurken bunlar da göz önünde bulundurulması gerekiyor. Herkese aynı metodla yaklaşmak hatalı bir tutumdur.
Şimdi şunu da ifade etmek gerekiyor ki, tebliğ eden birisi çok mu iyi durumda, çok mu mükemmel, âdeta her şeyi biliyor mu, büyük bir âlim/allâme mi?
Tabii ki böyle değil. Bir konuda ilmi ve bilgisi var onu karşısındakine aktarıyor sadece. Bu sebeple bir kutsiyet atfetmek de yanlıştır. Kusurdan münezzeh, hatasız bir melek gibi bakmak, yaklaşmak yanlıştır.
Şimdi insan zihninin her an bir çok şeyle bombardıman altında olduğunu göz önüne alırsak kimsenin kimseyi tenkid edip, eleştirip ötekileştirmeye hakkı yoktur. Çünkü herkes perişan bir vaziyette bulunuyor. Ama ayni yerden bombardımana uğramış veya uğramamış fark burada.
Bu zaviyeden bakıldığında insanlığın hâli sanki fetret dönemini yaşayan yani peygambersiz bir dönemi andıran bir hâlde. İnsanlar aynı dili konuşmuyor aynı dili konuşsa bile aynı şeyi ifade etmiyor aynı şey ifade etmiş olsa bile aynı manayı anlamıyorlar aynı manayı anlamış olsalar bile aynı tarzda hareket etmiyorlar dolayısıyla birçok kavram karmaşasının içerisinde bulunduğumuz şu zaman ve zeminde tam manasıyla bir ittifaktan, ittihattan, şefkâtten, merhametten bahsetmek de söz konusu olamıyor maalesef.
Kavram karmaşasının yaşanmış olduğu zeminlerden bir tanesi de hiç şüphesiz ki Risale-i Nur Hizmeti dairesi. Aynı kitabı okuyoruz. Sarih anlamamız gereken şeyi çeşitli kimselerin tesirinde, gölgesinde kalarak farklı anlıyoruz, yorumluyoruz ve uygulamaya koyuluyoruz. Âdeta Bediüzzaman'ın yapın dediğini yapmayın, yapmayın dediğini de yapın şeklinde bir anlayışa zihnimize zorluyoruz. Zihnimiz birilerinin cebinde hapsedilmiş bir durumda. Külliyat'ın bu sarih ifadelerini falan yerden bir hatıra ile filan yerden bir nakil ile tevil etmeye çalışıyoruz. Adeta Bediüzzaman'ı anlamamak için veya doğru anlaşılmaması için Bediüzzaman'ın ve te’lifatı olan Risale-i Nur Külliyat'ının önünde bir bent oluyoruz.
Bazen düşünüyorum neden Risale-i Nur topluma tam manası ile mal edilemedi diye. Halbuki asrın fıkh-ı ekber’i bizdedir diyoruz. Bakıyoruz tam manasıyla topluma hitap etmesi, sirayet etmesi, yön vermesi görünmüyor.
Sonra cevabını gene şöyle görüyorum Nur talebelerinin misyon ve vizyonuna uygun olmayan hareket sergilemesi insanları Risale-i Nur külliyatından uzaklaştırıyor. Yani misyon ve vizyona uygun olmayan hareketler sergileyen Nur talebeleri Risale-i Nur'un anlaşılması, intişar etmesi, toplumda ma’kes bulmasının önünde en büyük engeli teşkil ediyor. Nur Talebesi olmak çok önemli bir şey değil önemli olan istikametli bir Nur Talebesi olmaktır. Yoksa nice insanlar var 40-50 sene hizmet etmiş görüyoruz. Adı, namı, sanı ülke sınırlarını aşmış fakat az önce ifade etmiş olduğum sebeplerle yapmış olduğu hizmet hezimete inkılâb etmiş.
Bu sebeple Risale-i Nur Talebeliği iddiasında bulunurken ya hakikaten Bediüzzaman'a talebe olmamız gerekiyor veya bu daireden çekip gitmemiz. Çünkü Bediüzzaman'a talebe olmazsak Ahmet'in Mehmet'in anlayışının talebesi, müridi, şakirdi, muhibbanı oluruz.
Sonra günde 2 sayfa kitap okuyarak cennete gideceğimizi zannederek avunup dururuz.
Halbuki Bediüzzaman'ın insanlara ulaşmak, hakikatleri tebliğ etmek uğruna çekmiş olduğu çileler, yapmış olduğu metodlar hizmet hayatında aktif edilmiş olsa birçok insan Bediüzzaman'ın usulü ile Risale-i Nur Talebesi olacaktır. Ama Bediüzzaman'dan ne kadar izdüşüm olarak uzaklaşırsak o kadar da hizmete ve Risale-i Nur'a zarar vermiş oluruz. Aslında hizmete değil kendi maneviyatımıza, ahiretimize zarar vermiş oluruz.
Hakiki manâda Bediüzzaman'ın talebesi olabilmek duasıyla.