Bir asır evvel ‘âletler kalbimizi dumura uğratıyor’ diyen bir Üstâd’ın uyarısı, bugün ekranların gölgesinde daha yüksek sesle yankılanıyor. Biz ise hâlâ ‘bağlanıyoruz’ sanırken aslında yalnızlaşıyoruz – hem kendi içimizde, hem de en yakınlarımızla. Bu yazı, modern çağın en sinsi tuzağını anlatıyor: Görünüşte ‘sosyal’ olanın, bizi nasıl ‘yal(ın)’ bıraktığını.”
Günlük sohbetlerde yeni tanıştığımız biriyle derin sırlarımızı dökmek, sonra pişmanlık ve utanç hissetmek...
Bu, birçok insanın ara sıra yaşadığı bir durum. Ancak DEHB'li bireyler için bu, kronik bir döngüye dönüşebiliyor: Düşünmeden konuşmak (oversharing), ardından gelen yoğun kaygı ve sonunda sosyal ilişkilerden kaçınma, hatta tam bir sosyal çöküş.
DEHB'nin dürtüselliği, beynin fren mekanizmasını zayıflatıyor. Akla geleni hemen söyleme eğilimi, sosyal sınırları aşmaya yoluyor. Araştırmalar, DEHB'li yetişkinlerin büyük kısmında oversharing'in yaygın olduğunu gösteriyor. Çünkü sosyal ipuçlarını okumada zorluk yaşanıyor; karşındakinin rahatsızlığını fark etmeden konuşma uzuyor.
Bu tabloyu ağırlaştıran ise anksiyete bozuklukları. DEHB'lilerin yarısına yakınında sosyal anksiyete eşlik ediyor. Sessizliği doldurma ihtiyacı veya reddedilme korkusu, aşırı paylaşımı tetikliyor. Kısa vadede rahatlama sağlasa da, sonrasında "vulnerability hangover" geliyor: Utanç, pişmanlık ve daha derin kaygı.
Burada kritik rol oynayan Rejection Sensitive Dysphoria (RSD) – reddedilme hassas disforisi. DEHB'nin sık görülen bir eşlikçisi olan RSD, en küçük eleştiri veya algılanan reddedilmede yoğun acı yaratıyor. Oversharing, bu acıyı önleme çabası: Hızlı bağ kurmak için kendini açmak. Ama paylaşım sonrası pişmanlık, RSD'yi körüklüyor ve döngü kısırlaşıyor.
Bu döngünün en yıkıcı sonucu ise sosyal çöküş ve izolasyon. Oversharing sonrası gelen utanç, kişiyi sosyal ortamlardan uzaklaştırıyor. Araştırmalar, DEHB'li gençlerin ve yetişkinlerin önemli ölçüde yalnızlık yaşadığını, sosyal izolasyonun anksiyete ve depresyonu artırdığını gösteriyor. Zamanla kişi ilişkilerden kaçınıyor, arkadaşlıkları kaybediyor ve tam bir yalnızlığa gömülüyor.
Tam bu noktada devreye giren modern bir araç ise sosyal medya – ya da daha doğru bir ifadeyle sos-yal(ın) medya. Görünüşte bizi birbirimize bağlayan bu platformlar, aslında derin bir yalnızlaşma ve yabancılaşma yaratıyor. Aynı odada, aynı masada oturan aile üyeleri veya arkadaşlar, gözlerini telefon ekranlarından ayıramıyor; gerçek sohbet yerine yüzeysel "hımm"lar ve "afedersin"ler kalıyor. Elektrik kesintisi olduğunda bile ancak o zaman birbirleriyle konuşabilen aileler...
Bu, trajikomik bir tablo: Teknoloji, aklımızı ele geçirirken kalbimizi dumura uğratıyor, gerçek bağlantıları öldürüyor.
Sosyal medya, oversharing'i de körüklüyor: Dürtüsel paylaşımlar, anlık beğeni arayışı, kısa vadeli rahatlama ama uzun vadede daha fazla utanç ve izolasyon. DEHB ve anksiyete zaten hassas olan bireylerde bu, yalnızlığı katmerliyor. Toplumun kalbi yaralanıyor; aile yapısı bozuluyor, gençler ve kadınlar üzerinden ahlaki tahribat artıyor. Bediüzzaman Said Nursi'nin ifadesiyle, "müfsid âletler ile dehşetli rahnelenen kalb-i umumî"[1] – bu araçlar, doğru kullanılmazsa ruhumuzu ve toplumumuzu ifsad ediyor.
Beş unsurlu bu sarmal – DEHB, anksiyete, oversharing, sosyal çöküş ve sos-yal(ın) medya – birbirini besliyor. Dürtüsellik başlatıyor, kaygı körüklüyor, aşırı paylaşım ve dijital bağımlılık rahatlama gibi görünüp ceza oluyor, izolasyon ise her şeyi derinleştiriyor. Sonuç: Zedelenen ilişkiler, yalnızlık epidemisi ve duygusal tükenmişlik.
Ama çıkış yolu var. Farkındalıkla başlayın: Konuşmadan ve paylaşmadan önce kısa duraklama ("pause" tekniği), sosyal ipuçlarını gözlemleme pratiği. Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT), mindfulness ve DEHB tedavisi (ilaç + terapi) bu döngüyü kırıyor. Teknolojiyi bilinçli kullanmak, Risale-i Nur prensipleriyle Kur'an ve Sünnet merkezli bir hayatı esas almak, edep ve erdemle yalnızlaşmaya karşı direnmek... Uzman desteği, oversharing'i yönetirken gerçek bağlantıları yeniden kurmayı sağlıyor.
“Ekranı kapatmak, sessizliği doldurmak için acele etmemek ve bir insanın gözüne bakarak konuşmak… Belki de en büyük devrim, bu kadar basit bir dönüşte saklı. Çünkü gerçek bağ, kalpten kalbe kurulur; beğeni tuşuyla değil, samimiyetle. Yalnızlaşan bir dünyada, birbirimize uzanan bir el hâlâ en güçlü ilaçtır. Sosyal değil reel hayata tutunmak temennisiyle.
Selâm ve duâ ile.
[1] Şuâlar (179)