Ey âşık, ey kesrette vahdeti bulmaya niyetlenmiş kişi, vahdeti istikametsiz bulamazsın. İstikameti arıyorsan da 'kendinden başka noktalara ihtiyacın var' demektir. Geometrinin daha başında öğretirler: Bir noktadan sonsuz sayıda doğru geçebilir. Ama iki noktadan yalnız bir doğru geçer. O yüzden, Sânî-i Hakîm, zamana birçok noktalar serpmiştir biz doğru yolu bulabilelim. Ve Bakara sûresinin 4. ayetinde şöyle buyurmuştur: "Sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler ve âhirete de onlar kesin olarak inanırlar."
İnsan bu dünyaya mutlu olmaya gelmemiştir. İnsan bu dünyaya 'delikanlı olmaya' gelmiştir. Hayat hiçbirimiz için her an mutluluğu garanti etmez. Fakat doğru şeyi yapmış olmaktan ötürü bir iç huzur yaşamayı başarabilirsin. Delikanlı olmaktan kastettiğim de bu. Delikanlı olmak, Allah'ın üzerindeki sanatına layık olmak, adam gibi adam olmak, işte bunu becermektir. İnsan delikanlı olduğunda mutluluğa benzeyen ama kesinlikle aynısı olmayan bir tatmin yaşar. Kendi içindeki emniyet, insanların onun elinden-dilinden-belinden duyduğu emniyet, varolduğu için kendisinin-başkalarının yaşadığı mutluluk, bu nefsî mutluluktan daha üst boyutta bir mutluluktur. Bunda 'varolduğunuz için' mutlu olursunuz. Varlığınız arttığı için değil. Ben 'nefsî mutluluk' ile 'kalbî mutluluk' arasındaki mesafeyi de buna göre tutuyorum.
Nefis varlığı arttığı müddetçe mutlu olur. Varlığını arttıracak ihtimallerle mutlu olur. Varlığını arttıran vuslatlarla mutlu olur. Fakat hayatını 'kalp ve ruhun derece-i hayatına' çıkarmış bahtiyar kişi, salt bu seviyede bir varlık arzulamaz, aksine, varlığının bir istikamet takip etmesiyle tatmin olur. "Bugün de istikamet üzere yaşadım!" demek "Bugün şu kadar para kazandım!" demekten daha çok ilgilendirir onu. Çünkü 'şu kadar para'yı herkes öyle-böyle kazanabilir. Ancak tek çizgi üzerinde yaşamayı herkes başaramaz. Dünya sarhoşluğunun kişiye tesir etmediğinin en büyük kanıtı çizgi üzerinde yürüyebilmesidir. Bizim için bu çizginin adı evvela şeriat-ı Muhammediyye, saniyen sünnet-i Ahmediye'dir aleyhissalatuvesselam.
Neden o? Çünkü içimizde ondan delikanlısı yoktur. Bir eline ayı bir eline güneşi verseniz çileyle süren davasından gram oynamayacak başkamız yoktur. Sırtındaki hırkayı bile sadaka verecek ondan başkamız yoktur. Hasmına bile yalan söylemeyecek ondan başkamız yoktur. Canımız ona kurban olsun. Bu zamanın adından ibaret delikanlıları onun ayağına toz bile olamaz. Ne demişse odur. Nasıl başlamışsa odur. Nasıl söylemişse odur. Olduğu yerde tereddüt yaşamayan odur. Mübarek ağzından çıkanla hayatı birbiriyle tam uyuşan odur. O delikanlıların sultanıdır. Evet. Ben Allah Resulü aleyhissalatuvesselama, tam da tarif etmekteki köylülüğümü belirtir şekilde, 'delikanlıların sultanı' diyorum. Cümle âlem delikanlıları onun ayağının tozunu öpüp kendisinden racon öğrenmelidirler. Ve onun bize öğrettiği muazzez racon sünnet-i seniyyesidir. Bir çizgide yaşamaktaki kemali görmek istersen bastığı taşları öperek yürüyeceksin.
Sonra bütün peygamberlere de iman ederim elbette. Zira peygamberlere iman etmek asl-ı insana iman etmek gibidir. Onlar, insaniyetin başından bu yana, delikanlılığın varolduğunun-olacağının en sağlam kanıtıdır. İnsan onlara bakmakla yiğitliğin varolduğuna-olacağına da inanır. Peygamberlere iman etmeyen adam, zaten adam olmaz ya, adamlığın kırıntılarında da kaypak olur. Bir öyle bir böyle olur. Onun bir öyle bir böyle olması zaten peygamberlere iman etmeyişini beraberinde getirmiştir. Hırsız hiçkimsenin dürüstlüğüne inanmak istemez. Yalancı doğru sözlüleri kabullenmez. Onları kabullenmek kendi yolunun yanlışlığını kabullenmektir.
Herşey zıttıyla varolur. Gündüze iman eden içindeki geceye de iman eder. "Biz o peygamberlerin hiçbirini ayrı tutmayız!" Kur'an'ın bize öğrettiği bir manadır bu. Müslüman peygamberleri birbirinden koparmaz-ayırmaz. Hepsinin nübüvvet hakkını teslim eder. Zaman üzerindeki bu hayt-ı mübareke tastamam iman eder. Delikanlılığa bu şiddetli imanıyla kendisi de delikanlı olur. Çünkü delikanlı odur: "Biz ancak Allah'a teslim olmuş müslümanlarız."
'Kalp ve ruhun derece-i hayatına çık'mak hakikat için varolmayı gerektiriyor. Doğruya doğru olduğu için sahip çıkmak. Yanlışa yanlış olduğu için karşı çıkmak. Bütün bu 'çıkmak'lar bizi 'kalp ve ruhun derece-i hayatı'na götürüyor. Orada şeyler varlığımıza kattıkları menfaatlerden dolayı kıymetli değiller. Bizim varoluşumuzdan bağımsız varoluşları var. Bizim varoluşumuzdan yüksek kıymetleri var. Ben şehid olsam da ilelebed devam edecek davam var! Konu ben değilim. Ben bir detayım. Burada artık insan hayvandan ayrılıyor. Hayvan gibi olmaktan kurtuluyor. Meleklere yaklaşıyor.
Zaten şu dünya tarihinde, en yanlışıyla bile olsun, bir ideolojiye kapılanlar-adananlar, ödedikleri bedellere işte bu dokundukları sırla dayanabiliyorlar. Onlar yanlışta bu kadar hamiyetliler. Bize hiç yakışır mı hâzâ hakikat olan İslam'a tutunalım da delikanlı olmayalım? İnsan bir itikad sahibi oldu mu onun delikanlısı da olmaya niyetlenmeli. Delikanlı olmadıkça imanını tam bilmemeli. Ameldeki yanlışlarını da tevbesiyle köreltmeli. Çünkü yanlışını inkâr etmeyip istiğfar etmek de bir kabadayılıktır. Kendine karşı bir delikanlılıktır. Dinimiz tastamam delikanlılık öğretir bize. Müslümanlık dünya hayatının mutluluğu için değildir ey âşık. Müslümanlık delikanlılıktır. O yüzden mürşidim demiştir işte: "Evet, her hakikî hasenât gibi, cesaretin dahi menbaı imandır, ubûdiyettir. Her seyyiât gibi cebânetin dahi menbaı dalâlettir."