Mina’da şeytan’a karşı Siyaset-i Aliye-i İslamiye

İsmail BERK

Hacılar, Arafat’tan Müzdelife’ye yönelip, vardıklarında, yeni hedefleri Mina’ya gidilecek  şekilde yoğunlaşıp  Şeytan’ı taşlamaktır.
Müzdelife’de akşam ve yatsı namazı cemedilip, sabah namazına kadar ibadet, zikir ve tefekkürle şuurlanma yaşanır. Yeni hacılar Müzdelife’de  dinlenirken, sembolik değeri olan ve  şeytana atılan taşlar, burada toplanır. Zihin, hayal ve beden, taş atacağı düşmanını belirlemiştir. Mina’da  ayrı ayrı  taşlanacak şekilde, her hacı küçük, orta ve büyük şeytana, kendini hazırlar.

Müzdelife’de, şeytana karşı düşünülen cihat/harp stratejisi ve kulluk şuuru, marifet ve tearüf ile Arafat’ta başlayan arifleşme, arınma, günahların affı, vakfe duası ve hacı olmanın Arafat’la ifade edilen menasikin yeni bir safhasıdır.

Müzdelife, kurulu çadırları, altyapısı ve sabah namazına  kadar süren şuurlu bekleyiş ve hazırlıklar ile geçen manevi  kuvvet takviyesi, iyi bir donanım/donanma ile şeytan kuvvetine hücum/saldırmak/düşman kuvvetini dağıtmak/şeytanı  lanetlemek/taşlamak ile nihayetinde manevi zaferi ve şeytanın kovuluşunu,dışlanmasını  ikmal eder.

İşte Mina’da üç gün boyunca, Kurban bayramının 1.,2. ve 3.günleri atılan taşlar, oluşturulan mukavemet kuvvetleri ve “Bismillah Allahu Ekber” ile atılan taşlar, Risale diliyle “siyaset-i aliye-i İslamiye”nin ip uçlarını vermektedir.

Bir defa, en büyük düşman kuvveti Şeytan. Mücahede/cihat/mukavemet/mübareze edilmesi gereken şeytan ve  ruh-u habisi, insi ve cinni temsilcileri ile şahs-ı manevilerine atılan taşlar, müdrik başlar ile anlam kazanır.
Bunun sağlanması çok önemlidir.
Şeytan’dan istiaze sırrı, bu konuda nefisle mücadele edecek ve şeytanın şahs-ı manevisini dağıtacak siyaset, tarz ve metodlar geliştirmemiz hususunda ciddi şuur veriyor.
Ayrıca, Kur’an esaslı şeytanla mücadele söz konusu ise, bunun sembolik değeri cemeratta taşlama ile başlatılıyorsa, “Kur’an Tilmizleri”nin bu konuda uyarılması, şeytana ve şeytanın desiselerine karşı savunma ve taarruz usulleri/metotları/stratejileri konusunda daha dikkatli olmaları, Risale mensuplarının ve hizmet insanlarının mesuliyetini hatırlatan bir uyarıcı, desise-i şeytaniye bahsidir.

“Kur’anın tilmizleri”ni “ikaz için yazılmış” olan desise-i şeytaniye bahsi altı temel nokta üzerine kurulmuştur. Bunlar; Hubb-u cah/makam sevgisi, ene/benlik, Tamah/menfaat, etnik tercih, çalışkanlık/tembellik ve korkudur. Bediüzzaman, bu desiselerden sakınılması gerektiği yönünde ciddi ikazlar yapar. Bu zaaflara her an düşme tehlikesi ile karşı karşıya olan Kur’an tilmizlerine sorumluluklarını hatırlatır. Misyon insanlarının en büyük vartası bu altı desise-i şeytaniyeden oluşuyor.

Genel olarak mümin bazlı, hepimizi kapsama alanına alan, mükellefiyet yükleyen, şeytanın akılları  ve duyguları çalacak bütün oyun, tezgah, yalan, iftira ve tevhidle kavgasını, Rabbiyle mücadelesini, küfür temsilciliğini, stratejilerini, taktik ve operasyonlarını ve  elde ettiği neticelerini akim bırakacak esaslar, şeytandan istiaze risalesinde  hem deşifre edilmiş hem de sakınma yolları gösterilmiştir.

Risale-i Nur’un  bu asırdaki cihat modeli, takva temelli  bakış açısını benimser. Önceliği günah işlememek/yanlış yapmamak/zarar vermemek üzerine kurar. Bu anlamda takva kalesine sığınan bir mümin, yani şeytanın desiselerini bilen, onun aldatmakla iş gören ahir zaman deccalına ve süfyanına karşı şuurlu duran bir insanı inşa etmiştir.

Hayat sahibi her şahısta temsilcisi ve eylemcisi olan nefise karşı, onun tezgahına düşmemenin yolu, itiyat ve teyakkuz içerisinde günahtan ve menhiyattan uzak durmaktır. Şeytandan istiaze risalesi (13. Lem’a) takvaya dayanırken, bu başarısının/harekatının ikinci safhası ise amel-i salihtir. Yani sünnet-i seniyye dairesidir. Birinci aşamada 13. Lem’a ile şeytana karşı elde edilen muvaffakiyet, akabinde 4. Lem’ada Minhacüssünne  ve 11. Lem’ada Mirkatüssünne  bahislerinde hayata, Resulullah’a (asm), Muhabbetullah’a, Kabe’ye, Say’e, Ravza-i Mutahhara’ya ve Mekke’den Medine’ye taşınan bir inkişafın ve şeriatın altyapısı kurulur.

Acaba, şeytana ve çevresine, onun varlık sebebine karşı geliştireceğimiz metodlar, bu konuda ayet ve hadis merkezli risale okumaları, bu yüzyılın özelliklerine uygun çözümleri, siyaset-i aliye İslamiye esasları ile belirlememizi zorunlu kılmıyor mu?
İyi bir yaklaşım ve çerçeve imkanı vermiyor mu?

Bu hususu, ilerde daha detaylı çalışmak üzere, şimdilik “Mekke Düşünceleri” kapsamında, hac esnasında, mekanında ve mevsiminde bir ilişkilendirmeyle  yakalamaya çalışacağız. Haccın hikmetleri ile Risalede eşlenen manaları, birbirine tekabül edecek şekilde bir zemine oturtmak, zihni açılımlar ortaya koymak, erbabına bir davetiye niteliğinde değil mi?

Nazarlara sunduğumuz bu mana, haccın kendini okutma ameliyesidir. Doğrusu, büyük bir hazzın ve inkişafın akla kapı, kalbe mana açan serüveninin yolcusu olduğumuzu da yeni fark ediyorum.
Bir insanın, mümince düşünmesi ve mümince yaşaması için tahkiki imanla İslamiyet’i hayatına kılavuz yapması gerekir. Şuurlu bir Müslüman’ın  Haccı idrak edeceği  seviye ve i’zan, 13., 4. ve 11. Lemalar’a göre Allah’ı, Peygamberimizi, Kur’anı, ahireti, melekleri ve kaderi çözmüş bir Risale şuuruyla bu asrın en orijinal takviyesini bulmuş olur.

Nur talebeleri, gelinen  noktada, Risalenin ayrıcalıkla ve özellikle istediği, kendisini bekleyen altı tuzak ve tuzağa karşı harp tekniğini iyi  bilmesi ve buna dayalı “siyaset-i aliye-i islamiye”nin düsturlarına riayet etmesi gerekir.
Böylesi asli kulluğun en üst noktasında  şeytanın tanımlı  desiselerine karşı korunma, faal olma ve “şeytanı taşlamaktan kurtulup tavaf yapmaya geçmeleri”, salabeti imaniyenin tezahürü olsa  gerek. Bu netlikte bir yol haritası ve hac şifreleri, ancak Risale üslubu ve beyanı ile bu kadar derc edilebilir.
Öyleyse, Mina’da şeytanı taşlamanın dışında kalan zamanı, tavaf ve sa’y haricindeki süreyi,  Haccın hikmetlerinden “Siyaset-i Aliye-i İslamiye Arama Konferansına/Kongresine” tahsis etmeye ne dersiniz?

Risale-i Nur’un bakış açısıyla, şeytan kuvvetlerine karşı mukavemet oluşturmayı başardığımız an, Risale-i Nur’un mehazından beklenen “hayat-içtimaiyat/toplum-siyaset” mütemmimlerini müzakere edebiliriz.

İmandan hayata geçişin  safhalarını/uygulamalarını;  yerli yerine, evrensel bir ufuk, Kur’ani bir temellendirme, ihtisas ehlinin müzakere ve bildirileri ile İslam dünyasına bir manifesto  niteliğinde takdim etme sürecini  “Bismillah” kabilinden geliştirmeye ne dersiniz?

Bu güne kadar yapılan çok hayırlı teşebbüs ve hizmetler böylesi bir takviyenin ilmi cenahtan gelmesini zaruret haline getiriyor. Böyle bir açılım ne kadar manidar olur?
Bir müjde ile konuya girmiş olalım. Mekke düşünceleri, Mekke buluşmaları, Mekke’deki asli ruh ve müzakere zeminleri, böylesi bir programı Risale Akademisi’nin yapabileceği cesareti verdi.

Öyleyse, Mekke ruhaniyatından medet isteyen  ihlas ve sebatla, bu konuda çalışması olan, çalışmak isteyen ve böylesi bir programın mutfağında ciddi bir akademik sorumluluk almak ve açılım yapmak isteyenlere bu bir davetiye olsun mu?
Elbette, değerlendirme kurulu nihai mercidir. Yapılacak çalışmaların, akademik derinliği, vukufiyeti ve özgün yaklaşımları ile elde ettiği sonuçların İslam Alemi ve müminlerin dünyasında projelendirilme değeri gibi kriterler belirleyici olacaktır.

Mina’daki üç günde, hacı olmanın ruhani lezzetiyle müzakereleşmeye geçmek, şimdiye kadar özellikle üzerinde durduğumuz siyaset-i aliye-i islamiye masası dışında, diğer beş masa konusuna da aynı yaklaşım ve farklı bir açılım ve ikmalle hazırlanmaya ne dersiniz?

Bu günden başlayarak; Tearüf, tevhid-i efkar ve siyaset-i aliye-i İslamiye masalarını Mekke/Mina’da yapmaya, teavün, teşrik-i mesai ve maslahat-ı vasia-i içtimaiye masaları için  akademisyenleri Medine’de buluşturmaya ne dersiniz?
Hemen, şimdiden konu taramaları, çalışma takvimi, makale hazırlıkları başlanamaz mı? Önceden Türkiye’de bunun bir provası yapılıp, hazırlıklar ve yeni sonuçlar için çalışmalar tamamlandıktan sonra, Mekke sathında bir minber mesabesinde tearüf-tevhid-i efkar ve siyaset-i aliye-i islamiye masaları, Medine bir mihrap mesabesinde teavün-teşrik-i mesasi ve maslahat-ı vasıa-i içtimaiye  masaları, mikro plandaki Türkiye ufkundan, makro plandaki İslam Birliği ufkuna taşımaya ne dersiniz?

Tasavvurumuzu, kendi beşeri sınırlarımızın/sınırlılıklarımızın seviyesinde tutmak yerine, ufukları aşan Kur’an davasının azametiyle  kulluk duamızı acziyetimize istinad yapmaya, buna  talip olmaya, Risalenin mehazına dayanmaya  ne mani var?
“Yapabiliriz, çalışmaya başlıyorum, iki hafta içinde  planlamamı, çalışma takvimimi ve nelere dikkat çekerek, tecdit yaklaşımlı bir çalışma ortaya koyacağımı belirleyeceğim” diyenler buyursun. İşin sahibi sizsiniz. Akademi, e-mail kadar size yakın.

“Akademisyenlerin ilmi çalışmalarına, bu zihni/tefekküri/manevi/ sosyal/entelektüel  sermayelerine, gayretlerine ve Risaleyi İslam alemine keşfettirecek teşebbüslerine karşılık ben de sorumluluk almak istiyorum, sponsor olarak varım” diyenler de buyursun.

Eminim bu iki fiili duaya, her nur mensubu ve mümin, canü gönülden destek verir. Ancak imkan, kariyer ve ehliyet veya başka sebeplerle şartları elvermeye bilir.
Bunların da yapacağı bir iş var. Çünkü sevap defteri çalışan kadar destekleyen için de ortaklığı kabul etmektedir. Onların da şimdiden, tebessüm ederek, bir iç ferahlık çekerek, “Şükür Rabbime bunu düşünen kardeşlerimiz var” dediklerini duyar gibiyim.

Risale-i Nur’un şahs-ı manevisi istihdamı kainat vüsatinde yapıyor ve yapmaya devam edecektir. Bu Rabbimizin taht-ı tasarrufundadır. Üstelik böylesi teknik, akademik ve uzmanlığa dayalı organizasyonlar, erbabının mesuliyetindedir.

Bu vesileyle, okuyucularla sessiz bir beklentinin diyalogunu açmak istiyorum. Mekke düşünceleri, Mekke günlüğü yazmama müsaade etmiyor. Daha önce Yeni Asya’da yayınlanmış hac günlüklerinin stilini bekleyenler, aşina olanlar ve çok ciddi dua ve ilgiyle beni teşvik edenler başta olmak üzere ben dahil öyle bir duygu modunu ve tefekkür yoğunluğunu size açmaya sıra gelmedi.

Fıtri seyirde kaldım. Kalemle yazdığım, mekan ve zaman notları, bilgisayar başında yazılan bu davetkar metinler ve müzakere zeminlerinde, buradaki Hacı Nur Talebelerinden ilhamen ve onların yönlendirmesi ve gündemi ile geldiği nokta ve mana bu oldu.

Evet Mekke Buluşmaları, Risale dilini üstadın Şam’da ulemaya arz ettiği modelde, şimdi Mekke Birliğinde Medine hayatını yaşayacak bir arzı, Üstadın talebeleri  İslam’ın manevi merkezinde, dünyaya yayıyorlar. Burada, başta seyidler olmak üzere Risale-i Nur aşıklarının, bir öğrenci psikolojisi ile yaptığı ev ödevini, tevazu ile  sunmaya hazır bir tevazu içinde “Mekke-i Mükerreme’deki kutb-u azama izah” sadedinde arz etmeye  kendilerini  sorumlu görmesi, falihayırdır. Tearüf kapısından diğer hikmetlere uzanmak, vücut  bulmasına çalışmak, istikbalin İslam ittihadına tefekküri bir altyapı olur.
Rabbimizden bunu isteyebiliriz.

Selam ve muhabbetle, Mekke’den, bayramın üçüncü gününde mana bulan, 10 günlük müzakere ve değerlendirmelerin tahayyül, tasavvur, taakkul ve tasdik aşamalarını geçip, sonraki safhaya geçmesine binlerce şükür.
Bize, kendinize dua edin. Yani buluşmalara. Allah hepimizden razı olsun. Çünkü hepimiz biriz.
Üstadla tamamlayalım: “ Madem muvahhidiz, öyleyse müttehidiz.” 

Mekke, kabe-i muazzama ile öpülesi asaletini şükür lütfetti.
Hac günlüğü faslı bilahare. Selam ve dua ile.

berk@risalehaber.com

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.