Ümit ışığımız

Mahir DUMAN

“Gaflet uykusunda uyuyanlar için sabah yoktur.”
Rıfat Necdet Evrimer

Meclisten vaaz kürsüsüne, dergâhtan Necid çöllerine kadar koşan, çırpınan bir adam Mehmed Âkif. O, çok yönlü birisi. Onun en belirgin özelliği, samimiyetidir. Söylediklerini, yazdıklarını harfi harfine yaşayan biriydi o.

Dünden bugüne, herkes hakkında güzel şeyler söylemiştir. En karanlık günlerde onun ümit nameleri kulaklarda yankılanmış, yiğitliği dillerde dolaşmıştır. Âkif, yandığı için yakabilmiştir.

O, en çok sevdiği Peygamberinin yaşında, ömrünün 63. yılında Hakk’a yürümüştür.

Âkif, bu yurdun bağrı yanık bülbülüdür. Vatana indirilen darbeleri, önce yüreğinde hissetmiştir. Bursa’nın düşüşü ile yanmış, bülbül gibi feryat etmiştir:

“Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perişandır?

Niçin bir damlacık göğsünde bir umman huruşandır?

Hayır... mâtem senin hakkın değil... mâtem benim hakkım...”

*

Mehmed Âkif, hiç umudunu yitirmemiş ve şöyle haykırmıştır:

“Doğacaktır, sana va’dettiği günler Hakk’ın!

Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın!..”

Milletimiz en karanlık günleriydi. Çanakkale’de ölüm kalım mücadelesi veriliyordu. 251.300 şehit “Çanakkale Geçilmez” gerçeğini, Asya ile Avrupa arasına mahyalaştırıyordu.

Âkif hiç durur mu? Şu mısralarla kalplere ürpermeler getiriyordu:

“Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor;

Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!..”

*

Büyük acıların yaşandığı yıllarda millet, binlerce evladını toprağın kara bağrına vermiş. Viyana’ya kadar dayanan Balkan toprakları üzerinde yeni devletler vücuda gelmişti. Tablo simsiyahtı. Bu felâketli günlerin getirdiği acıları büyük şair kendi ruhunda duymuş, milletimizin üzerine çöreklenen kara bulutları dağıtmak için müjdeler yağdırmıştı:

“Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak...

Alçak bir ölüm varsa, eminim budur ancak.”

*

İstiklâl şairinin ümitsizlikle işi yoktur. Şu sese kulak verelim şimdi de:

“Sahipsiz olan memleketin batması haktır,

Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır!”

*

Âkif’in bu sözleri boşa çıkmamıştır. Osmanlı’nın üstüne çullanan çapulcularının, 1915’te aldıkları ders bunun en açık delilidir.

Çanakkale zaferinin ardından şöyle seslenir:

“Sen ki, âsâra gömülsen taşacaksın... heyhât!

Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihâd...

Sana âğuşunu açmış duruyor Peygamber!..”

*

Eşref Edip bir hatırasında anlatır: “Bir gün Akif, Sebilürreşad idaresine heyecanla girdi.

- Haydi, hazırlan gidiyoruz!”

- Nereye?

- Harekât-ı milliyenin başladığı cepheye... Artık burada duramıyorum...

Ertesi gün Akif, Balıkesir’e hareket eder. Oradaki millî şahlanışı görünce heyecanlanır. Ve zafer yolu, bu yoldur; demekten kendini alamaz. Halk, Zağanos Paşa Camii’nde toplanır.

*

Mücahit Âkif kürsüye çıkar ve şöyle seslenir:

“Cihan alt üst olurken seyre baktın, öyle durdun da,

Bugün bir serserisin, derbedersin kendi yurdunda!..”

*

Mehmet Âkif merhumu anlatmak, hakkıyla anlatabilmek mümkün değildir. Biz, onun sadece aksiyon ve ümit cephesini ele aldık.

“Doğacaktır, sana va’dettiği günler Hakk’ın,

Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın.”

Onun özlediği günler doğmuştur. Bugün onun İstiklâl Marşı’nı, yurdumuzun hür ufuklarında dalgalanan al sancağa name yapışımız, bunun delili değil mi?

Ruhu şad olsun...

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.