Güzeli Duyurmak

Mahir DUMAN

“Çeşmimden akar yaşım
Derdindir yoldaşım
Bu sevda ile başım
Hoştur yâ Resûlallah!”

Salâhî

Yaşlı dünyamız, sayısız olaylara sahne olmaya devam ediyor. Ufukta yepyeni oluşlar, taptaze dirilişler var. Kafalara, beyinlere örülen duvarların hızla yıkıldığına şahit oluyoruz. Olaylar, minik nüanslarla bir birine benzer şekilde gelişiyor.

Cenab-ı Hak, insanın hidayetini murat etmiş ve onları peygamberler vasıtasıyla doğru yola davet etmiştir.

Hz. Adem’le başlayan ilahi tebliğ, Hz. Nuh’la deryalara açıldı. Hz. İbrahim’le vadilerde yankılandı. Musa (a.s) ile Tur’da zirvelere taşındı. Nihayet, Fahr-i Âlem efendimizle bayraklaştı. Efendimiz, ahir zaman nebisi olarak insanları iyiye, doğruya çağırmıştır. Bugün insanlığın beşte biri onun muhabbetiyle dopdoludur. Onun sayesinde yüzlerde tebessüm çiçekleri açmıştır.

Zaman hızla ilerlemiş, devirler süratle değişmiş. Ama onun çağrısı hep devam etmiştir. Onun hakka yürümesiyle de davası hız kesmemiş, onun gerçek varisleri bu vazifeyi hakkıyla yapmışlardır.

Bir devirde, hakkı yanlış yorumlayanlara karşı İmam-ı Rabbani destanlık mücadelesiyle tarih yazmıştır.

Bir dönemde Gazali, zihinlere bulaştırılmak istenen felsefî şüpheleri temizlemiştir.

Moğol saldırılarına karşı, Anadolu’dan yükselen bir çağrı, en katı kalpleri bile yumuşatmıştır. Mevlâna’nın çağrısıyla günümüz Anadolu’su kıpır kıpırdır. Onun Mesnevisi hâlâ ışık saçmakta, öğretisi bütün gençliğiyle feyiz dağıtmaktadır.

Evet, bu mübarek dava, böylesi ellerde dalgalandı. Bugün bile o sesle heyecan yüklüyüz.

Osmanlı döneminde, İslâm ikinci defa kıvamını bulmuş, Saadet Asrının bir yansıması yeniden yaşanmıştır. Ancak, Osmanlı da ömrünü tamamlamış, ayak bastığı topraklara bereket getiren bu devlet de tarih olmuştur.

Allah Teâla’nın iki kanunu vardır. Biri kelâm sıfatının bir tezahürü olan Kur’anî hükümler, diğeri ise kudret sıfatından doğan âdetullah… Namazı terk eden ya da hakkıyla ifa eden karşılığını genellikle ahirette görür. Gafletle “tabiat kanunları” dedikleri tekvini kanunlara uygun hareket edenlerle muhalefet edenler karşılığını umumiyetle bu dünyada görmektedirler. Minareden aşağı atlayan ölür. Suyun kaldırma gücünden yararlanan tonlarca yükü uzaklara taşır. Yani mükâfatını peşinen alır.

Nasıl ki yerçekimi kanunu hâlâ geçerliyse, ilahi hükümler de ebedidir. Çünkü her iki kanunun da sahibi Allah’tır. Bize düşen ise insanları İslâm’ın aydınlık dünyasına davetten ibarettir.

Kuru kuruya peygamber sevgisi olmaz. Onun davasını muhtaçlara ulaştırmakla ona sevgimizi ifade etmiş oluruz. Biliyoruz ki: “Her mümin, i’lâ-yı kelimetullah ile mükelleftir.”

Milletimiz, asırlarca bu mukaddes mücadeleyi vermiş, İslâm’ın bayrağını her yerde dalgalandırmıştır.

Son zamanlarda, her şeyin bitti denildiği bir devirde “acele edip kışta gelen” bir bahadır şöyle sesleniyordu: “Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde, en yüksek gür sada, İslâm’ın sadası olacaktır.”

Yine karanlık vadilere ışık, kasvetli gönüllere aşk gelmiştir.

“Nurunu parlatacak” olan Rabbimiz, meydanı boş bırakır mı? Bırakmadı. Müspet hareketi esas alan bir avuç yiğit Anadolu insanı zindanları medreseye çevirdi. Ata et, aslana ot atmadı. “Aslâh tarik, müsalahadır.” dedi. Hep barış yolunu tuttu.”Nefsini ıslah etmekle başladı hizmete. İşi başkasına havale etmedi. Hele hele ümitsizliğe hiç düşmedi.

Bugün bizler efendimizin üstünde titrediği mücadelesini anlamak, bu davayı yürütmekle mükellefiz. Ona sevgimizi ancak böyle gösterebiliriz.

Şimdi bize düşen bir görev var: Bu da onun davasına sarılmak, onun yoluna çağırmaktır.

PENCERE

Peygamberimiz (a.s.m) sohbet ediyorlardı. Etrafını saran insanlar onu dikkatle dinliyorlardı. Ahiretteki bir kısım insanların makamlarının çok yüce olacağını söyleyen Efendimiz, sözüne şöyle devam etti:

- Allah, mahşer günü bazı insanları çok güzel tahtlara oturtturacak. Bu nurlu insanları görenler, onları hayranlıkla seyredecekler. Hâlbuki bu insanlar ne peygamber, ne de şehittirler.

Sohbeti dinleyenlerden biri ayağa kalkıp sorar:

- Ey Allah’ın Resûlü! bu büyük insanlar peygamber ve şehit olmadıklarına göre kimlerdir?

Peygamberimiz (a.s.m) şöyle cevap verir:

- Onlar bir birlerini sadece Allah için sevenlerdir. Onlar memleketleri, köyleri de ayrı olsa bir birlerini severler. Bunlar, Allah’ın emirlerini korumak için toplanırlar.

* * *

Hz. Abbas:

- Kalabalıklarda size rahatsızlık veriliyor. Sizin için bir gölgelik yapsak… demişti.

Efendiler efendisi:

- Böyle bir ayrımcılığı asla kabul etmem. Allah’ın ruhumu teslim alacağı zamana kadar ben sahabelerimin ökçeme basmalarına da hırkamı çiğnemelerine de katlanacağım, buyurdu.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.