Ledünni terbiye ve tecrübe

Mustafa ÖZCAN

Bu gelen ilm-i ledün sultanıdır.
Bu gelen tevhid ü irfan kanıdır…
(Mevlid'den)
 
Vakit’in düzenlemiş olduğu seyrüseferle birlikte GAP turumuzu nihayete ve tamama erdirince oraların bir merkezi olan Şam diyarına doğru süzüldük. Urfa ve Mardin unutulur gibi değil. Diğer şehirler de öyle. Suriyeli dostlarımızdan Mahmut Osman, ‘Urfa’ya geldiğimde kendimi Suriye’de hissediyorum’ demiştir. Bundan dolayı olsa gerek Bediüzzaman :”oraya gelirsem Suriye ile Türkiye’ye birleştirmem lazım” mealinde sözler sarf etmiştir. Çünkü oraların birbirinden ayrı olması tarihi olarak bir şizofreni olduğu gibi coğrafya itibarıyla da ‘infisam en nekid’ denilen uğursuz bir ayrılıktır. Bu uğursuz ayrılığın aşılması arifesindeyiz. Yani coğrafyanın ve tarihin bu ayrılığı aşarak ve bütünleşerek bayram ettiği günlere, bahar günlerine doğru yol alıyor ve hatta yuvarlanıyoruz.

Ziyareti bütün tafsilatıyla anlatmak uzun sürer. Lakin ben Risale Haber okurlarına Bediüzzaman’la halef selef olan 12’inci hicri yüzyılın müceddidi olan Halid-i Bağdadi’yi anlatmak istiyorum. Şam peygamberler ve onun ötesinde mücedditler diyarıdır. Böğründen nice peygamber ve veli geçmiştir. Mevlana burada aşkını talim ve tahsil etmiş. Gazali, Emevi Camii’nde ve minarelerinde çilesini doldurmuş ve yakine ermiş ve algı ile hakikat arasında veya suver ile gerçekler arasındaki fark makamına vasıl olmuş ve kalbi mutmain olarak diyarına çoluk çocuğunun arasına yani Tus’a geri dönmüştür.

Gazali ilmi kemale Bağdat’ta deruni kemale ise Şam’da ermiş ve bu anlamda Şam’da yeniden doğmuş ve yeni bir Gazali olmuştur. Birinci yüzyılın müceddidi, hulafa-i raşidin el mehdiyyinden olan Ömer Bin Abdulaziz’in de makarrı saltanatı burasıydı. Son dönemde Şam’ın tanıdığı mücedditlerden birisi de Halid-i Bağdadi’dir. O da Gazali’nin izinden Bağdat’ı terk ederek Şam’a gelmiş ve ilahi nefhaya burada ermiştir. Şam belki de tecdit görevinde Halid-i Bağdadi ile Bediüzzaman’ın haleflik seleflik etmesine tanıklık eden yegane mekan veya mekanlardan biridir. Bir yüzyıl kadar sonra Bediüzzaman Şam’da Emevi Camiinde nutkunu irad etmiştir.
*
Belki de Gazali ve Halid-i Bagdadi’nin en etkileyici yönlerinden birisi nispeten erken yaşlarda vefat etmeleridir. Her ikisi de 50 küsur yaşlarında vefat etmişlerdir. Her ikisi de edebü cemle birlikte masivaya, maveraya ve Allah’ın huzuruna yönelmişlerdir.  Halid-i Bağdadi, Şam’a isabet eden taun yani veba hastalığından müteessir olarak vefat etmiştir. Kendisi Hazreti Osman Zinnureyn soyundandır ve bundan dolayı da irtihalinden bir gece öncesinde sevenlerinden birisi rüyasında Hazreti Osman’ın vefatını görmüştür. Bunu kendi ölümüne yorar ve yatsı namazında dostlarıyla vedalaşır. Gazali’ye benzer yönü Kasyon Dağı eteklerinde boş bir arazide kabir yerini önceden keşfetmesi ve kabir yerini kendi elleriyle düzenlemesi ve hazırlamasıdır. Tarikatın hakikatlerinden birisi rabıta-ı mevt olduğuna göre Şeyh Halid de bunun simülasyonundan veya taklidinden sonra gerçeğini de yapmıştır. Gazali de ölümünden önce ölüm yolculuğu ve Allah’a vuslat için hazırlanmış ve cemmü edeple birlikte öteler yolculuğuna tam bir şuur içinde çıkmıştır. Onlar ölüme ölüm de onlara uzak değildir. Mevlana’nın dediği gibi nehirlerin denizlere karışmasıdır.
*
Halef seleflik noktasında Bediüzzaman ile Halid-i Bağdadi’nin doğum tarihlerinde remizler ve işaretler vardır. Yaklaşık Halid-i Bağdadi, Bediüzzaman’dan 100 yıl önce doğmuştur. Doğum tarihi 1776 gözükmektedir. Bediüzzaman’ın ise tevellüdü 1878 olarak gözükmektedir. Bu da iki yıl aralıkla 100 yıllık mesafeden halef selef olduklarını gösterir. Her biri bir asrın başından ötekine bakmıştır. Halid-i Bağdadi daha genç denilebilecek bir yaşta Bediüzzaman’ın tevellüdünden 50 yıl kadar önce 1827’de Hakka yürümüştür. Bediüzzaman ise 23 Mart 1960 tarihinde vefat etmiştir.  Tecdit alanları da yaklaşık birbirine benzerdir. Her ikisi de helaket ve felaket asırlarının birer Kur’an dellalı ve İslam kahramanıdır. 

Halid-i Bağdadi birçok (5) tarikattan icazetli olarak ders vermesinin yanında kelam sahasındaki üstadlardan birisidir. Tasavvuf alanında müçtehid kabul edilmektedir. Kendisi ve müridanının en büyük hizmetlerinden birisi Osmanlı’nın son döneminde Osmanlı’nın çözülmesini ve yıkılmasını manevi anlamda yavaşlatmaları olmuştur. Osmanlı varlığına Hazreti Süleyman’ın asası gibi payanda olmuşlardır.  Bu anlamda, Bediüzzaman’ın da işaret ettiği gibi 93 harbi olarak bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus savaşında Kafkas cephesinde ve diğer cephelerde Ruslara karşı siperde ve ön cephede cansiperane cihad edenler ve arka cepheyi de diri tutanlar onlar olmuştur. İlk Rus sarkmasına karşı Osmanlı  savletinin arkasında Halid-i Bağdadi’nin hulefası ve müritleri vardır.

Rus şarkması veya şimal cereyanı veya anarşi ve komunizme taununa karşı da iman hizmetiyle Bediüzzaman set olmuş ve manevi cihadda bulunmuştur. Her ikisi de benzeri sıkıntılar ve çileler yaşamışlardır. Şeyh Halid-i Bağdadi, Bağdat’ta iken hakkındaki tezvirat dolu İslam dışı olduğuna dair bir takım fail-i meçhul mektuplara muhatap olmuş ve hasetçileri hakkında fitneye mahal vermişlerdir. Bediüzzaman da benzeri tezviratla karşı karşıya kalmış ve Şeyhülislam Mustafa Sabri’ye atfedilen düzmece mektuplar yazılmış ve bunun vasıtasıyla Bediüzzaman’ın mesleğine ilişilmeye çalışılmıştır.  Halid-i Bağdadi hakkındaki tezviratı bozan Hille Müftüsü Muhammed Emin Efendi iken Bediüzzaman örneğinde de Eşref Edip bu oyunu bozmuş ve düzmece mektupların asılsız olduğunu ortaya koymuştur.
 
Halid-i Bağdadi’nin en önemli özelliklerinden birisi ledün sultanının mirasından hissemend oluşudur. Onun Medine ve Mekke’ye yolculuğu bir nevi Musa Aleyhisselam’ın Hızırla beraberliğini andırmaktadır. Medine’de Yemen’li salih bir alimle karşılaşmış ve bu alim ondan Mekke’de göreceklerine itiraz etmemesini istemiştir. Kabe’ye vardığında ise bezler içine bürünmüş sakallı bir adam sırtını şadırvana dayamış ve yüzünü Halid-i Bağdadi’ye dönmüştür. Kıbleye karşı oturan bu adamın su-i edebinden rahatsız olan Şeyh Halid, Medineli alimin nasihatını unutur ve içinden bu adamın su-i edepte bulunduğunu geçirince adam derhal mukabele eder ve Medine’deki alimin nasihatını hatırlatır. Bunun üzerine Şeyh Halid kayıp hazineyi veya aradığını bulduğunu düşünmüştür. Avam kılığındaki bu ledün terbiyecisi onun tasavvufi terbiyesinin Hind diyarında olduğunu söylemiştir.

1200 hicri yılında gerçekleşen bu olaydan sonra tekrar ülkesine dönmüş ve gel zaman git zaman Süleymaniye’ye Hindli bir Şeyh uğramıştır. Abdullah Dehlevi’nin müritlerindendir. Mekke’de aldığı işaret burada hakikate ermiş ve dönüşmüş ve böylece Hicaz yolculuğuna çıkması gibi Hind yolculuğuna çıkmış ve ilmi terbiyeden sonra ledünni terbiyeden geçmiş ve sonunda Hind de tasavvufi terbiyeyi de alarak zülcenaheyn sıfatına ve lakabına istihkak-ı hüner kesp etmiştir. Hind ilmiyle Osmanlı diyarının ilmini birleştirmiştir. Keza birçok tarikatın icazını kendinde cemetmiştir. Ledün kelimesinin tasavvufi anlamı Kur’ an’ın Kehf suresinin 65’ inci ayetinden çıkarılmıştır. Bu ayette “orada kullarımızdan birini bulmuşlardı ki, biz ona katımızdan bir rahmet verdik ve ona ilm-i ledün’ü öğrettik” buyurmaktadır. Diğer bir ifade ile bir başka Musa ile Hızır kıssası. Mahrem veya müteşabih hikaye. Denildiği gibi, define gibi aramakla bulunmaz fakat bulanlar arayanlardır

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.