Lahuti bir yolculuk

Mustafa ÖZCAN

Suriye yolundayız. Bana bu yolculuk yeniden, 1978 yılında 16 yaşımda Adapazarı’ndan çıkışımı ve Mihr Ali ile birlikte Ankara üzerinden Suriye’ye gidiş yolculuğumu hatırlatıyor. Bu defa güzergah biraz farklı o kadar. Ankara yerine bölgeye İstanbul üzerinden ulaşıyoruz.  İlk gezimizdeki niyetimiz Suudi Arabistan vizesi alarak Hicaz’a yerleşmek ve şer’i ilimler tahsil etmekti lakin kısmetimiz niyetimize uymuyor ve boyun eğmiyor. Yaşımız kırkın altında olduğundan dolayı bizim yaştakilere uygulanan şartlardan biz de etkileniyor ve neticede bütün uğraşlarımıza rağmen Suudi Arabistan vizesi alamıyoruz. Lakin bir yıl sonra 17 yaşımda bunun kazasını yapıyoruz ve Hicaz’a giderek 1979 yılında yani hicri 1400’de ilk hac vazifemi ifa ve eda ediyorum.

1978 yılında yaptığımız Suriye gezisi bende ulvi heyecanlar uyandırıyor ve tatlı hatıra ve intibalar bırakıyor. Sanki Ankara üzerinden Urfa ve Hatay gibi bölgelere vasıl oluşumuz bende kutsal topraklara revan olduğumuz ve geçtiğimiz hissi uyandırıyor. Otobüslerle yaptığımız seyahat boyunca gündüz geçtiğimiz dağlar gece ise ruhani silüetleri beni fazlasıyla etkiliyor ve gıpta ve surur ile yolculuğumuza devam ediyoruz.  Farklı bir iklim ve farklı bir boyutta yolculuk ettiğimi anlıyorum. Urfa’ya vardığımızda gerçekten de farklı ve onun ötesinde dini bir mekanla karşılaşıyoruz. Mihr Ali ile birlikte güneydoğu bölgesinden sonra Has otobüsleriyle gerçekleştirdiğimiz yolculuğumuz Hatay üzerinden Şam’a vasıl oluyor. Türkiye sınırlarındaki son menzilimiz olan Hatay’da Habibunneccar’ı da ziyaret ediyoruz.

1978 yılında Şam güzergahı üzerinde Urfa ve Bediüzzaman’ı ziyaretimizi unutamıyorum.  Daha sonra Urfa’ya gelsem de nedense aynı mekanı tam kapsamlı olarak bir daha ziyaret edememiştim. Yine bir diğer Suriye gezisi öncesinde, adeta Şubat ayındaki (2010) ziyaretimizde yapamadığımız ziyaretin kazasını yapıyoruz. 1978 yılından sonra iki kez Urfa’ya gelsem ve Halilurrahman havzasını ve haremini gezsem de son gelişimde civar bir otelde kalmamıza rağmen nasıl olduysa irfanım bağlandı ve Balıklı Göl ve civarını ziyaret edemedim. Doğrusu bu nedenle de içimde bir ukde kaldı.
*

Urfa Bediüzzaman’ın kader şehri. Ölüm rihleti ve yolculuğu bu şehirde son buluyor. Ve kaderine koşarcasına son demlerinde ölümüne bu şehre yöneliyor. Ölümüne ölüm yolculuğunda bu şehre geliyor ve burada ölüyor ve burada Hazreti İbrahim Aleyhisselam doğduğu rivayet edilen mağaranın karşısına defnediliyor. Lakin darbeden sonra görünür ve görünmez eller orada da onu rahat bırakmıyorlar. Ölümünden sonra da huzur ve rahat vermiyorlar. 27 Mayıs darbecileri 12 Temmuz tarihinde ona; ölümünden sonra da rahat ve huzur vermiyorlar ve kabrinden alarak naaşını bir semt-i meçhule taşıyorlar. Lakin Mevlana’nın deyimiyle onun kabri sevenlerinin gönüllerinde yaşıyor. Yanlış hatırlamıyorsam bir önceki ziyaretimde; 12 ile 15 Şubat (2010) tarihleri arasında olsa gerek Urfa Valiliğinin düzenlemiş olduğu Arapların Gözüyle Türkler Sempozyumu vesilesiyle şehre geliyoruz lakin programın yüklü oluşu ve  belki biraz da atmosferin farklı oluşu nedeniyle  ve belki diğer bir seçenek olarak ihmalimize binaen Balıklı Gölü bile ziyaret edemiyoruz.

Belirttiğim gibi bu içimizde bir ukde olarak kalıyor. Ve bu sefer de (1978’deki ziyaretle birlikte dördüncüsü) Vakit’in düzenlemiş olduğu GAP turu ve akabinde Suriye turu çerçevesinde ve vesilesiyle yapamadığımız ziyareti bir iki ay gecikmeli olarak gerçekleştiriyor ve telafi ediyoruz. Lakin Bediüzzaman’ın defnedildiği yeri çıkartamıyorum Balıklı Göl’ün karşısındaki Şazeliyye şeyhlerinden Ebu’l Vefa Hazretlerinin medfun bulunduğu mekan zannediyorum. Bu zannımız soruşturma ve yakınların delaletiyle zail ve tashih oluyor. Ve o gece Peygamberler şehri Urfa’da lahuti bir alem ve lahuti gece ve sabah yaşıyoruz. Hem ikindi üzeri ve akşama doğru ve geceleyin hem de sabah namazında mekanı birkaç defa ziyaret ediyor ve kolaçan ediyoruz. Boş sandukanın veya kabrin sahibini arıyoruz. Elbette sahibinin fiziken burada olmadığını biliyoruz. Lakin biz de ruhuyla bağlantılı olduğuna inandığımız boş kabrin sahibine Fatihalar yolluyoruz. Ve burada Hazreti İbrahim’in mirasını daha güzel anlıyoruz. Halilurrahman havzası ve haremi tam tamına dini ve manevi bir site.

*
Bu anlamda Urfa, Hazreti İbrahim dolayısıyla Mekke ve El Halil ile kardeş şehirlerden birisi. Onun ötesinde Hazreti Eyüp Aleyhisselam ve El Yesaa Aleyhisselam gibi diğer yüce peygamberleri de böğründe barındırmasından ve onlara ev sahipliği yapmasından dolayı da kaderi Kudüs’ün kaderine benziyor. Peygamberler şehri olması hasebiyle Kudüs ile manen kardeş şehirlerden birisi sayılır.

Bediüzzaman da 27 Ramazana denk gelen 23 Mart 1960 tarihinde son nefesini bu şehirde veriyor. Bu şehrin kucağında ölüyor ve giderken Urfalılara ma’şeri bir vedada bulunuyor ve ziyaretçilerini hilaf-i mutad bir şekilde itirazsız kabul ediyor ve hepsini kucaklıyor ve bağrına basıyor. Şehir adeta o gün hep birlikte kıyama duruyor. Manevi bir veda töreni. Bundan dolayı da geceleyin mekanı gezerken Hazreti İbrahim’le birlikte şehre damgasını vuran şahsiyetlerden birisinin Bediüzzaman olduğunu hisse’lyakin farkediyorum. Bu anlamda şehir Hazreti İbrahim ile birlikte anıldığı gibi Bediüzzaman’la birlikte de anılmaktadır. Ekibimiz Urfa’da bulunduğu gece ve gündüz lahuti bir havayı teneffüs etti. Bu hava ciğerlerimize değil gönlümüze aktı.  Bu yazıyı yazdığım sırada turumuzun Gaziantep etabında bulunuyor ve Suriye’ye hareket için hazırlık yapıyorduk.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.