Kürt sorunu çözümünde akla Said Nursi gelmeli

Yazar Abdulkadir Menek’le, yeni çıkan “Kürt Meselesi ve Said Nursi” adlı kitabı üzerine gerçekleştirdiğimiz röportaj…

Röportaj: Dursun Sivri - RisaleHaber

Giriş

Abdulkadir Menek, Kürt Meselesinde sözü dikkate alınması gereken bir yazarımız. Abdülkadir Üzeyiroğlu mahlası ile de yazdığı biliniyor. Hem bölgenin insanı, hem uzun yıllarıdır akademik camiada, hem akademisyen kimliği ile hem de düşüncelerini makale ve kitapları ile dile getiren bir isim. Aynı zamanda Risale-i Nurlara vakıf, Kürt meselesine en etkin çözümü ortaya koyan Said Nursi’nin çözüm reçetesini bilen bir isim.

Önümüzdeki seçim ve sonrası kaçınılmaz olarak gündeme gelecek olan “Kürt meselesi” nin çözümüne büyük katkı sağlayacak olan kitabın yazılmasına hangi unsurlar etken olduğunu sorduk. Menekle Nesil yayınları arasından çıkan “Kürt Meselesi ve Said Nursi” konulu yeni çıkan kitabı üzerine konuştuk.

Uzun yılların birikimi ve tarihi perspektifi göz önüne alarak yazılmış “Kürt Meselesi ve Said Nursi” adlı kitap hakkında sorularımıza verilen cevapları dikkatinize arz ediyoruz.

 

Kürt meselesi ve Said Nursi adında bir kitabınız yayınlandı. Bu kitabın yazılmasına hangi etkenler vesile oldu?

 

Hükümetin Kürt açılımını başlattığı günlerde, Türkiye’de daha önce hiç konuşulmayan şeyler konuşulmaya başlandı. Demokratik hayatın tam olarak ve kemaliyle yerleşmesi için atılacak her adımı destekleyecek bir anlayıştan geliyoruz. Dolayısıyla ben de bu süreçte RisaleHaber’de konu ile ilgili olarak bazı makaleler yazdım. Kürt Meselesi ile ilgili olarak yaşanan acılara yakından şahit olan bir bölge insanıyım.

Bu sıralarda Sosyal etütler Derneği Genel Başkanı Sayın Mehmet Ali Kılıç Bey beni aradı. Dernek olarak Kürt Meselesi ile ilgili olarak bir rapor hazırlayıp ilgililere göndermek istediklerini, bu konuda yardımcı olup olmayacağımı sordu. Böyle bir istek karşısında hayır cevabı verme hakkımın olmadığını ifade ettim. Eğer meselenin kardeşlik zemininde çözülmesi için bir nebze de olsa katkıda bulunabileceksem çok mutlu olacağımı ifade ettim. Hemen çalışmaya başladım. Daha önce yaptığım çalışmaları toparladım ve kendime göre eksiklerini tamamlayarak SETÜD’e gönderdim. Mehmet Ali Bey’in ifadesine göre bu rapor, Ankara’da ilgili çok sayıda siyasi ve bürokrata ulaştırıldı.

İnşallah faydalı olmuştur. Daha sonra SETÜD beni konu ile ilgili olarak bir seminer vermek üzere Ankara’ya davet etti. Konuyu iki saati aşkın bir süre ile seçkin bir heyete takdim ettim. Bu seminer notları Risale Akademi’de yayınlandı. Bu arada konu ile ilgili çalışmalarım hep devam etti.  Beş yüz sayfanın üzerinde bir kitap hacmine ulaştı. Ancak Nesil Yayınları çok uzun kitapların okunmasındaki zorluğu göz önüne alarak çalışmanın kısaltılmasını istedi. Bu şekilde üç yüz sayfa civarında bir kitap hacmi ile yayınlandı.

Ben Kürt kökenli bir bölge insanıyım. Kürt meselesinde yaşanan acıları, dramları, sıkıntıları ta iliklerime kadar hissederim. Bu meselenin hep kan,  acı, ölüm ve gözyaşı ile gündeme gelmesinden çok büyük elem duyarım.  Bu mesele çok uzadı. Kronik bir hale geldi. Bin sene beraber yaşayan Türk ve Kürt halkının birbirine düşmanca duygular taşıması, aklı başında hiçbir Müslümanın isteyeceği bir şey değildir. Ülkeye atılan bu fitne tohumu tamamen birlik ve beraberliğimize, kardeşliğimize, İslam’ın getirdiği kardeşlik anlayışına yönelik bir suikasttır.

Bu önemli meselenin kardeşlik zemininde çözülmesi için herkesin yapabileceği bazı şeyler vardır. Ben de elbette bu meselenin adil, kardeşçe ve demokratik bir ortamda çözülmesini istiyorum.  Bu meselede üzerime düşeni yapmak zorundayım. Bu benim bir vicdani ve İslami görevimdir. Ben artık hiç kimsenin böyle bir mesele için ölmesini istemiyorum. Huzur içinde ve kardeşçe yaşamak için herkes üzerine düşen adımları atmalıdır.

 

Bu konuda başka çalışmalar da oldu. Örneğin Doğu Ergil’in de aynı konuda hem raporu hem kitabı çıktı. Siz hem bölge insanı, hem bölgede görev yapan bir öğretim görevlisi olarak konuya hangi farklı boyutta ele aldınız?

 

Evet, bu konuda çok sayıda çalışma yapıldı. Herkes meseleye kendi zaviyesinden bakmaya, teşhis etmeye ve çözüm önerilerini sunmaya çalıştı. Bunların hepsi de benim için değerlidir. Bu konuda kafa yormak ve katkıda bulunmak her aydının görevidir. Bu farklı fikirlerden elbette ortak bir çözüm yolu ve uzlaşma sağlanacaktır.

Ben meselenin teşhisi noktasında ortak bir noktaya ulaşılmadan neticeye ulaşmanın mümkün olmadığını düşünüyorum. Bu konuda bir konsensüs sağlamak gerekir.  Belki buradan hareketle sağlıklı ve adil bir çözüm noktasına ulaşabiliriz. Bence, Başbakan’ın bu konuda yaptığı toplantılar ve konu ile ilgili herkesin görüşünü doğrudan almak istemesi çok değerli ve samimi yaklaşımlardır. Bunlar Türkiye’de daha önce hiç yapılmadı. Hep resmi ve bürokratik raporlarla yetinildi.  Peki, bu ülkede Kürtler ne zamandan beri ‘’Mesele’’ olarak görülmeye başlandı?

Kürtler binlerce yıldan beri Mezopotamya bölgesinin sakini olarak bu bölgelerde oturuyorlar. Alparslan 1071 yılında Malazgirt ovasında Bizans orduları ile karşılaşınca bölgede mukim olan Mervani Kürtleri, on bin kişilik bir askeri kuvvetle Selçukluların safında yer alıyorlar. Anadolu kapılarının Müslüman Türk kardeşlerine açılması için üzerlerine düşen görevi yerine getiriyorlar.

Yavuz Sultan Selim doğu seferine çıkıp İslam Birliği ideali için harekete geçince, İdris-i Bitlisi’nin gayretleri ile Kürt aşiretlerinin çoğunluğu, kavgasız ve gönül rızası ile bu büyük davaya destek veriyorlar. Bediüzzaman ’da bu noktanın önemine işaret ediyor. Yavuz Sultan Selim’in bu çabalarını övüyor. Şimdiki Kürtlerin de aynı Kürtler olduğunu ifade ediyor. Bence de öyle. İslamiyet ve İslam Birliği denince Kürtler, üzerlerine düşen her şeyi her zaman yapmaya hazırlar. Yeter ki, karşı tarafın yaklaşımlarında samimiyet görsünler. 

Osmanlı Devleti ve Kürtlerin ittifakı ile çok önemli adımlar atıldı. Kürtler bu yıllarda kendi bölgelerinde istedikleri gibi yaşadılar, dillerini konuştular. Medreselerde kendi dilleri ile eğitimlerini aldılar. Kendi iç işlerinde tamamen serbest bir şekilde eyaletler halinde kendilerini idare ettiler. Kanuni Sultan Süleyman zamanında bu şartlar Kürtler lehine daha da iyileştirildi.

Bu Tanzimat dönemine kadar böyle devam etti. Bu yüzyıllarda çok ufak tefek hadiseler dışında herhangi bir olay yaşanmadı. Tanzimat dönemi ile birlikte Batı’da başlayan Milliyetçilik hareketlerinin Kürtleri de etkileyeceği endişesi ile birçok eyaletin hukuki statüsüne son verildi. İdareciler merkezden atanmaya başlandı. Bazı huzursuzluklar bu dönemde başladı. Fakat ciddi hadiselere yol açılmadan bu dönem de sona erdi. Kürtler İslam kardeşliğine zarar verecek herhangi bir hareket içine girmekten şiddetle kaçındılar. Cizre’de meydana gelen Bedirhan Paşa isyanı ile Irak Kürdistan’ında meydana gelen Şeyh Ubeydullah hareketlerinin esas karakterinin ‘’Milli’’ olmadığı zaten bilinmektedir.

Kürtlerin mesele haline dönüştürülmesi için yaşanan olayları, tahrikleri, tertipleri hep yaşayarak geldik. Yavuz Sultan Selim zamanından beri Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar Türk kardeşleri ile bir ve beraber yaşayan Kürtler nasıl oldu da ‘’MESELE’’ haline dönüştürüldüler? Bu sorunun çok açık ve net bir cevabı vardır. Kürtler asla Türk kardeşleri ile aralarında bir mesele çıkmasını istememişlerdir. Aynı şekilde Türkler de Kürt kardeşleri ile aralarında bir problem olmasını istememişlerdir.

Fakat Cumhuriyet’ten sonra yönetime egemen olan zihniyet, ırk esasına dayanan bir yönetim anlayışını egemen kılmak için düzenlemeler yaptı. Bu yıllardan sonra ‘’Kürtler’’ tamamen inkâr edildi ve yok farz edildi. Bütün eğitim sistemi ve devlet yapılanması sadece tek ırk üzerine bina edilmeye çalışıldı. Hatta ‘’Kürtçe’’ konuşmak bile yasaklandı. Tamamen ‘’Türkleşmiş’’ bir toplum meydana getirilmeye çalışıldı. Bu uygulamaların çok sayıda örneğini vermek mümkündür.

Bu arada İslam’ın toplum hayatını düzenleyen, iman kardeşliğini esas alan anlayışı terk edilerek din tamamen geri planlara itilmeye çalışıldı. İslamiyet ve Osmanlılık olan üst kimlik kaldırılarak ‘’Türklük’’ üst kimlik olarak ikame edilmeye çalışıldı. Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nda hiçbir devletin tahrikine kapılmadan mümin kardeşleri olan Türklerle beraber büyük bir mücadele örneği sergileyen Kürtler, karşı karşıya kaldıkları bu uygulamalarla büyük bir şaşkınlık geçirdiler. Hadiseler bu uygulamalardan sonra başlamıştır. Şeyh Said hadisesinin milli karakteri varsa bile, esas muharrik unsur, İslami hassasiyetlerin bertaraf edilmek istenmesi, hilafetin kaldırılması vs. gibi dine karşı olarak yorumlanan uygulama ve kararlardır. Bu görüş, meseleyi resmi görüş dışında inceleyen bağımsız tarihçilerin neredeyse hepsinin ortak kanaatidir.

Meselenin ortaya çıkış noktasını eğer doğru teşhis edersek, çözüm yolunu da belki objektif ve ön yargısız bir şekilde birlikte bulabiliriz. 

 

Tarihi perspektifte doğuda kırılma veya dönüm noktası sayılabilecek dönemler var. Meselâ tek parti döneminde 28 isyan adı var kitabınızda… 1980 ihtilali sonrası Diyarbakır cezaevinde yaşananlar…1990lı yıllarda faili meçhul cinayetler gibi… Bu kırılma dönemleri bu meselenin kronikleşmesine etki yapmış mıdır?

 

Kurtuluş Savaşı’nın Türklerin ve Kürtlerin gönüllü beraberliği ve kardeşliği ile zaferle neticelenmesinden sonra 1938 tarihindeki Dersim Olayına kadar yirmi sekiz tane önemli hadise yaşanmıştır.  Kurtuluş Savaşının ne kadar zafer ile neticelendiği konusunda farklı bazı görüşler olmakla birlikte biz bunu böyle kabul etsek bile ülke içinde yaşanan çok kanlı ve dramatik hadiseleri izah etmek gerçekten çok güçtür. Bakın Şeyh Said Hadisesinin ardından İstiklal Mahkemesi tarafından idam kararı verilen ve kararları hemen infaz edilen 47 kişinin cenazeleri ailelerine teslim edilmediği gibi toplu olarak açılan bir çukura gömülmüştür. Bugün içinde Şeyh Said’in de bulunduğu bu kişilerin mezarları bile belli değildir. Hadiseye fiilen katılmadığı halde İstanbul’dan Diyarbakır’a getirilen Şurayı Devlet Reisliği de yapmış olan Kürt Teali Cemiyeti Reisi Seyyid Abdulkadir ve oğlu da burada idam edilmiştir. Hatta Seyyid Abdulkadir’in bütün ricalarına rağmen önce oğlu gözünün önünde idam edilmiş ve kendisi daha sonra darağacına gönderilmiştir.

 

Bence Kürt Meselesi için Seyh Said ve Dersim Olayları ile 12 Eylül İhtilali ve Diyarbakır Zindanında yaşanan akıl, insaf ve vicdan dışı olaylar dönüm noktalarıdır.  Dikkat edildiği zaman bu hadiselerden sonra Kürt Meselesi hep farklı boyutlar kazanarak yeni mecralarda devam etmiştir. Şeyh Said Hadisesi ile birlikte başlayan çok kanlı hadisler zinciri Dersim Olayı ile noktalanmış ve faklı bir boyuta taşınmıştır.  Bu yıllar boyunca öldürülen, sürgüne gönderilen Kürtlerin sayısın kestirmek çok zordur.

 

Dersim Olayı’nın ardından çok dehşetli olaylar ve adeta bir vahşet yaşanmıştır. Ondan sonra artık bu tür olaylar sona ermiş gibi görünse de öfke artarak devam etmiştir. Artık kimsenin kalkıp bir başkaldırı hadisesine kalkışmak gibi bir cesaret ve takati kalmamıştır. Kürt Meselesi kanla tamamen bastırıldığı zannedilmiştir. Hatta Dersim Olayının çok kanlı bir şekilde bastırılmasının ardından yetkililer tarafından ‘’Türkiye’de artık Kürt meselesi bitmiştir’’ sözleri telaffuz edilmeye başlanmıştır. Trabzon’daki İngiltere Temsilciliği kendi hükümetine bir rapor göndermiş ve yetkililerin bu sözünü nakletmiştir.

 

12 Eylül İhtilalinin ardından Diyarbakır Zindanında yaşanan vahşet hâlâ bütün tazeliği ile binlerce insanın zihninde canlılığını muhafaza etmektedir. Diyarbakır Zindanından tahliye olan çok sayıda kişi oradan doğruca dağa çıkmıştır. Demokrat bir aileye mensup olan ve 1977 yılında Adalet Partisi’nden Diyarbakır Belediye Başkan adayı olan Felat Cemiloğlu bile bu zindanda maruz kaldığı işkence ve şiddet karşısında Hasan Cemal’e ‘’eğer ben genç olsaydım, tahliye olduktan sonra dağa çıkardım’’ itirafında bulunmuştur.

 

Burada çok sayıda insan öldürülmüş ve intihar süsü verilmiştir. Bazı insanlar da dayanamayarak gerçekten intihar etmiştir. Çok sayıda insan akıl sağlığını kaybetmiştir.  Yakalanan tutukluların büyük çoğunluğu da gördükleri işkence ve maruz kaldıkları insanlık dışı muamelelerden sonra tahliye edilmiştir. Peki, bu zulme ve işkenceye sebep olan ilgiler hakkında çok ciddi soruşturmalar yapılmış mıdır?

 

Bu olayların insanların ve Kürt toplumunun hayatında meydana getirdiği travma son derece büyüktür. Bu işkencelerle ilgili elim ve hazin hatıralara ve itiraflara aradan otuz yıl geçtikten sonra hala şahit olmaya devam ediyoruz.

 

1990’lı yıllarda yaşanan fail-i meçhul cinayetler hala büyük bir çoğunlukla karanlıkta kalmaya devam etmektedir. Asit kuyularının, ölün tarlalarının sırrı hala çözülemedi. Daha çok yakın bir zamanda Bitlis’te çok sayıda insanın gömüldüğü bir toplu mezar bulundu. Bu konuların ortaya çıkması için atılan adımlar elbette değerlidir. Birçok yetkili hakkında davalar açıldı.

 

Cizre Tabur eski Komutanı Cemal Temizöz ile Belediye eski Başkanı Kamil Atağ hakkında korkunç bazı iddialar ile açılan soruşturmalar devam ediyor.  Bu yıllarda bazı şehirler tam bir ölüm ve korku şehri haline gelmişlerdi. Bunlar bütünüyle çözülmeden ve sorumlular gerekli cezalara çarptırılmadan kamu vicdan rahatlamaz. Bu durum elbette haksız yere ve yargısız infaz ile öldürülenleri geri getirmeyecek. Hiç olmazsa insanlar adalete güven duymaya başlayacaklar.

 

Bunları okuyan birçok kişi belki bu konulara ne gerek var diyebilecektir. Lütfen herkes ‘’EMPATİ’’ yapsın ve kendilerini o bölgede yaşayan insanların yerine koysun.

 

Kitabın adı “Kürt meselesi ve Said Nursi… Said Nursi’nin 100 yıl önce ortaya koyduğu çözüm önerileri dikkate alınsaydı bugün bu sorunlar yaşanır mıydı?

 

Bediüzzaman bu projesini Kürtler arasında yirmi yıl gezdikten ve gözlemler yaptıktan sonra kaleme almıştır. Bu proje kâğıt üzerinde kalacak veya kulaktan duyma bilgilerle kaleme alınan, ayağı yere basmayan bir proje değildir. Kürtlerin yaşadığı sosyal hayatın gerçeklerinden alınmış, sağlam gerekçeleri olan bir projedir. Bediüzzaman bu projeyi kaleme almadan önce, Bitlis, Ağrı, Van, Erzurum, Cizre, Mardin, Hakkâri, Siirt gibi şehirleri ve bunlara bağlı köyleri gezmiş, buradaki medreselerde incelemeler yapmış, bölgenin problemlerini yerinde tespit etmiştir. Köylü, hoca, şeyh, mürid, ağa, müderris, talebe, asker ve sivil her sınıftan vatandaşlarla yakın temaslarda bulunmuş ve bunların dünyalarını ve ihtiyaçlarını tanımaya çalışmıştır. Yirmi yılını bu şekilde geçirmiş, bölgede haklı bir şöhrete sahip olmuş, temayüz etmiş, bölge halkı tarafından Molla Said-i Meşhur ve bölgenin büyük alimleri tarafından Bediüzzaman unvanına layık görülmüş bir bölge insanının tespitleri ve çözüm önerileri eğer uygulanmış olsaydı, bugün için mevcut problemlerin çoğundan söz etmeye belki hiç gerek kalmayacaktı. Kürtler ve Türkler arasında dini bağlar yıpratılmamış ve kopartılmamış olacaktı. İman ve İslam kardeşliği, bu iki halkın arasında barış ve huzuru ikame ve devam ettirmek için en önemli faktörlerdir. Kürtler kendi dilleri ile eğitim alabileceklerdi. Dillerini öğrenmek için herhangi bir engelle karşılaşmayacaklardı. Kendi milli adet ve geleneklerini rahatça yaşamak için gerekli ortam mevcut olacaktı. Van, Bitlis ve Diyarbakır illerinde başlamış ve daha sonra ihtiyaç halinde bütün doğu illerine yayılmış bu eğitim kurumlarında okuyacak Türkler, Kürtler ve Araplar, İslam kardeşliğinin ebedi hazzı ve saadetini yaşamanın farkına varacaklardı. İslam uhuvveti ve muhabbeti ile kaynaşmış bu insanlar, kendi aralarındaki problemleri çözmek için bu engin deryadan yararlanacaklardı. Din ve fen bilimlerinin beraber okutulması sonucu, buradan yetişen öğrenciler zülcenaheyn-çok yönlü- çift kanatlı olacaklardı, hem dünyanın ve hem de bölgenin meselelerine geniş bir vizyon ile bakabilecek ve dar bir çerçeveye hapsolmayacaklardı. 

Son otuz yıl içinde kırk binden fazla insanımız, bu kanlı sürecin kurbanı olmuşlardır. Bunları elbette geriye getirmek mümkün değildir. Fakat bundan sonrası için bazı akılcı ve yerinde tedbirler almak mümkündür. Bu proje belki maddi olarak gerçekleşmedi. Fakat Medresettüzehra projesi manevi olarak gerçekleşmiştir. Risale-i Nur eserlerini okuyan Türkler ve Kürtler bu kardeşliğin en canlı ve en mükemmel örneklerini vermektedir.  Bütün vatan sathında Bediüzzaman’ın eserlerini okuyan milyonlarca insan, duruş ve söylemleriyle bu büyük meselenin çözümü için gerekli katkıyı koymaktadırlar. Ve aynı zamanda çözüm adresini de göstermektedirler.

Esasında Kürtler ve Türkler arasında bir problem mevcut değildir. Problem yanlış yönetim anlayışında, Kürtleri potansiyel tehlike olarak gören katı ırkçı yaklaşımlardadır. Artık bugün için büyük arızalar mevcut olsa bile eski katı ve ırkçı yaklaşımlar büyük oranda terk edilmiştir. Çözüme dönük kararlı ve iyi niyetli adımları atmak için daha fazla zaman kaybetmeye kimsenin hakkı yoktur. Evlatlarımıza bir barış sevgi ve kardeşlik diyarı bırakmak zorundayız. Eğer bugün elimize geçen bu altın fırsatını çok iyi değerlendirip meseleyi çözmesek, tarih de, evlatlarımız da bizi affetmeyecektir.

 

Said Nursi’nin önerileri ve bugün gündeme gelen Demokratik Açılım veya kardeşlik projesi adı verilen girişimlerde dikkate alınıyor mu?

 

Barış, birlik, beraberlik ve huzur, esasında Said Nursi’nin istediği ve bir ömür uğrunda mücadele verdiği konulardır. Ne zaman bu konularla ilgili olarak çözüm gayretleri gündeme gelirse Said Nursi’de akla gelecek ilk isimlerden biri olmalıdır. Hele hele Kürt Meselesi’nin çözümü ve kardeşlik zemininde çözülmesi için Said Nursi’nin görüş ve düşünceleri çok önemlidir. Bundan daha ötesi başarısı orta yerdedir. Nur Risalelerini okuyan ve bunları bir hayat tarzı haline getiren Türkler ve Kürtlerin oluşturduğu birlik, beraberlik ve kardeşlik tablosu, sanırım bu konuda çözüm arayanlar için en büyük referans olmalıdır.

 

Yeni Anayasa’da çözüme yönelik nelerin olması gerekli sizce?

 

12 Haziran seçimleri yaklaşıyor. Seçime iki aylık bir süre kaldı. Seçim öncesinde Kürt Meselesi’nin çözümünde hiç bir adım atılamaz. Ben Kürt Meselesinin seçim malzemesi olmamasını istiyorum. Bu meseleyi olumlu veya olumsuz bir şekilde kullanarak bundan oy devşirmeye çalışmak kimseye de bu ülkeye de yayar getirmez. İnşallah geriye doğru götürecek gelişmeler de olmaz. Seçim öncesinde bazı provokasyonların ve tertiplerin olmamasını temenni ederim.

Esas önemli adımlar seçimlerden sonra atılabilir. Ak Parti’nin çözüm iradesini ortaya koymak için attığı adımlar eksik olmakla birlikte çok önemlidir. MHP’nin bu konudaki tavrı zaten biliniliyor. Bu konuda bir katkı koyabileceklerini zannetmiyorum.

Şu sıralar da milletvekili aday listelerinin açıklanması ile birlikte CHP mevcut statükocu yapısını daha güçlendirmek için bazı adımlar attı. Ergenekon davasından yargılanan bazı kişilerin CHP listesinden aday gösterilmesi, bu partinin statükonun devam noktasında daha da kemikleştiğini gösteriyor. Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkan olması ile birlikte demokratik bir açılım yapacağı noktasında meydana gelen iyimserlik, referandum ve bu seçim süreci ile birlikte tamamen ortadan kalkıyor. Yani CHP bizim bildiğimiz eski CHP olarak yine arz-ı endam edecek.  Belki daha da geriye gidebilir.

BDP bu yeni dönemde nasıl bir politika uygulayacak? Şerafettin Elçi, Altan Tan ve Süreyya Sırrı Önder gibi adaylar belki yeni dönemde bir şans olabilir. Bunu söylemek için biraz erken olsa bile, ben bu konuda iyimserliğimi muhafaza etmek istiyorum. Bekleyip hep beraber göreceğiz.

Bence bu yeni dönemde yine en büyük görev Ak Parti’ye ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a düşecek. Kürt açılımı, Huzur ve Kardeşlik Projesi, Milli Birlik ve Beraberlik Projesi ve Demokratik açılım projesi isimleri ile devam eden proje, seçimden sonra nasıl bir mecraya girecek?  Demokrasinin tam anlamıyla ve kemaliyle yerleşmesi için gerekli olan adımlar cesaretle atılacak mı?

Yeni ve Sivil bir Anayasa, yeni göreve başlayacak meclisten herkesin en önce istediği en önemli konu haline gelmiş durumda. Bu seçim döneminin en önemli malzemesi yeni bir anayasa olacak gibi görünüyor. Yapılacak yeni anayasa çok iyi bir başlangıç olabilir.  Eğer meclis tam demokratik, sivil ve beklentileri karşılayabilecek bir anayasa yapabilmeyi başarırsa Türkiye, yıllarca kendisine ayak bağı olan bütün konularla birlikte Kürt Meselesinin çözümü için de çok iyi bir fırsat yakalayabilir. Zaten bu kadar acı ve geçmiş tecrübelerle, parça parça değiştirilen bir anayasanın derde deva olmadığı görülmüştür.  Belki aşağıda maddeler halinde belirttiğim konulara özel bir önem verilmelidir:

a-Bir sefer yeni yapılacak anayasa ‘’Demokratik bir ruh’’ taşımalıdır.

b-Meclis’in üstün iradesi tam ve tartışmasız bir şekilde egemen kılınmalıdır.

c-Halkın egemenliğine yüzyıldır ortak olan menhus ruh mutlaka saf dışı edilmelidir. 

d-Egemenliğin en büyük müdahili ve perde arkasında esas sahibi gibi görünen bürokratik oligarşi zihniyeti mutlaka tasfiye edilmeli ve bürokrasi gerçek sınırlarına çekilmelidir. 

e-Anayasal vatandaşlık kimliği öne çıkarılmalı, herhangi bir ırkın hâkimiyetini çağrıştıran madde ve ifadeler mutlaka çıkarılmalıdır.

f-Yapılacak anayasa mutlaka kısa olmalı, esas kaide ve kurallar belirtilmelidir.

g- Devletin ‘’demokratik cumhuriyet’’ yapısına sağlam ve yerinde vurgular yapılmalıdır.

h-Millete ve meclise güvenen bir anayasa olmalıdır. Korku ve evham pompalayan maddeler çıkarılmalıdır.

I-Resmi dil vurgusu yapılmakla birlikte, insanların ana dilleri İle eğitim yapabilmelerinin önü açılmalıdır.

www.RisaleHaber.com

Röportaj Haberleri