Küresel dönüşüm ve Bediüzzaman

İbrahim KAYGUSUZ

Ülke olarak uzun zamandır Avrupa’yı konuşmuyoruz.
Avrupa sadece krizleri ile gündemimizde oldu.
Başbakan’ın uzun aradan sonraki Avrupa seyahati dikkatimizi tekrar bu kıtaya yöneltti.
Lakin gündemi yokladığımızda Avrupa’yı eskisi gibi çok tartışmadığımız bir gerçek.
Küreselleşme böyle bir şey.

Ev içi sevinciniz ve üzüntünüz içeride kalmıyor, her şeyinizle dünyanın gözü önünde oluyorsunuz.

Avrupa yıllarca gelişmenin ve teknolojik atılımının merkezi oldu.
Lakin son yıllarda Pasifik, Uzakdoğu ve Çin gibi kıtasal parametreler Avrupanın cazibesini gölgeledi.  Ekonomik krizle birlikte durum biraz daha kötüleşti.

Küreselleşme, çok etkenlerin eş anlı sürüklediği bir rüzgârdır. Küreselleşme çok akışkandır ve yapısı gereği lokal kalamaz. Dolayısıyla bu rüzgârın önünde hiç kimse kendini koruyamaz. Avrupanın her şeyi ile göz önünde olması bu yüzdendir.
Küreselleşmenin ekonomik boyutu diğer boyutlarına nisbeten çok hızlı ve çok etkileyicidir.

Seksen yıl önce günümüze benzer bir dünya ekonomik bunalımı yaşanmıştı.
1929 yılında bugünkünden çok daha az olan dünya nüfusunun kırk milyonu, işinden olup aç ve perişan halde sokaklara atılmıştı.

Meşhur “Büyük Dünya Ekonomik Bunalımı” ndan bahsediyorum.
New York Wall Street denilen banka ve borsa merkezinde başlayan bu kriz, önce Amerika’nın sonra da bütün kapitalist dünyanın ekonomisini mahvetmişti.

ABD’deki kriz Avrupa’ya oradan da bütün dünyaya sıçramıştı. Kriz, Almanya, İngiltere, Fransa ve özellikle de Amerika ekonomisini çökertmişti. Bu durum İngiltere ve Fransa’da milyonlarca insanın işsiz kalması sonucunu doğurmuştu. Mesela; sadece Almanya’da beş milyon kişi işsiz kalmıştı.

İnsanlığın biriktirdiği yüklü miktardaki paralar, korkunç enflasyondan dolayı “pul” olmuştu. Binlerce esnaf iflas etmişti.

1929 bunalımında borsadaki fiyat endeksleri büyük düşüş yaşadı ve bu durum Amerika tasarruf sahipleri ve spekülatörlerinin kırk milyar dolar kaybını netice vermişti.

Bugün dünya, elli milyon insanın işsiz kalabileceği kaygısını yaşıyor ve ekonomik krizin maliyeti ikinci Dünya Savaşının birkaç katı!
Herkes bu durum karşısında büyük bir korku yaşıyor.

Çöküş, sistemin kudretini elinde bulunduranların çöküşü.
Bütün gayretler, bu kudreti başka noktalara doğru kaydırmamak üzerine kurulmuş.
Becerebilirler mi?
Bilemiyorum!

Avrupa krizinin “yapısal” olduğu doğrudur.
Lakin bu yapısallık kurumsallıktan çok “insani”dir.

Para ve sermaye aç ve canavar insanların elinde serseri mayın gibi yolunu şaşırır.
Şefkat ve merhamet duyguları törpülenen Batı insanı bu krizi çok zor aşar.

Başat kavramı “menfaat” olan kapitalizm mantığı ile bu kriz aşılmaz!
Yardımlaşma, şefkat ve diğergamlık duyguları Avrupa insanına hükmetmediği sürece bu kriz yerinde durmaya devam eder.

Bediüzzaman’ın talebesi Zübeyir Gündüzalp der ki; “Bazı zamanlar birkaç kuruşluk fiyat artışları yapılır ve bunlar gazetelere haber olarak yansırdı. Bu haberleri Üstada okuyamazdım. Şefkati çok geniş olduğu için dayanamazdı. Hiddete gelirdi ve üzerindeki etkisi uzun süre devam ederdi!”

Bu duyguların yokluğu insanlığı bugünkü felaketlerin eşiğine getirmedi mi?
Hırslarının esiri olmuş ve canavarlaşmış aç insanların faturasını masumlar ve hayatlarının baharında olan çocuklar çekmektedir.

Bediüzzaman hiç şüphesiz bir ekonomist değildir ve ekonomi teorileri de üretmemiştir. Fakat ürettiği projeler insanlığın çıkışı için perspektifler verir.

Ekonomik olaylar sadece rakamlara sıkışmış matematiksel ve istatistiki modeller değildir. Ekonomi her şeyden önce insani ve sosyal bir hadisedir. Bunun psikolojik, ahlaki, dini ve kültürel birçok temeli var.

Siyasiler ve ekonomistler krizler karşısında hep rakamsal duruyorlar ve rakamsal çözümler öneriyorlar.

Fakat bilinmelidir ki ekonominin merkezinde insan var. Bazı insanların doymak bilmez hırsları insanlığı birçok felakete sürükledi.

İnsan denen muhteşem varlığın duygularını dizginleyip dengeye oturttuğunuz zaman meseleyi temelinde halledersiniz.

İşte Said Nursi bunu çok iyi yapmıştır
Bediüzzaman seha, cud ve isar hasletlerine çok dikkat çeker ve buna tarihsel örnekler verir. Abdullah ibni Ömer ve Hatem-i Taği bunlardan ikisidir.

Bu üç kavramın bugün dünyamızda hiç yeri yok. Dünyadaki bütün olumsuz tablolar bu hakikatlerin ferdi, ailevi, toplumsal ve siyasi hayatımızda olmamasıdır.

Bu kavramlardan üçü de cömertlikle alakalıdır.
Sehâvet, malın bir kısmı ile yapılan cömertliktir,
Cûd, karşılık beklemeden yapılan cömertliktir.
İsar ise, kendisi muhtaç olduğu halde kardeşine vermektir.

Bir şeyi zarar ve sıkıntıya katlanarak kendisi yerine başkasının istifadesine sunmak olan “isar”ı bir Batılıya anlatırsanız size güler!
Batı bu kavramların çok uzağındadır…
Çünkü Batı’da ilahi vahiyden çok uzak bir mimsiz medeniyet hükmetmektedir.

Bu medeniyetin dayanağı kuvvet, hedefi menfaat, ölçüsü çarpışma, ilişki sistemi ise başkasını yok sayan ırkçılık ve sefahattir.
Bu medeniyet maddi barışı ve manevi huzuru tesis edemez!
Bu medeniyetin ciddi bir yapısal dönüşüme ihtiyacı var. Bu dönüşümün şifreleri ise Bediüzzaman’ın Kur’andan ilham edilen risalelerinde saklıdır.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (5)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.