Kur’ân’ın şirki red ve müşrikleri Cehennemle tehdit etmesi bu cihettendir

Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim

İhtar

Geçen İkinci Makamın Birinci Babındaki on dokuz adet mertebelerin şehadet eden hakikatlerinin herbirisi, tahakkuklarıyla ve vücutlarıyla vücub-u vücuda delâlet ettikleri gibi, ihataları ile dahi vahdete ve ehadiyete delâlet ederler. Fakat başta, sarîhan vücudu ispat ettikleri cihetle, vücub-u vücudun delilleri sayılmış. İkinci Makamın İkinci Babı ise, başta ve sarahatle vahdeti -ve içinde vücudu- ispat ettiği haysiyetiyle, tevhid burhanları denilir.

Yoksa her ikisi, her ikisini ispat eder. Farklarına işaret için, Birinci Babda 1 بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَقِيقَةِ İkinci Babda, vahdet görünür gibi zuhuruna işareten 2 بِمُشَاهَدَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَقِيقَةِ fıkraları tekrar ediliyor. Gelecek İkinci Babın mertebelerini Birinci Bab gibi izah etmeye niyet etmiştim. Fakat bazı hallerin mümânaatiyle ihtisara ve icmale mecburum. Hakkıyla beyan etmeyi Risale-i Nur’a havale ediyoruz.

İkinci Bab

(Berâhin-i Tevhidiyeye dairdir.)

Dünyaya iman için gönderilen ve bütün kâinatta fikren seyahat eden ve herşeyden Hâlıkını soran ve her yerde Rabbini arayan ve hakkalyakîn derecesinde İlâhını vücub-u vücud noktasında bulan dünya misafiri, kendi aklına dedi ki:

“Gel, Vâcibü’l-Vücud Hâlıkımızın vahdet burhanlarını temâşâ için yine beraber bir seyahate gideceğiz.”

Beraber gittiler. Birinci menzilde gördüler ki, kâinatı istilâ eden dört hakikat-i kudsiye, vahdeti bedahet derecesinde istilzam edip isterler.

BİRİNCİ HAKİKAT

Ulûhiyet-i mutlakadır.

Evet, nev-i beşerin her taifesi birer nevi ibadetle fıtrî gibi meşgul olması; ve sâir zîhayatın, belki cemâdâtın dahi fıtrî hizmetleri birer nevi ibadet hükmünde bulunması; ve kâinatta maddî ve mânevî bütün nimetlerin ve ihsanların herbiri, bir mâbudiyet tarafından, hamd ve ibadeti yaptıran perestişe ve şükre birer vesile olmaları; ve vahiy ve ilhamlar gibi bütün tereşşuhat-ı gaybiye ve tezahürat-ı mâneviyenin birtek İlâhın mâbudiyetini ilân etmeleri, elbette ve bedahetle bir ulûhiyet-i mutlakanın tahakkukunu ve hükümferma olduğunu ispat ederler.

Madem böyle bir ulûhiyet hakikatı var, elbette iştirakı kabul edemez. Çünkü ulûhiyete, yani mâbudiyete karşı şükür ve ibadetle mukabele edenler, kâinat ağacının en nihayetlerinde bulunan zîşuur meyveleridir. Ve başkaların o zîşuurları memnun ve minnettar edip yüzlerini kendilerine çevirmesi ve görünmediğinden çabuk unutturulabilen hakikî mâbudlarını onlara unutturması, ulûhiyetin mahiyetine ve kudsî maksatlarına öyle bir zıddiyettir ki, hiçbir cihetle müsaade etmez. Kur’ân’ın çok tekrar ile ve şiddetle şirki red ve müşrikleri Cehennemle tehdit etmesi, bu cihettendir.

1 : ... hakikatinin azamet-i ihatasının şehadetiyle. 
2 : ... hakikatinin azamet-i ihatasının müşahedesiyle.

Bediüzzaman Said Nursi
Asa-yı Musa

Risale-i Nur Haberleri